İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

İştar’ın yenilgisi

İştar’ın yenilgisi

İ.Ö. 4. bin yılın başlarında Aşağı Mezopotamya’da kurulan Sümer Uygarlığında; 3. bin yılın birinci yarısına doğru erkek egemenliği güç kazanmaya başladı. Daha önceleri Tanrıça düzeyinde saygı gören kadının onurlu ve dik duruşu sarsıntı geçirdi. Onun payına düşen “fahişelik” önce “kutsal tapınak”larda meşrulaştırıldı. Tarih, 2900 veya 2700 İsa öncesiydi. Zagrosların önemli bir bölümünün berrak sularını yatağında berektli “yarım hilal” coğrafyasına taşıyan Fırat’ın kıyısında kurulan ve Sümer’in yedi kent devletinden birinin yönetim merkezi olan URUK kenti; tarihinin en ihtişamlı dönemini yaşıyordu. Gezegenimizin ilk yazılı destanının kahramanı GILGAMEŞ; kenti bir cennete dönüştürmüştü. Görkemli surlarla çevrili Uruk; Tanrıça İştar’ın yeryüzündeki en genç tezahürü İLUN’nın ışıldayan sarayı, Baş Tanrı ANU’nun tapınağı olarak bilinen ve göklere yükselen Ziggorat, bilge ananın oturduğu Egelmah, Tanrı ŞAMAŞ’ın sanat şaheseri olan arabası ve daha birçok anıt ve abide ile donatılmıştı. VENÜS Tapınağının güzel ve cazibeli rahibesi TEHİPTİLLA; “dağlardan bozkıra göç etmiş ve gökyüzü sakinlerinden biri kadar güçlü ENKİDU’yu” Uruk kentine getirmişti. Kral Gılgameş’in iktidar gücüne güç katan Enkidu’nun serüvenleri tüm Mezopotamya’da konuşuluyordu. Ancak kahramanlığı öne çıkan kişi Gılgameş’in kendisiydi. Kılıcının gücüyle iktidar koltuğuna oturan Gılgameş kentte kurduğu düzen ve peş peşe gerçekleştirdiği başarılı hizmetleriyle geniş yığınların sevgilisi olmuştu.

Kutsal tapınakta eğlenmekle zaman geçiren İştar, Tanrıçalık unvanını sürdürmektedir. Yaşadığı birçok aşk serüveninden sonra şimdi de kalbindeki aşk ateşinin sıcak oklarını hedef olarak seçtiği Gılgameş’e çevirmişti. Birbirinden güzel rahibelerin koridorlarını doldurduğu VENÜS Tapınağı’ndaki odasında şeffaf elbiseler içindeki olağanüstü güzelliği ve “beyaz ışıltılar saçan vücuduyla” bakışlarını karşısına oturttuğu Gılgameş’ten ayırmayan Tanrıça İştar: “Kutsal evliliğin sadece bir semboldür. Benim eşim, benim erkeğim olmalısın Gılgameş, eğer ruhumun içine bir göz atabilseydin Gılgameş, sana karşı duyduğum ihtiras ateşinin beni yakıp kavurduğunu görebilirdin. Böyle bir duyguyu daha önce hiç tatmamıştım. İçimde sadece bir tek arzu var artık: benimle evlen Gılgameş… sevgilim.” Hazırlıksız yakalanan ve İştar’ın pek de parlak olmayan geçmişini çok iyi bilen Gılgameş: “Düşünmem lazım… bana biraz zaman tanı” demekle yetindi. Evlenme teklifini yapan ne de olsa bir Tanrıçaydı. Gururunu okşamıştı, ancak iktidarını paylaşma konusunda endişeleri vardı. Gılgameş, kadının kırılmaya doğru hızla yol aldığını ve İştar’ın da bu kervana katıldığının bilincindeydi. İştar’la ilgili çekingelerini eylem arkadaşı Enkidu’yla paylaşırken şunları söylüyordu: “Benim karım olmak istiyor. Onun eşi olmalıymışım, bu da tahtı ve iktidarı onunla paylaşmak anlamına geliyor. İlnanu (İştar) bana kurbanını önce bakışlarıyla büyüleyen, sonra da onu yavaş yavaş sararak sonunda boğan bir yılanı anımsatıyor. Cırtlak mahalle karısı gibi davranan bu kadın mı Tanrıça?”

Belirlenen saatte en iyi elbiselerini giyip Uruk’un paha biçilmez en kıymetli mücevherlerini takan İştar; Tapınaktaki odasında sedire uzanmış, Gılgameş’i bekliyordu. Bakışlarını yanıtını merak ettiği Uruk Kralı yeniden Tanrıçanın karşısındaydı. Güzelliğini kutsallığıyla pekiştiren İştar “söylediklerimi düşündün mü Uruk kahramanı, buraya cennetin kapılarını ikimize açmak için mi geldin?” İştar’ın olağanüstü güzellikteki gözlerinin içine korkusuzca bakan Gılgameş “korkarım bu olmayacak” diye yanıtladı. İştar “peki ya sebep” diye hırslandı. Soğuk kanlılığını koruyan Gılgameş “bir Tanrıçaya sahip yiyeceklere maalesef sahip değilim. Sahip olduklarım sadece krallara layık yiyecekler.” “o kadarına razıyım” dedi İştar. Pazarlığa hazırlıklı oturan Uruk kahramanı “sen bir Tanrıça olduğun için sana tabi olmak zorunda kalırım. Karısının şımarıklıklarının ve isteklerinin esiri olan bir kral! Hem sen zalim ve insafsızsın, fedakarlığı da çıkarcılıkla karıştıryorsun. Bu durumda sana güvenmem mümkün mü?” Gılgameş’e alaycı bir şekilde bakan İştar’ın, önce sık sık sergilediği gülümsemesi kaybolmuş, gözleri bir Tanrıçanın gazabıyla alev saçıyordu. Gılgameş’in kendisine karşı olan duygularını öğrenmek istiyordu. “Devam et ve ruhuna eziyet eden hiçbir şeyi benden saklama” dedi. Gılgameş, İştar’ın daha önce kimlerle nasıl aşklar yaşadığını duymuştu. Bunlardan Kara Karga Temmuz, İşullanu, Ohesi, Çobanların Başı Amaga’ya nasıl sırt çevirdiğini tek tek yüzüne karşı sıraladı. “Eğer ilk sevdiğin ben olsaydım sanırım onların başına gelenlerin hepsini ben de tadacaktım.” Tanrıça kral da olsa sıradan bir insanoğlundan böyle bir çıkış beklemiyordu. Bu, erkeğin şimdiye dek görülmemiş bir isyanıydı ve cezası büyüktü. Sinirlenen İştar, Gılgameş’i odasından kovarken: “Yıkıl karşımdan, aslı, nesli belirsiz piç! Bundan sonra Tapınağıma bir daha asla ayak basmayacaksın, seni lanetliyorum Gılgameş, Uruk krallarının en aptalı ve en sefili! Git buradan ve bir daha asla karşıma çıkma. Lanetim her zaman takip etsin ve yaşamdan aldığın tüm zevklerini sonsuza dek zehir etsin.”

Bir insanoğlu olan Gılgameş’in evlenme teklifini geri çevirmesine, hatta yüzüne karşı kırıcı ve azarlayıcı sözler söylemesine tepkisi çok sert olacaktı Tanrıça İştar’ın. Bu, erkek başkaldırısının Mezopotamya düzlüklerinde bir devrin kapandığının habercici olduğunu henüz fark etmemişti. Tanrıçalık mücadelesini sürdürmek ve direnmek için yüzünü göksel tanrı MARDUK’a çeviren İştar; Gılgameş’i cezalandırmak için Gök Boğasını Uruk’a göndermesi dileğinde bulunur ve dileği kabul edilir. Ne hazindir ki Uruk kentinin surlarının dibinde halka korkulu anlar yaşatan Gök Boğası, Gılgameş’in arkadaşı Enkidu tarafından öldürülür. Öldürmeyle de yetinmeyen Enkidu; İştar’ın Tanrıçalığının sonunun geldiğini ilan etmek için böğrüne kılıç indirerek yaşamına son verdiği boğanın bir budunu: “İlnanu’nun tapınağına götürerek İştar’a sunacağım, ne de olsa bunu çoktan hak etti” diye haykırarak Tanrıçaya meydan okuyacaktı. Gök Boğasını Uruk’a getirtmekle son kozunu da oynayan Tanrıça, güçlenen erkek egemenliğine boyun eğerken aşağılandığını hissetmiş ve üzüntüsünü şu sözlerle dile getirmişti: “Beni bir kez daha utandıran ve aşağılayan Gılgameş’e yazıklar olsun! Gök Boğasını öldürerek Marduk’tan isteyebileceğim yegane dileğimi mahvetti.” İştar, artık buyruk veren, dilediğini yaptıran bir Tanrıça değil; bir mabedin dört duvarı arasında vücutlarını pazarlayan “kutsal fahişeler” arasında yaşamaya mahkum edilen sıradan bir kadın olmuştu.

Uruk kentinin güçlü kralı Gılgameş’İn Tanrıça İştar’a başkaldırısı, Mezopotamya düzlüklerinde kadının kırılmasına süreklilik kazandırdı. Kadını koruyan mitoloji kalesinin burçlarında önemli bir gedik açılmıştı. Birkaç yüzyıl sonra Mezopotamya zenginliklerini talan etmek için bölgeye giren Sami kökenli güneyli boyların; erkek egemenliğini fazlaca barındıran sert ve acımasız siyaset rüzgarları; kadını koruyan şatonun duvarlarının tamamen yıkılmasında etkili oldu. Zamanla bu fırtına Zagrosların ulaşılmaz zirvelerinde dek yayıldı

Beş bin yıl içinde sistematik bir biçimde kırılma yaşayan kadının yeniden canlandırılması eyleminin insanlığın beşiği olan kadim Zagroslarda başlatılmış olması sevindiricidir ve tarihi geçmişine uygun devrimci bir gelişmedir. Bu eylem prangaya vurulmuş bölge halklarının özgürleşmesine öncülük edecek ve büyük katkı sunacaktır. Bu umutla geride bıraktığımız 8 Mart dünya emekçi kadınlar gününü kutlarken, kadınların eski saygınlığına yeniden kavuşmalarını diliyorum. Ayrıca özgürlük yanlısı tüm insanların 2011 Newroz’unu da selamlıyorum.

NOT: “Tırnak içindeki alıntılar; “GILGAMEŞ DESTANI’nı romanlaştıran Harald Braem’in “Uruk Aslanı Gılgameş” isimli romanından alınmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
15 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi