İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

Urartu gerdanlığının parçalanma öyküsü

Urartu gerdanlığının parçalanma öyküsü

Hakkari coğrafyasında güneş, ağır-ağır ve nazlanarak doğar. Yüksek zirvelerin arkasında önce parlak bir yıldız gibidir, açılarak yayılan ışınları ile kutsal bir görüntü ile yaşam kaynağına dönüşür. Düzlüklerden yoksun, engebeli coğrafyamızda ışınlar dik yamaçlardan süzülerek önce yüksek yaylaları, bayırları sonra da dar ve derin vadilerin aydınlığa hasret kalmış sessizliğiyle, insanı korkutan koyu gölgeliklere ulaşır. Gecenin karanlığında büzülen çiçeklerin yapraklarını uyandırır. Hızı kesilen esintilerle gece boyunca durmak bilmeyen otların dansı yavaşlar. Yeniden canlanan sinekler işbaşı yaparken, kara çadır ocaklarından yükselen dumanlar yaylalıların yeni güne hazırlandıklarını müjdeler. Işınlar; en fazla, yorgun düşen sağım işçileri berivanları etkilerdi. Deliksiz uykuya dalan çocuk yaştaki berivanlara, iğne gibi batardı ışınlar. Gecenin sessizliği ile demlenen uyku, kucakladığı ışınlarla Şemdinli balı ile içilen bir çaya dönüşürdü.

1.20120726011207.jpg

Çocukluğumun geçtiği berçelan yaylasını, cilo’lardan süzülerek gelen ışınlar aydınlatırdı. Önceleri beré başükan (şahinler kayası) adındaki, yaylamızın arkasındaki koh (kox) denilen tepeye, oradan da bir Urartu gerdanlığı gibi tepenin dibine dizilmiş kara çadırlara. Yaylanın ilk uyananları kadınlardı. Rençber erkeklerin dışında üretimin ağır yükünü kadınlar çekerdi. İlk işleri, kaynaklardan bakır bakraçlarla taşıdıkları suyu önce yayıklara ardından da zozan’lıların temel içeceği olan çayı kaynatmak için demliklere akıtmaktı. Yoğurtlu, peynirli, kaymaklı bir kahvaltıdan sonra arı kovanlarına benzeyen kara çadırların içi önemli ölçüde boşaltılırdı. Hakkari yaylalarının miri; berçelen yaylasıydı. Zaten geçmiş çağlarda da, özgür aşiret reislerinin, Hubişkia Krallarının, Marşimon’ların, beylerin, ağaların yaylası olmuştu. Colemérgi’lerin üretim alanı olmanın dışında, nesiller boyu seyrangahı idi. Kente yakınlığı nedeniyle kentlilerin obasıydı. Gece yaylaya gelen kent soyluları, sabahleyin kahvaltı yaptıktan sonra sırtlarına Kermanşah, Şiraz eğerleri atılan, başlarına Urmiye gemlerini geçiren, gem çevresini renkli el sanatları ile süslenmiş atlara binerek yayladan ayrılırlardı. Atları rehvan olanlar salladıkları kamçılarla çalım atarak çadırdan uzaklaşınca, arkada bıraktıklarına bir kez daha dönüp bakmayı ihmal etmezlerdi.

2.20120726011216.jpg

3.20120726011224.jpg
Yüksekova Cilo’dan iki fotoğraf (Yıl: 1961)

4.20120726011247.jpg
Cilo’da berivanlar  - 1961

Yaylalarda aşk ta çok farklı idi. Karşı çinslerin duyguları doğanın olağanüstü güzellikteki renkleri, kokuları ile kucaklaşınca kalpten göze gelen mesajlar daha keskin ve daha etkileyici oluyordu. Berçelan yaylasında sevgi ile güzelliğin birleşmesi ile etkilenmeyen çok az insan vardır. Aşktan nasibini alanlar kendilerini zaman –zaman; Cembeli ile Bınevşan, Memo ile Ziné, Şahin ile Şengemeryemok gibi görürlerdi. Yaylalarda Kürt aşk destanlarının anlatımı çok güçlü idi. Her yaylada dengbejlerin mekanları vardı. Anlatımları saatlerce sürerdi aşk destanlarının. Yayla ekabirlerinin büyük çadırları aynı zamanda geceleri dengbejlerin buluşma ve yarışma sahneleri gibiydi. Geceleri durmadan ışıldayan yıldızlar, Harran ovasında göründüğü gibi parlaktı. Halaylar genellikle mehtap ışığında çekiliyordu. Üretim coşkularını halk oyunları ve dansları ile dile getirirlerdi. Halk oyunlarının yapıldığı çimenlikler sevgililerin buluşma arenası idi. Duyguları kabaranlar omuz oynatma, boyun kıvırma, yorulmak bilmeyen ayak sekme ve çekmeleri ile kendilerini ifade ediyorlardı.

5.20120726011303.jpg

Seyyar satıcıların yaylaya getirdikleri mendil, tarak, ayna ve takılar bir günde tükenirdi. Onlara kavuşmak için karşılığında peynir, yün, tereyağı fazlasıyla ödemek yaylalıların mertliğini yansıtıyordu. Takılar değerlerinin üç katına satılırdı. Yaylalı aşıkların karşılıklı hediyeleri büyüklerden sır gibi saklanırdı. Yakalanmaları durumunda, ailelerin arasındaki gerilim artardı. Ne hoşgörü sınırsızdı ne de aşiret töreleri. Ancak itiraf etmeliyim ki yaylalılarda terazinin hoşgörü kefesi daha ağırdı ceza kefesinden. Bu hoşgörünün kökleri ilk çağlara dek uzanıyordu ve mayasında coğrafyanın derinliklerinde yatan ilkçağın dört büyük ahlakçılarından biri olan, bilge Zerdüşt’ün öğretisinin izlerini taşıyan, “Özgür aşiretler” geleneğimden geliyordu. Hoşgörüsüzlük, mezoptamya düzlüklerinde yaşayan güneyli halkların dayatması sonucu oluşmuştu.

6.20120726011314.jpg

Yayla yaşamından ayrıldıktan sonra büyük- küçük kentlerin yaşamı ile tanıştım. Ancak Berçelan’daki doğal güzellikler ile birlikte, o dönemin insanının mertliğine her zaman özlem duydum. Yalanın, riyakarlığın, sömürünün, baskının fazla uğramadığı alanlardı yaylalar. Hakkari Kale’si çevresinde tarih boyunca bir yaşam biçimi olarak benimsenen kabileler demokrasisinin uygulandığı açık mekanlardı. Bizim yaylalarımızda insanlar; işkencenin, Filistin askısının, elektirik şokunun, zindanın adlarını bile bilmiyorlardı. Bu saydıklarım da dışarıdan gelenlerin bölge insanına hediyesi idi. Mübadele ile yapılan ticarette geçerli olan sözdü. Alışverişte, komşu ülkelerle olan yapay sınırlar engel değildi. Senetler de, çekler de verilen sözün gizeminde yatardı, bir onur bir de güven vardı yayla insanında. Aşiret konseyinin verdiği kararlar günümüz Ortadoğu devlet mahkemeleri yargılama biçiminden çok daha hızlı ve adilane idi. Bölgede gittikçe kurumlaşan devlet sistemi bu sağlam çekirdeği parçalayarak yok etti. Verilen eğitim sistemi ile önce kişilikler zayıflatıldı. Yüksekliklerde başı dik gezen yaylalılar, kentte ikiyüzlü, dönek, eğilen, satılan bir yapıya dönüştürüldü. Statünün öngördüğü eğitim sistemi onu emrediyordu. Attan inip arabaya binen yaylalı, süreç içinde dili ve kültürü ile birlikte birçok değerini yitirmişti.

Günümüzde kentleşmenin, çağdaşlaşmanın, kalkınmanın, uygarlığın bir göstergesi olduğunun farkındayım. Ancak, ülkemizde Kürtlere dayatılan asimilasyoncu inkar politikası böyle bir amaca hizmet etmiyor. Sistemin amacı daha fazla insanın kırılarak etnik kimliğinden uzaklaştırılmasıdır. Köklerinden, geleneklerinden koparılması ve uzaklaştırılmasıdır. Amacım, ilkel üretim araçları ile yapılan yarı göçebe yaşamı özendirmek değildir. Rahatsızlığımız, uygarlık adına yapılan, insanlardaki zoraki değişim ve dönüşümdür. Dayatmalarla sağlanan bu kırılma, bir insanlık ayıbı olduğu gibi, insanlığa karşı işlenen bir suç, bir cinayettir. Bir halkın dilini, kültürünü, örf ve adetlerini, ekonomik yaşam tarzını kökten değiştirmek, asimilasyon uğruna onun yerine resmi dili ve kültürü yaygınlaştırmak, 20.y.y.’da sömürge sistemlerine özgü bir yöntem idi. Aşı tutmadı ve zor kullanarak girdiği her coğrafyadan sökülüp atıldı. Aşiret biçimindeki toplumsal yapı, uluslaşmanın önünde büyük bir engeldi. Ancak, aynı zamanda mazlum halkın dilini, kültürünü, iyi törelerini yaşatan sağlam ve sert bir çekirdekti. Bu çekirdeği parçalayıp kendisine yarayan bölümlerini koruma altına alıp asimilasyon süzgecinden geçirmek, kontrol edemediklerini de dağlarından, yaylalarından söküp atmak, planlı bir devlet projesiydi. Valiler, komutanlar, emniyet müdürleri bu antidemokratik uygulamaların baş mimarlarıydı. Okullar, camiler, kışla ve karakollar Kürt halkını bütün değerleri ile eritmek için seferber olmuşlardı. Çarşı ve pazaryerlerinde alışverişe çıkıp Kürtçe konuşanlar; hafiyeler tarafından önce karakollara, ardından da mahkemeye çıkarılıp cezalandırılıyordu 1930 ve 1940’lı yıllarda. Bölgede feodal güçlere dayanarak örgütlenen siyasi partiler muhalefette iken iktidar partisinin baskıcı politikalarını eleştiriyor, iktidar olduklarında da seleflerini aratacak baskıcı yöntemlerle devleti temsil ediyorlardı.

İktidar nimetlerinden yararlanan bazı egemen ailelerin işleri iyi gidiyordu. Devletin olanaklarını arkalarına alan bu yarıefendiler,  halkın bilinçlenmesini uzun süre engellediler. Asimilasyonun hızlandırılmasına büyük katkı sundular. İşbirlikçileri ile bölgenin günahkarları olarak tarihe geçtiler. Önemli bir olay olmadığı sürece devlet yetkilileri hep geri planda kaldılar. El ve ayak olma görevlerini yerli aşiret liderleri yaptı. Çünkü coğrafyanın stratejik konumu ve aşiret konfederasyonu ile yaşamlarını sürdüren toplumsal yapıdaki dengeler bunu gerektiriyordu. Küçük bir azınlığa sağlanan ekonomik kazanımlar dışında 1920-2000 yılları arasında yaşayan üç kuşağın aile ünvanları, oturdukları yerleşim alanlarının adları, doğuştan gelen hakları baskı kullanılarak değiştirildi. Medreselerimiz cezaevlerine dönüştürüldü. Üzerinde Arapça  EKRAD “Kürt” sözcüğü işlenmiş mezar taşları tahrip edildi. Hakkari Kale’sinin direnen tarihi kalıntıları, dozerlerle sökülerek yerle bir edildi. Doğan çocuklara Kürtçe isim vermek yasaklandı. Halkın binlerce yıllık mirası 80 yıl içinde tamamen yok edildi. 12 Eylül faşizmi evlerinde klasik Kürt müziği bantlarını bulunduranları işkence tezgahlarından geçirerek cezalara çarptırdı.

7.20120726011323.jpg

Zamanla, yaylalardan inip kentli olmuştuk. Ancak doğuştan gelen haklarımızda yok olmuştu. Kimliğimiz ve özgür irademiz ile ilgili tüm haklarımızı yitirmiştik.  “şehir” anlamına gelen “bajar” mahallemizin adı; “biçer”, yelin karşılığı olan “rüzgar” “baé” kalemizin adı “bay”, adını doğan sözcüğünden alan “Zé” nehrimizin adı “Zap” ve kentimizin simgesi olan “sımbı” dağımızın adı da Sümbül olmuştu resmi kayıtlarda. Okula giden çocuklara her gün sabah yeminle dünyanın en büyük yalanı ezberletiliyordu. Yaklaşık üç göbek insanımıza bu yalan dayakla ezberletildi. Türkleştirme tam bir demir yumrukla sağlanıyordu. Üç devletin sınırları ilimizin topraklarında kesişmişti. Ölüm tuzaklarına rağmen yakın akrabalarını görmek için sınırları geçenler, ne İran monarşisinde ne de Irak’taki diktatörlükte böylesine acımasız ve tamamen inkara yönelik bir eğitim politikasının olmadığını söylüyorlardı. Söylenenler doğruydu, dünyanın hiçbir sömürgeci sisteminde böylesine bir kültür katliamı yaşanmamıştı. Zorbalar mazlumlara “sen benim etnik yapımın bir parçasısın” söylemi ile yapılan kültürel jenoside meşruiyet kazandırmışlardı. İnsanlık ve bilim dışı olan bu söylem Ortadoğu egemenlik sisteminin bir sloganı idi. Amaç, tutsak alınan halkın varlığına tanıklık eden tüm etnik ve kültürel değerlerini ortadan kaldırmaktı. Kürtlere uygulanan mezalimin temelinde de bu gerçek yatıyordu.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
15 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi