İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

İki kılıçlı iktidar ve Kürtler

İki kılıçlı iktidar ve Kürtler

Din adamları ile savaş geleneğinden gelen şahinler arasındaki iktidar kavgasının kökleri günümüzden yaklaşık 5 bin yıl öncesinde Sümer kent devletleri döneminde yeşermiştir.

 

Devlet yönetimine önce rahip kökenliler egemen oldular. Daha sonra kent devletlerinin savunmasını üstelenen Lugal denilen savaşçılar kılıç çekerek iktidara ortak olmak istediler. Sümer kent devletlerinin yıkılmasından sonra Mezopotamya düzlüklerinde hakimiyet kuran güneyli SAMİ boyları; Akade, Babil, Ninova, Kudüs, Mekke ve en son olarak da Medine kentini bu iktidar kavgasında durak olarak kullandılar.

 

Mabet ile askeri karargah arasındaki iktidar savaşı ateş yakıcılığıyla coğrafyayı sarmıştı. İbrahim, Musa, İsa ve benzerleri iktidara rahip geleneğinden gelenlerin temsilcileri olarak tarih sahnesine çıkarlarken; Hamurabi, Firavunlar, Nemrut ve ardılları da kral statüsüyle daha çok lugal geleneğinin bir nevi temsilcileriydi. Kutsal söylemleri kullanarak her iki kesim de iktidar olmak için kılıçlı olmayı zorunlu görüyorlardı. Birinci geleneğin temsilcileri iktidarlarını semavi buyruklara dayandırıyorlardı. Mezopotamya’da yerleşik olan halklar, tarih boyunca sadece bu iki elit gurubun kılıçlı iktidarlarına tanık oldular.

 

Coğrafyada üçüncü bir sosyal gurubun iktidar olduğunu tarih kitapları yazmamıştır. Sümer’den miras kalan Mezopotamya’ya özgü kutsal söylemlerle mayalanan iktidar harcı devlet yapılanmasında dünyanın başka kıtalarında benzeri olmayan sert bir kabuk oluşturmuştu. Adeta kireç taşı gibi sertleşen bu zulüm tabakasını kırmaya içten gelen muhalefetin gücü yetmiyordu. Zaman zaman Hulago gibi Orta Asya bozkırlarından kopup gelen güçler; bu kabuğu geçici bir süre için kırdıysalar da; süreç içinde bunlar da geleneğe boyun eğip bu bölge yasasına uymak zorunda kaldılar. Kısacası yapı dış aşı kabul etmiyordu. Sadece iki elit grup arasındaki iktidar değişimi yüzyıllar boyu devam etti.

 

20. yüzyılın başlarında Ortadoğu haritasını kendi çıkarları doğrultusunda şekillendiren ve ateşli silah üstünlüğüne sahip batılılar; darbelerle ikinci gelenek temsilcilerini iktidara taşıdılar. Mustafa Kemal, Cemal Abdül Nasır, Enver Sedat, Hafız Esat, Abdulkerim Kasım, Arif Kardeşler, Saddam Hüseyin, Kenan Evren ve Pervez Müşerref; yüzyılın Lugalzagesileri olarak iktidar koltuğuna oturdular. Tepeden oluşturulan bu iktidarlar batının yardımıyla kurdukları dikta rejimlerle saltanatlarını sürdürdüler. Bu arada geniş halk yığınlarının dini duygularını sömürenler de boş durmadılar. Çünkü tarihte iktidar nimetlerinin tadını en fazla onlar almışlardı.

 

İktidar aynı zamanda onlar için kutsanmış bir görevdi. Günümüzde İran’daki Ayetullahlar, Taliban, Hizbullah, Hamas, Müslüman kardeşler adıyla örgütlenenler; Lugalların 80 yıllık iktidar burçlarında gedikler açarak yer yer iktidar oldular. Tüm bölgede devam eden bu iktidar kavgası; Ankara’da da AKP ve ERGENEKON çekişmesi biçiminde yeniden yüzeye vurmuş görünüyor. Ancak ülkede temel sorun olan Kürt sorunu çözülmediği için KIŞLA ve CAMİ temsilcilerinin iktidar kavgasında; kutsal olan devlet yapılanması zeval görmesin diye sert-yumuşak söylemlerle inişli-çıkışlı bir yol izleniyor. Camiyi temsil edenler sandıktan çıktıkları gerekçesiyle halkın desteğini arkalarına alıp tabandan tavana doğru yol alırlarken; 80 yıldır tepeden gelip devlet yönetimini ellerinde tutup kurumlaşan kışlacılar da silah gücüne dayanarak, karşı hamlelerle direnmeye devam ediyorlar. Yakın tarihe dek birbirlerine karşı amansız bir iktidar savaşını başlatan camicilerle kışlacıların Kürt sorununa bakışları arasında önemli bir fark görünmüyordu.

 

Son yıllarda yapılan seçimlerde Kürtlerin bir kesiminin oylarını alan camiciler de biraz da olsa bir yumuşama gözleniyor. Bu manevrayı da yine kışlacılara karşı kendi iktidarlarını pekiştirme biçiminde yorumlamak daha gerçekçi bir yaklaşımdır. Çünkü Ankara, Tahran, Bağdat ve Şam camilerinin minberlerinde bağıranların; din kardeşleri olan Kürtlere karşı inanç kını içinde sakladıkları ırkçı, militarist, şoven düşüncelerle bilenmiş kılıçlarının henüz paslanmış olduğu söylenemez. Zaten Sümer’den gelen başka bir gelenek de; kavmiyetçiliğin kılıç, inancın da onu muhafaza eden bir kın olduğunu emrediyordu. Bölgenin vazgeçilmez bir yasası olan bu gerçeği en iyi İslam’ın V. Halifesi Muaviye dile getirmişti. O da yönetimin iki kılıçlı olmasına; bu kılıçlardan birinin ucunu yere, diğerinin ise göğe uzatılması gerektiğine vurgu yapmış ve iktidarını da bu yönteme göre şekillendirmişti. Kavmiyetçi kılıçlarını inanç kınına geçiren Arap, Fars ve Türk egemenleri devletli; inanç kını elinden alınan bölgenin kadim ve ikinci Müslüman halkı olan Kürtleri de devletsiz olmaya hatta köleliğe layık görmüşlerdi.

           

Tüm bölgede olduğu gibi Türkiye’de de cami ile kışlanın iktidar kavgası karşılıklı hamlelerle politik oyunlarla sürdürüldüğü bir ortamda; Kürt sorununun çözümünde mazlum tarafı tatmin edecek bir sonucun çıkmasını beklemek, hayalin ötesinde büyük bir yanılgıdır. Cami temsilcilerinin “Kürt açılımı” adı altında başlattıkları girişim; sıkıştırıldıklarında ağız değiştirip “demokratik açılım” biçiminde seslendirmeleri sadece bir talihsizlik değildir. Siyasal iktidarın bu kırılması çözümden ziyade çözümsüzlük eğilimlerini içinde barındıran samimiyetten uzak bir tutarsızlıktır.

Son 80 yılda kışla kadar cami de Kürtleri asimile etmek için seferber olmuştur. Bu da tarihten gelen temel bir politikadır. Diyanet reisliği kimliğinde ısrar eden Kürtleri dillerinden, kültürlerinden uzaklaştırmak için bölgedeki uygulamalarını Lugallerin emriyle daha da hızlandırmıştır. Kürt inkarını sürdürmek için cumhuriyet döneminin en yaygın imam kadrolaşmasını başlatmıştır. Devlet adına faaliyet yürüten özel din kurumları yaygınlaştırılmış ve bu alanda kışlayla uyum sağlanmıştır. Ülke genelinde bu uyum sadece Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları coğrafyada hayata geçirilmiştir. Askerlerle siviller arasında özellikle seçim dönemlerinde görülen söylem farkının temelinde; birinci gelenek temsilcilerinin gelecekteki iktidarlarını pekiştirmeye ve Kürtleri sonuç alınmayan sert yöntemlerle değil; içinde din kardeşliği teması işlenmiş yumuşak taktiklerle hedeflenen daha acımasız bir asimilasyon sürecinin tamamlanması gerçeği yatmaktadır.

 

Kürtlerin birincisinden daha öldürücü etkisi olan bu sahte kardeşlik zehri karşısında uyanık olmaları ve demokratik mücadelelerini kendi çıkarları doğrultusunda yoğunlaştırmaları hayati bir önem arz etmektedir. 21. yy da doğu halklarının kalıcı kardeşliği kışla-cami çekişmesinin dışında demokratik ve insan haklarına dayalı evrensel düşünce ve reformlarla sağlanabilir. Bu da sadece iktidar kavgasında karşıt güç gibi görünenlerin dışında üçüncü bir gücün iktidara aday olmasıyla mümkündür. Ne yazık ki, ilklerin coğrafyası olan Ortadoğu’da böyle bir güç ufukta bile görünmüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
17 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi