Fikret Yaşar

Fikret Yaşar

Kürtlerin özerklik sınırı

Kürtlerin özerklik sınırı

Küçük kazanımlara aldanarak kaybedileni görmezden gelmek aklıselim işi değildir.

 

Seçimde Kürtlerin dayanışma ruhu içinde hareket ederek mevcut mücadeleden daha güçlü çıkabilecekleri ileri sürüldü.

 

Seçim sonrasında da bu dayanışmanın kısmen sağlandığı anlaşıldı.

 

Dayanışmayı sağlayan esas faktör DTP gibi görünse de işin aslı, halkın yaşayan ve özgürlüğe aç olan özleminin bir adrese yansımasıydı.

 

DTP"nin mecliste ve diğer Kürt partilerine nazaran daha fazla ön planda olması ilgiyi toplamış ve Kürtler, “kimi koyarsak kazanır” mantığıyla sisteme karşı mecliste bulunan DTP'yi tercih etmiştir.

 

Bir önceki yazımda HEP… DTP, PKK ve Apo'yu yaratan fenomenin Kürt sorunu olduğunu vurgulamıştım.

 

Ancak, 30 yıllık süreçte özgürlük talebini simgeleyen oy oranının %6'dan %5 civarına inmesi bazı aktörlerin görevlerini yeterince yerine getiremediklerinin göstergesidir.

 

Bu sonuç Kürt siyasetçilerinin yetersizliğini ya da karşı sistemin başarısı gibi anlaşılmalıdır.

 

Sürecin geliştirdiği Kürt milliyetçiliği ve siyasi yetersizliğinden sistem İslamcı, solcu ve diğer ayırımlarla faydalanmaya çalışmıştır.

 

2007 genel seçimlerinde AKP'nin Kürt oylarının büyük bir kısmını almasının da altında yatan esas gerçek budur. Erdoğan: “Kürt sorunu benim sorunumdur” diyerek Kürtlerin milli duygularını sandığa yansıtmış ve Kürtleri temsil eden partinin DTP değil AKP olduğunu iddia etmişti. Çünkü AKP inançlı Kürtlere, DTP ise sol gelenekten beslenen Kürtlere seslenmişti.

 

Bugün bile AKP'ye iltifat eden Kürtlerin büyük çoğunluğu kendilerini muhafazakâr/inançlı milliyetçi olarak ifade etmektedirler.

 

Yerel seçimler sürecinde Erdoğan kimlik siyasetini göz ardı ederek, tezkere, “Ya sev, ya da terk et”, “tek dil, tek millet…” vb gibi militer yaklaşımlarla %5 civarındaki kemikleşmiş Kürt oylarının DTP'de kalmasını sağlamıştır. Dolayısıyla bir başarı varsa eğer, DTP'nin değil, Erdoğan'ın yanlışından kaynaklı bir sonucun DTP'ye yansımasıdır. Buna rağmen Erdoğan'ın dini yönüne inanan Kürtler Mardin, Bitlis, Muş, Adıyaman, Ağrı ve Bingöl gibi kentlerde yine AKP'nin kazanmasına sebep olmuşlardır.

 

Ne yazık ki, Kürtlerin kalesi dediğimiz yerlerin bir kısmında seçimlerde elde edilen dayanışma başımızı döndürmüş “diğer kesimlerde niye kaybediyoruz” sorusunu aklımızdan çıkarmıştır.

 

Kale olarak bilinen yerlerde seçimin kazanılması bir başarı değil, beklenen bir durum tezahürüdür. Aslolan Kürtlerin yaşadığı diğer bölgelerde, sistem ve asimilasyon sarmalında olan kesimin ne kadarının kimlik politikalarına iltifat ettiği, ne kadarının diğer sebeplerden dolayı farklı tercihlerde bulunduğunun anlaşılmasıdır.

 

Zaten 20 yıla yakındır  %5'ler civarında kimlik talebinde bulunan Kürt oyları her defasında başka isimlerle sandıkta ifadesini bulmuştur. Parti ismi ne olursa olsun Kürt kimlik arayışında olan Kürt oylarının oranı bellidir. Kimlik yerine inanç faktörünü birinci sıraya alan Kürtlerin oranı ise bunun çok üstündedir. Kürt siyasetçiler ancak bu iki faktörü birleştirebilme becerisi gösterdikten sonra zaferden bahsedebilirler.

 

Yani esas zafer, AKP ve diğer sistem partileri içindeki Kürt oylarını kucaklamak ve oy oranını %10'lar üstüne çıkararak çözüme yaklaşmaktır.

 

Bu yaklaşım, kimilerine göre sadece Kürtleri kucaklamak ve milliyetçi özellik taşısa bile özünde devrimci bir yaklaşımdır. Çünkü Kürtler var olma mücadelesi vermektedirler.

 

Lenin, “bağımsız olup da milliyetçilik yapmak faşizm, bağımlı olup ta milliyetçilik yapmak devrimciliktir” diyor.

 

Ancak Kürt sorunu çözüldükten sonra bu halk sosyalizasyon sorunlarını tartışmak zorunda kalacaklardır. Bugün görüldü ki, sosyalizasyon / hizmet anlayışına karşılık kimlik talebi ağır basmıştır. Bu yüzden Kürtlerin kimlik mücadelesi egemen ırkın milliyetçiliğiyle karıştırılmamalıdır.

 

Eski mitçi Mahir Kaynak Kürtlerin %5'lik dayanışması karşısında bile şu önermelerde bulunmaktadır:

 

“AKP bölgedeki açılım politikasını değiştirmemeli ve bölgedeki etnik hareketin ülkenin diğer yerlerinde karşı milliyetçiliği güçlendirmesini, bunun oylarında yaratacağı azalmayı da sineye çekmelidir.

Bölgedeki ekonomik gelişme ve ideolojik etkiler etnik davranışı ortadan kaldırır ve bölgedeki bu değişim Kuzey Irak'ı da etkiler.
Bunun için benim çözüm önerim İslamcı ve solcu ideolojilerin önünün açılması, ülkedeki milliyetçi reaksiyonun MHP'nin sağduyusuyla frenlenmesidir. Etnik siyaset çağın gerisindedir ve onunla çatışmak yerine yok saymak en doğru tavırdır. Böyle bir tavır sergilenirse önümüzdeki seçimlerde sonuçların çok farklı olacağını düşünüyorum.”

 

Kürtlerin etnik kimlik üstüne yürüttükleri politikaların sistem eliyle dinci solcu mecralara çekilmesini, böl yönet politikalarıyla zayıflatılması gerektiğini, aksi takdirde Kürt milliyetçiliğinin yükseleceğini ve bunun da bölgesel bir sorun haline dönüşeceğini vurgulamaktadır.

 

Sistemin İslamcı ve solcu politikaların önünü açması ve Kürtlerin bu kategorilerde birbirleriyle çatışacağı, bunun da etnik milliyetçiliği eriteceği düşüncesi çağdaşlık baz alınarak ileri sürülmüş değildir. Bu, sadece Kürtlerin özgürlük hareketinin siyasal anlamda yozlaştırılması ve bir Kürdistan kimliği yerine vatandaşlık çerçevesi içinde değerlendirilmesi anlamını taşır.

 

Kendisini çağdaş gören TC, Osmanlı'nın Kürtlere vermiş olduğu hakların bile gerisinde bir politika izlemektedir.

 

Oysa Osmanlı, Kürtleri coğrafi, kültürel ve siyasi güç olarak tanımış ve Osmanlının genişlemesinde büyük bir rol üstlenmesini sağlamıştır.

 

Seksen küsur yıldır sistem tarafından bastırılmaya çalışılan bu güç ortaya çıkmak için çaba sarf etmekte ve çağın getirdiği koşullar doğrultusunda varlığını dayatmaktadır.

 

Bu gücü geliştirecek ve sistemin böl-yönet politikalarına karşı nihai sonuç alacak yetişmiş siyasi yetişmiş bir kadroya Kürt halkının acil ihtiyacı vardır.

 

Aksi taktirde Kürtler %5'lik seçim zaferleri ile umutlanacak ve buzdağının sadece üst kısmına bakıp sevineceklerdir.

 

Buzdağının su altında kalan kısmını görmezden gelen siyasetçilerin bir arpa boyu yol alamadıklarını görüyoruz. Otuz yıldır burnundan aşağısını göremeyenler, suyun altına nasıl bakarlar?

 

Sen sağcı, ben solcu anlayışıyla buzdağı yol almaktadır.

 

İslamcı, solcu, liberal ve aşiretçi ayırımlarla seçmenleri kategorize eden bir anlayış seçim zaferleriyle tanışamaz.

 

Mevcut siyasilerin %5 ile çizdikleri özerklik sınırı buysa eğer, hayırlı olsun.

 

Yok eğer yetmiyorsa, buzdağının altına bakın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
30 Yorum
Fikret Yaşar Arşivi