Süleyman Karataş

Süleyman Karataş

Hakkâri’de Eğitim Problemi (4)

Hakkâri’de Eğitim Problemi (4)

*Veli Bilinçsizliği ve Duyarsızlığı

           

            Şimdiye kadar sorunu sadece okul bağlamında ele aldık. Sanırım okuldan çıkma vakti geldi. Paydos oldu. Bakalım okuldan sonra neler yapıyor öğrenci. Gittik, gördük. Öğrencilere misafir olduk şimdi. Evlerindeyiz. Gün boyu okul ortamında, yoğun tempoda, dersle hemhal olan öğrenci, ders sonrasında neyle iştigal ediyor acaba?

           

             Ev ev dolaştık. Sorduk, soruşturduk. Zaten buralı olmanın verdiği avantajla, yörenin sosyo-ekonomik durumunu da az-çok biliyoruz. Bir zamanlar biz de öğrenciydik. Aynı sıralarda oturduk. Aynı yollarda yürüdük.(o zamanlar da yollar böyle tozluydu.) Aynı tozları yuttuk. Aynı yağmurlarda ıslandık. Kışın, sabahın erken saatlerinde ve dondurucu soğuğunda bir insan boyu karları aşındırdık. Savrula savrula, üşüye üşüye, titreye titreye…

 

            Bir eve misafir oluyoruz. Bir öğrencimizin evine. Çaya davet ettirdik kendimizi. Amacımız öğrencimizin yaşadığı ortamı görmek, böylece onu daha iyi anlamak, tanımak, velisiyle tanışmak, biraz da rehberlik etmek.

             İkindi vakti. Ders çıkışı. Saat 16.30 suları. Öğrencimizin rehberliğinde yola koyuluyoruz. Ev kenar mahallede. Kısa süren bir yürüyüşten sonra eve varıyoruz.

 

             Girişte öğrencimizin annesi ve irili ufaklı birkaç çocuk, sıcak bir tebessümle karşılıyor bizi.    

             Toprak damlı bir zula. Tek katlı. Dış kapısı ahşap. Gelişigüzel yapılmış eşikten içeri giriyoruz. İçerisi yarı karanlık. Pencereler ufacık ve yer yer çürük, boyası dökük. Daracık evin toprak zeminine döşeli yeşilli, mavili birkaç incecik kilim, yer yer yırtık. Kilimlerin kenarları çıplak. Evin iç duvarlarından geçen su muslukları sıva üstü. Evin içinden şehir şebekesi geçiyor gibi. Salondaki lamba yanık. Zaten o da yanmazsa ev büsbütün karanlıkta kalacak. Duvarların dibinde yere serilmiş birkaç eski minder. Karanlık köşede eski tarz sehpanın üzerinde küçücük ekranlı bir televizyon. Camı tozlu.

 

            Evde bir telaştır başladı. Ev ahali bize yer göstermek için birbiriyle yarışıyor adeta. Çocuklar etrafımızda fır dönüyor. Bize gösterdikleri yamalı minderlerin üzerine oturuyoruz. İçeride kesif bir koku var. Evin beyi evde yok. Dışarıda, inşaatta çalışıyormuş. On bir çocuğu varmış. Boy boy, irili ufaklı. İçlerinden beş tanesi okula gidiyormuş. En büyüğü bizim öğrencimiz. O da lise 1"de okuyor.

           

            Doğrusu söyleyecek bir sözümüz kalmadı. Oysa eve gitmemizin amacı apayrıydı. Güya velimizin duyarsızlığından yakınmak üzere gitmiştik misafirliğe. Bu konuda rehberlik yapmayı düşünmüştük. Bu niyetimizi evden içeri girene kadar koruduk. Lakin dış kapının açılmasıyla birlikte niyetimizi kapının eşiğine bırakmak zorunda kaldık. Öğretmenlik kisvesinden sıyrılıp öylece girdik. Hem rehberliğin gücüne nasıl da inanarak yola koyulmuştuk! Oysa evde sarf ettiğimiz sözler nasıl da çaresiz kalmıştı. Sözlerin de kifayetsiz olduğunu bütün çıplaklığıyla müşahede ettik. Şair demiyor muydu:?

…

 “Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel

   Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu”

   Bu derde düşmeden önce…

                                                 Orhan Veli

            O zamana kadar sözün büyüsüne ne kadar da inanıyordum oysa. Sözün etkisine, gücüne. Sözün yenilmezliğine, kudretine. Oysa şimdi söylediğimiz her söz ne kadar da zavallıydı. Ne kadar da çaresiz! Aç insanlara çerez sunuyorduk sanki. (Ekmek yoksa pasta ye! der gibi) Bir süre sonra, aç karınların çerezle doyamayacağını anlayınca bıraktık zaten, kalktık.

 

            Hakkâri"de bir anne-babanın nerden bakarsan 10 (on) çocuğu var. İçlerinden de en az beş kişi okula gider. Bazı ailelerde bu sayı daha da fazladır. On kişinin iaşesini sağlamak, yedirmek-içirmek-giydirmek pek de kolay olmasa gerek. Fiziksel ihtiyaçlarını karşılamak bile çok güç görünmektedir bu durumda. Ancak bu bile yapılmıyor. Belki de yapılamıyor. Bu bir imkânsızlık örneği. Ama duyarsız velimiz yok mu? Var. Hem de ne çok! Yıl değil yıllar geçer de veli okula uğramaz, çocuğunun kaçıncı sınıfta okuduğunu bilmez. Yazık, çok yazık! 

 

            Eğitim çok farklı bir süreçtir oysa. Eğitim, temel ihtiyaçları karşılanmış, içgüdüleri doyuma ulaşmış, karnı tok insanların işi. Aç insan düşünemez, tefekkür edemez; yaratıcı, üretici olamaz.       

           

            Bu hususta problemin dayanağı, artık çağımızda bir zaruret hali alan aile planlamasıdır. Aile planlamasına önem verilmeyişin, eğitime katkılarıdır. Aile planlanması noktasındaki bilinçsizlikten eğitimin nasibini almasıdır. Bu başlı başına bir konu zaten. Bu yazıda ele aldığımız problemin temel dayanağıdır. Burada sorun duyarsızlığın ötesindedir. Bilinçsizlik demek ne derece doğrudur bilmiyorum; ama ben bilinçsizlik demek istiyorum. Zira bilinçsizliğin çaresi vardır: O da öğrenmektir, ilimdir. Ya duyarsızlığın? İşte onun çaresi yoktur…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süleyman Karataş Arşivi