İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

İncil onların toprak bizimdi

İncil onların toprak bizimdi

İlklerin coğrafyası Mezopotamya’da son 1000-1500 yılda kılıç gücü ile kan dökerek bölgede egemenlik kuran milletlere; kadim toprakların kadim halklarına yaptıkları mezalimin hesabı soruluyor. Bazen dışardan gelen emperyal bir güç diktatörlere hesap sorarken, bazen de karakteristik gaddar yapılarından kaynaklanan ileri geri kavgası tüm hızıyla ve kanlı bir biçimde sürüyor. “Verimli hilal’’ diğer tanımıyla ‘’Bereketli topraklar’’ yerli halkların mezbahasına dönüştürüldü. Cellatların cellatlığını devam ettiren çocuklarının burnundan fitil fitil getiriliyor. Mazlumlara yönelik baskı ve inkâr sürerken; onların da çok rahat saltanatlarını sürdürdükleri söylenemez. Bölgede egemen olan devletlerden tek birisinin halkı 20. yüzyıldaki paylaşımda ulusal kurtuluş savaşı vermediği gibi, devletlerinin sınırları dahi batılı emperyalistler tarafından cetvelle çizildi. Çaldıran savaşı sonrasında birbirlerine düşman olan ve yapılan savaşlarda on binlerce insanın ölümüne neden olan; Osmanlı, İran imparatorluk geleneğinden gelen Türkiye ve İran yöneticileri emperyalistlerle uzlaşarak ortaklaşa belirledikleri devletlerinin sınırları içinde birçok mazlum halkı tutsak alarak; Türk, Fars ırkçılık potalarında eritmeyi başardılar. Zengin petrol yataklarına sahip Arap coğrafyası üzerinde yaklaşık iki düzineye yakın devletçik oluşturuldu. Devletlerin sınırları çizilirken bölgenin adeta yasalaşmış sosyal ve dinsel yapılanmanın bir gerçeği olan etnik ve mezhep sorunları göz ardı edildi. Oysa bölge çok kanlı bir etnik ve mezhepsel iktidar kavgasına sahne olmuştu. Ortadoğu böylesine potansiyel bir tehlikeyi bağrında taşıyordu. Bu kavgada çok sayıda halife, peygamber torunu, padişah, imam ve şehzade hayatını kaybetmişlerdi. Özellikle birer siyasal parti gibi örgütlen mezhep mensupları, ibadetgâhları birer parti bürosu gibi kullandılar. Çelişkiler öylesine derinleştirildik ki; bugün Irak olarak adlandırılan ülkede bir suninin soydaşı bir şiinin camisine, bir şiinin de bir süninin camisine ibadet için gittiğini tarih yazmamıştır. Şİİ-SÜNNİ iktidar kavgasında barbarlıklarıyla öne çıkan Emevi ailesinin kökü akrabaları Abbasiler tarafından iktidar uğruna kurutuldu. Katliamdan sadece bir erkek kurtuldu. O da İspanya ya kaçarak Endülüs Emevi Devleti’ni kurdu. Şii inancına göre 12 imamdan Halife Ali ve oğlu Hüseyin kılıç darbeleriyle öldürülürken, diğer oğlu Hasan ise; 5. halife Muaviye’nin adamlarından Mervan’la yolladığı zehir, içme suyuna katılarak yaşamına son verildi. Bağdat’ta Sünni İslam’ın temsilcileri olarak 508 yıl saltanat süren Abbasi halifeleri; İslam’ın başkenti Bağdat’ta gözetim altında tuttukları 7 Şii imamı zehirleterek öbür dünyaya yolladılar.

12. yüzyılın ortasında Moğol istilacıları çekirge sürüsü gibi bölgeye musallat oldular. Hakanları Hulago İslam’ın başkenti Bağdat ve çevresinde 85 bin insanı kılıçtan geçirerek 508 yıllık Abbasoğluları hanedanına son verdi. Orta Asya’dan peş peşe gelen saldırı dalgaları Mezopotamya ve Orta Doğu’daki tüm siyasi dengeleri alt üst etti. Bölgede İslam’ın doğuşuyla yaklaşık 7 asır Araplarda olan imparatorluk egemenlik merkezi İran ve Anadolu’ya kaydı. Arap yönetimlerinin lejyon olarak kullandıkları; dünyanın en büyük kıyımlarından geçirdikleri Farslarla Türkler devletleşerek Arapların efendileri oldular. Mezhep kavgaları tüm acımasızlığıyla devam ediyordu. Şiiliği benimsedikleri için Hz Ali’nin mühürü İran sarayındaydı. Osmanlı hanedanı şiiliğin panzehiri olan Sünniliğin mührünü İstanbul’a taşımak için Mısır’a sefer düzenledi. Mısır halkını kılıçtan geçirerek Memlüklerde olan mühürü binlerce deveye yükledikleri ganimetlerle Babıali sarayına naklettiler. Artık Şiilik ile Sünniliğin çatışma merkezleri de İstanbul ve Tahran olmuştu. Ganimet ve talan amaçlı savaşlarda; Kavmiyetçilik kılıçlarına geçirdikleri mezhepsel inanç kını kullanılıyordu. İran’a yapılan seferde Osmanlı ordusu Üsküdar’ı geçmeden; ‘’’Kızılbaş’’ Farsların ‘’Gâvur’’luğu ilan edilerek Şeyhül İslam’dan fetva alınırdı. Karşıt düşman İran sarayı da; Osmanlıları peygamberin torununu Kerbela’da barbarca katleden Yezid’in mirasçıları ilan ederek İran Halkları savaş yakıtı olarak cepheye sürülüyordu. Kanlı savaşlar birkaç asır arlıklarla devam etti. Her iki taraftan da çok sayıda insan savaş meydanlarında can verdi.

Savaşlar bilinçli olarak Kürdistan’a kaydırılmıştı. Savaşı kazanan imparatorluk güçlerinden sağ kalanlar elde ettikleri yüklü ganimetlerle yönetim merkezlerine dönerlerken, toprakları işgal edilen ayaklar altında ezilen Kürtler bölünerek köleleştirildiler. Düşman kamplara ayrılan Kürtler; hem birbirlerine hem de hasım imparatorluk güçlerine karşı kullanılıyorlardı. Günümüzde Şiiliğin kutsal mekânları Irak’ın güneyinde olsa bile; mezheplerinin siyasi yönetim merkezi İran’dadır. Çünkü küçük devletçiklere bölünmüş Şii Arap devletlerinin imamları siyasi ve askeri alanlarda İran Ayetullah’ları kadar varlık göstermiyorlar, AKP 10 yılı aşan iktidarı sonucu Sünnilik mezhebinin önderliğine soyunarak Muaviye mührünü Ankara’ya yeniden taşımak istiyor. Ancak geçirmekte olduğu siyasal sarsıntıya rağmen Mısır’ın bunu kolay kolay kabullenerek içine sindirmesi ve Türkiye’ye kaptırması beklenemez. Aslında Araplar arasındaki Sünni-Şii savaşı şu sıralarda Suriye’de yoğunlaşmış durumda. Sünni hanedanların iktidar oldukları Türkiye, Arabistan ve diğer ülkelerde; yönetimler Suriye muhalefetini açık açık desteklerken; başını İran’ın çektiği muhafazakâr-Şiiler Esad ailesinin iktidarını ayakta tutmak için destek veriyorlar. Zaman zaman tarihten gelen mezhep düşmanlıkları tüm çıplaklığıyla yüzeye vurarak sürüyor. Katı muhafazakârlığıyla tanınan LÜBNAN Hizbullah’ının lideri Şeyh Nasrallah açıklama yaparak Suriye’de iktidar olan Şii azınlığın arkasında olduğunu açık açık dile getirmekten kaçınmadı. Bu açıklamaya sert tepki gösteren Ankara’nın o güne kadar savaşçılarını  ‘’Mücahid’’ saydığı Hizbullah’ı yani Allah’ın partisi; Türkiye’de iktidarda olan AKP yetkililerince ‘’ HİZBUL ŞEYTAN’’ ilan edildi. Ülkesel ve ulusal çıkarlara göre şekillendirilen bölge yasaları böyle bir siyaseti emrediyordu. Suriye’de de Arap Baas milliyetçilik kılıcı; mezhepsel bir kına geçirilmiş olsa bile, özerklik isteyen Kürtlerin kellesini uçurtmaktan geri kalmıyor. PYD savaşçılarından önce EL AKRAD gibi dine dayalı örgütlenen Kürt İnanırlarının cehenneme yollama işi daha önce bitiriliyor. Burada da tarihin bütün dönemlerinde görüldüğü üzere; inanç kını içinde saklanan milliyetçilik kılıcı yeniden bileniyor; kendi kanlarını taşımayan farklı etnik kimlikleri tanımamakta ısrarlı görünüyorlar. Hiç kuşku yok ki din kardeşliğine rağmen kimlikleri tanınmak istenmeyen halk Kürtlerdir. Zaten Fransızların yönetimini Araplara devrettikleri Suriye’de nüfus cüzdanı verilmeyen halkların başında Kürtler geliyordu. Anlaşılan Suriye’de Kürtlerin siyasi statüleri konusunda Sünni Araplarla Şii Araplar arsında düşünsel alanda hiçbir fark yoktur. Ne acıdır ki inançlı Kürtler; tarihte Türk, Fars, Arap inançlılarını kendilerine daha yakın bularak oyuna getirilmiş, kurulan tuzaklara düşürülerek asırlara yayılan bir kölelik sürecini yaşamış ve bu siyaset günümüze kadar sürdürülmüştür. Kürt inanırlarının kavrayamadıkları bir bölge gerçeği vardır. Aslında Kürt düşünürü Ehmedê Xanî 3 asır önce Kürt halkına önemli uyarılarda bulunmuştu. Fakat Kürtler, özellikle de dindar Kürtler Ehmedê Xan’i’yi bu güne kadar anlamış değildirler. Kendi filozoflarının söyledikleri paha biçilmez sözleri algılayamayan bir halkın ulusal bilince erişmesi mümkün değildir. Kürt İnanırlarının anlayamadıkları bir bölge gerçeği daha vardır. Toprakları özgürleşmeyen halkların ibadetleri de özgür değildir. İbadethaneler ülke toprağının üzerinde bulunan küçük simgelerdir. Mabetlerin özgürlüğü o insanlara ait olan toprakların özgürlüğünden geçer. Topraklarının esaretini her gün yaşayan Kürt inançlılarının gittikleri camilerini özgür kurumlar olarak görmeleri büyük bir aldanmadır. Tarihleriyle yüzleşmek istemeyen, inkâr politikasında ısrar eden ve bunun için Kürtlerin ibadet için gittikleri mekânlarda intihar eylemleri düzenleyip, kelle kesenlerin sahte din kardeşliğinin halen anlaşılmamış olması, bazı muhafazakâr Kürt yurtseverleri için büyük bir talihsizliktir.

Temeli Hz Ali ile Muaviye tarafından atılan, tarih buyunca çok kanlı hesaplaşmalara yol açan iktidar kavgasını sonlandırmaya inanmak çok büyük bir yanılgıdır. Saddam Hüseyin Irak’taki Sünni diktatörlüğünü kurarak Şii muhalefetini susturmuştu. Aynı şeyi Suriye’de Şii olan Esad ailesi Sünni Araplara karşı uygulayarak yaptı. Her iki kesimin imamları da kendilerini tanrının yeryüzündeki vekilleri olarak görüyorlar. Birçok alanda reform geçirmeyen bölgede demokrasiyi yerleştirmek hem zor hem de hayaldir. Asırların birikimi ve gerçeği olan soruların kökten çözümü; yapay devletler olarak sınırları çizilen Irak ve Suriye’nin üçer devlete bölünmesi kaçınılmazdır. Yeni kurulacak Sünni, Şii ve Kürt yapılanmaları dışında; Süryani ve Türkmenlere de yoğunluklu olarak yaşadıkları bölgeler de geniş kapsamlı özerk statüler tanınmalı. Günümüzde farklı etnik ve dinsel, mezhepsel bir kültürü benimseyemeden barış içinde bir arada yaşama şansını yakalayamazlar. Geçmişte bölge halklarının özgür iradelerine dayanmayan beraberlik;  zoraki, çileli, sonu acılarla ayrılmaya giden bir evliliğe benzemiştir. Önemli olan eşitlik temelinde bir arada yaşama bilincine ulaşmaktır. Arzulanan çağdaş bir demokrasi bilinci halende Orta Doğu’nun ufuklarında görünmüyor. Orta çağa özgü yöntemlerle toplumları harekete geçirmek kalıcı barışa hizmet vermez. Çünkü yüzyıllardır denenen dinsel ve mezhepsel yöntemler demokrasi bilincine katkı sunmamıştır. Birer duvar gibi toplumları bölmüştür. O serum ağrıları gideremediği gibi, bölge halklarının bünyesinde kanserli bir yapı oluşturmuştur. Bazı hanedanları güldürmüş, fakat geniş yığınları hep ağlatmıştır. Mayasında düşmanlık virüsü vardır. Hep kanla beslenmiştir. Girne ulusal kurtuluş hareketi önderi KABRAL; yıllar önce sömürgeci yayılmaya vurgu yapan bir gerçeği dile getirmiştir. Batılı sömürgeciler Afrika kıtasının zenginliklerine konmak için dini misyonerlerin eline kutsal kitabı vererek girebilmişlerdi. Onun için ölümsüz kabral; ‘’ülkemize geldiklerinde İncil onların toprak bizimdi. Zamanla toprağımız onlara geçti, İncil’ide bize bıraktılar.’’ Ancak coğrafyamıza musallat olan Arap sömürgecileri; hem topraklarımızı işgal ettiler, hem de kutsal kitabı elden bırakmayarak yaptıkları mezalimi meşru göstermeye çalışıyorlar. Hem dünyevi hem de göksel kılıcı elden bırakmıyorlar. 5. Halife Muaviye’nin iki kılıçlı politikasını aradan 1350 yıl geçmesine rağmen canlı tutmaya çalışıyorlar. Kürtlerin aynı kutsal kitaba inanmaları; kadim toprakları olan Harran, Kerkük ovalarının atalarının tapusunda olduğuna kanıt olmaya yetmiyor. Türk, Fars, Arap dindarlarının tarih boyunca kuşku ile baktıkları Kürt Müslümanlığının geçersizliği Batı Kürdistan’daki uygulamalarıyla bir kez daha su yüzüne çıkmıştır. ‘’Az İslam, çok ganimet’’ sloganıyla Kürdistan’a giren Araplar; sonradan bu sloganı ’’ya Araplaşacaksınız yahut da yok olacaksınız’’ biçiminde hayata geçirdiler. Bunun en canlı örneği Kürtler; Irak diktatörü Saddam Hüseyin’in 1988 de Güney Kürdistan’a yönelik gerçekleştirdikleri “ENFAL’’ saldırısında yaşadılar. Kürtlerin 1400 yıl ezberledikleri Enfal süresi, kendilerini koruyamamış. 184 bin masum Kürt insanının Arabistan çöllerinde açılan toplu mezarlarda can vermelerine; kutsal kitabın emri ile cepheye sürülen Arap askerlerinin çok yüklü ganimetlerle ülkelerine dönmelerine zemin hazırlamıştı. Bugün “ Enfal saldırısı’’nın bir benzeri Batı Kürdistan Kürtlerine yaşatılıyor. Yakında kutsal metinlere dayandırılan o saldırının da adını duyacağız. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
13 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi