İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

Arap Baharı

Arap Baharı

Siyasal İslam’ın Mısır ve diğer bazı Arap ülkelerinde muhafazakar kesimlerin desteği ile iktidar olması; bölgenin Sümer’den bu yana tarihsel gerçeğini yeterine kavrayamayanlar tarafından “ARAP BAHARI” olarak adlandırıldı. Oysa Sümer kent devletlerinin son dönemlerinde başlatılan RAHİP – LUGAL iktidar savaşında rahip geleneğini temsil eden kanat; yüzyıllar boyunca Ortadoğu coğrafyasında kutsal inançları, kılıç kullanarak halka dayattı. Semavi buyruklara dayandırdığı iktidarının vazgeçilmez, değiştirilmez bir yasa olarak halklara benimsetti. Zaten son beş bin yılda bölgede rahip ve savaşan şahinler olarak bilinen lugal elit guruplarının dışında, üçüncü bir sosyal tabakanın iktidar koltuğuna oturduğuna tarih tanık olmamıştır.

I. Dünya Savaşı sonrasında sanayi devrimini gerçekleştirerek Ortadoğu’ya gelen batılıların desteği ile bazı ülkelerde dine dayalı iktidarlar el değiştirdi. Bölgede paylaşım savaşı ve güç yarışına giren ABD ve Sovyetler Birliği bu değişimde önemli rol oynadılar. Lugal geleneğini 20. yy’ın birinci çeyreğinde İslam coğrafyasında ilk olarak Osmanlı İmparatorluğunda bir subay olarak görev yapan Mustafa Kemal ve ekibi hayata geçirdi. 1957’de Mısır’da hür subaylar hareketinin lideri Albay Cemal Abdulnasır; Irak’ta 1958 yılında General Abdulkerim Kasım; Suriye’de 1963’te Albay Hafız Esad; Liyba’da 1969’da Albay Muammer Kaddafi hem dış güçlerin desteği hem de onlar için ilham kaynağı olan Kemalist hareketten esinlenerek silah zoru ile iktidar oldular. Türkiye’de 1950’li yıllarda Menderes iktidarı ile biraz da olsa zayıflatılan askeri vesayet; 1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat 1997 müdahaleleri ile yeniden iktidar oldu veya kendi inisiyatiflerinde kukla sivil hükümetler kurdurdu. Türkiye’de iktidarı ele geçiren cuntaların arkasında ABD yönetimi aktif bir biçimde rol alırken; Mısır, Suriye, Irak’ta Arap orduları Sovyetler Birliğinin desteği ile darbeleri gerçekleştirip iktidarlarını sürdürdüler.

Darbelerle siyaset sahnesinden uzaklaştırılan rahip geleneğinin mirasçıları yer altına inerek kendilerine yol açacak iktidarları destekleme taktiğini izlediler. 2000’li yılların başında yeniden canlanarak silahlı ve silahsız yöntemlerle iktidar savaşını başlattılar. Türkiye’de siyasal İslam’ın perde arkasındaki desteğini alarak iktidar olan AKP hükümeti iktidarının 10. yılında tarihi hasmı olan ve ERGENEKON  örgütlenmesi ile yeniden darbe girişiminde bulunmak isteyen lugalları gerileterek etkisizleştirmeyi başardı. Hükümet çevrelerinin iddialarına rağmen ben lugal geleneğinden gelenlerin tamamen bertaraf edilerek etkisizleştirildiği görüşünde değilim. Saddam ve Kaddafi rejimleri dış müdahalelerin desteği ile; Mısır’da yine dış destekli muhafazakar kesimlerin meydanlara çıkması sonucu iktidarlar el değiştirdi. Suriye’de ise Esad ailesinin cunta kökenli iktidarı direnişini sürdürüyor. Ancak bu kavganın kökleri tarihin derinliklerinden geldiği için kısa sürede sonuçlanmasını beklemek yanılgıdır.

Siyaset “Baharı” kavramına gelince; bilindiği gibi dört mevsimin en güzeli ve zinde olanı ilkbahardır. Doğa yeniden yeşererek bir gelin gibi ve rengarenk giysilerle canlıları kucaklar. Yaz, kavurucu sıcakları beraberinde getirirken; sonbahar; solgun bir dula benzer. Kış ise sert ve dondurucu soğuklarıyla yaşamı adeta felçleştirir. Onun için dört mevsimi yaşayan insanlar; demokratik, adil, insan haklarına saygılı yönetim dönemlerini bahara benzetirler. Ancak halkların mezbahasına dönüştürülen Ortadoğu coğrafyasının halkları hiçbir zaman gerçek bir siyasal baharı yaşamadılar. Son 1000-1500 yılda bölgede egemenliklerini pekiştiren Arap, Türk, Fars yönetimleri; bölge halklarına sadece dondurucu, öldürücü kış mevsimi ile; yakıcı, kavurucu yaz mevsimini yaşattılar. Bölge halklarının Türk, Fars, Arap egemenlik alanlarında baharı yaşadıklarına tarih tanık olmamıştır. Kürtler ise, adı geçen yönetimlerin yarattıkları cehennemin “zemheri” denilen en soğuk, yine cehennemin en sıcak ve en derin kuyularında yaşamaya mahkum edildiler. Bahar tanımı sadece bu iki elit gurubun iktidar nimetlerinden yararlananlar için geçerli olmuştur. Lugalların dondurucu kışında, rahip geleneğinden gelenler buzlu dolaplara atılırken; kavurucu, beyin kaynatan rahip iktidarının yazında da; muhalif lugaller fırınlarda kavrulmaya terk edilmişlerdir. Zaten çok kanlı bir geleneğe sahip olan bu iki elit guruptan biri iktidara gelince; mezbahaya gönderilmekten kurtulan hasımlarını da fırın ve buzhanelerde tutmayı temel politika olarak sürdürdüler. Bundan ne peygamber torunları, ne sadrazam ve vezirler, ne şehzade ve beyzadeler ne de başbakanlar kurtulmuştur.

Ortadoğu ve Mezopotamya’nın kendisine özgü siyasal, sosyal ve dinsel yasaları reform geçirmeden ve iki elit gurubun dışında halktan üçüncü bir iktidar alternatifi yaratılmadan; yaşanan baharlar sadece rahiplerle lugallerin baharı olacaktır. Bu iki elit guruptan herhangi birisinin iktidarı ile bu coğrafyaya bahar gelmez. Tersini iddia edenler; eğer bu iki kesimden birinin kiralık kalemleri değil ise; hem kendilerini hem de asırlarca iktidar özlemi içinde olan geniş halk yığınlarını aldatıyorlar. Asıl sorun gerçek demokrasi ile henüz tanışmayan kitleler en ufak bir iktidar değişimini bahar olarak görüyor veya onlara bahar olarak yutturuluyor. Çünkü her iki egemen kesimin iktidarlarında demokrasinin mayası yoktur. Çıkışlarında halka iyi görünmeleri bir aldatmadır. Geçiş sürecinden sonra her iki kesimde despotlaşarak karşıtlarını eziyor, geniş yığınları baskı altında tutarak sömürüyor.

Mısır’da Hz. Mursi; yarım yüzyılı geçen Cemal Adulnasır, Enver Sedat, Hüsnü Mübarek yönetimlerinin bıraktığı izleri yeterince dikkate almadan rahip despotizminin baskıcı yüzünü erken göstermeye çalıştı. Oysa sandığa rağmen silahlar lugallerin elindeydi. Mursi’nin erken müdahalesini; yıllardır alışageldikleri yaşam biçimleri için tehlikeli bularak yeniden silahları devreye soktular. Bu tehlike Ortadoğu’da başka ülkelerin yönetim şatolarının kapılarında da bekleyişini sürdürüyor. Zaten İslam ülkeleri de iki kampa ayrılmış durumdadırlar. Lugalların mirasına oturan yöneticiler Mısır darbesine alkış tutarken; Türkiye dahil rahip yandaşları olup bitenlerden endişe duyduklarını ifade ettiler. Bunun en canlı örneği; Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt gibi krallık ve hanedanlarla yönetilen Arap devletleri; lugal iktidarını kendilerine daha yakın gördükleri için; Mısır’da darbe yapan ordu yönetimine milyar dolarlarla ifade edilen mali yardımda bulundular. Çünkü tabandan örgütlenen ve Tanrının yeryüzündeki gerçek gölgesinin kendileri olduğuna inanan Müslüman kardeşler hareketi; dış güçlerin desteği ile ayakta kalan iktidarları için tehlikeli görüyorlardı.

Dünya uygarlıklarına ilk beşiklik yapan Ortadoğu, Mezopotamya’nın; en son demokratikleşeceği coğrafya olarak görülüyor. Nedenlerinden biri de rahip ve lugal iktidar savaşının köklerinin çok derinde olması ve bazı düşünce alanlarında reforma kapalı olmasıdır. Hem bu iki elit guruba üçüncü bir alternatif yaratılmadan bölge halklarının demokratikleşmesi mümkün değildir. Batılı güçler de çıkarları gereği kimisi lugalları; kimisi de kendilerini “ılımlı” göstermeye çalışan rahip geleneğinden gelenlere olan desteğini sürdürüyorlar. Sandığın, kısa sürede bu tarihten gelen köklü düşmanlığa çözüm getireceği ufukta görünmüyor. Sancılanmaların daha uzun yıllar toplumu bölünerek; farklı meydanlarda toplanmaları ve birbirlerini kırmaları kaçınılmazdır.

Yeniçeri’nin isyancı geleneğinden gelen Kemalist ordu dahi birçok darbeye rağmen siyasal İslam’ın iktidara gelmesini engelleyemedi. Darbe yapan Mısır Ordusu’nun bölge gerçeğinde bir iktidar dini olarak ortaya çıkan siyasal İslam’ı önlemesi sadece hayaldir. Mısır’daki askeri darbe geçmişte Türkiye’de yapılan müdahalelere benzeyen; zaman kaybı ve sadece gecikmelere neden olan bir hamledir. Yalnız ezilen halklar, sınıf ve tabakalar açısından bunlardan birinin yönetimini diğerine tercih etmek de yanılgıdır. Her iki elit gurubun da amaçları Firavun, Yezit, Şah Abbas ve Yavuz Selim’in mirasını zamana uyarlayarak sürdürmektir. Fark sadece biçimsel olan cüppe, sarık ve apoletlerdedir. Her iki gurubun da tarihten gelen statükocu bir konumları vardır. Geçiş dönemini atlatıp; iktidarlarını sağlamlaştırdıklarında; ilk işleri mazlumların, ezilenlerin demokratik haklarını rafa kaldırmaktır. Özellikle Kürtlerin bunu böyle okumaları ve bilmeleri gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
9 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi