Fikret Yaşar

Fikret Yaşar

III. Dünya Savaşında Kurdler

III. Dünya Savaşında Kurdler

Geride iki dünya savaşı bıraktık ve üçüncüsüne de kıl payı yaklaşmış bulunmaktayız.

İlk savaş Avrupada, ikincisi başta Avrupa olmak üzere tüm dünyada sahnelendi, üçüncüsü ise Orta doğuda sahnelenmek üzere.

İlginç olan, savaşları başlatan ve yönetenler aynı, piyonlar da aynı.

Kaybeden ve kazananlara gelince, pek değişiklik yok gibi, ama ganimetten yararlanmak isteyenler çok. İlk ikisinde Kurdler kaybeden taraftaydı, üçüncüsünde ne olacağını göreceğiz!

Birinci dünya savaşında Çarlık Rusyası, Fransa ve İngiltere Orta Doğuyu egemenliklerine almak için girişimlerde bulunmuşlardı. Bugün de aynı güçler masa başında, ama bu sefer ABD senfoniye şeflik yaparak Orta Doğu’ya format çekmek istiyor.

Peki Kurdler nerede?

Kurdler dün örgütsüzdü, ulusal birlikten yoksundu ve bu yüzden de kendi yurtlarında mülteci durumuna düştüler.

I.Dünya savaşı”nda Londra’da imzalanan gizli bir anlaşmayla Fransa ve İngiltere bölgede doğrudan veya dolaylı yönetim ve denetimi sağlamaya çalışmış ve Kurdleri hesaba katmamışlardı. Cetvelle çizilerek oluşturulan bölge haritasında sömürge ya da federal bir Kurdistan’a bile izin verilmemişti.

Ancak bu durum Çarlık Rusyası’nın pastadan pay almak istemesiyle değişmişti. İngiliz ve Fransız paylaşımcılar sıcak denizlere inmek isteyen Çarlık Rusyasının devreye girmesiyle Sykes-Picot anlaşmasında Kurd ve Ermenistan’a yer vermek zorunda kalmışlardı. Ama anlaşma sonrasındaki süreçte Çarlık Rusyası karışmış, iktidar el değiştirerek Bolşeviklerin eline geçmişti. 1917 ‘de iktidara gelen Bolşevikler yürürlükteki anlaşmayı feshedince Kurdler hüsrana uğradı.  Bu konuda Rus Gordlevski şöyle der: “...Rusya’da Bolşevik İhtilali gerçekleşince işler Kurdlerin aleyhine gelişir. Çünkü Lenin Kurdleri değil, Mustafa Kemal’i destekleyerek Sykes-Picot antlaşmasını fesheder...”  Lenin’in Mustafa Kemal’i desteklemesiyle beraber  -bu süreçte- Kurdler hamisiz kalır ve güneyde mücadele eden Şeyh Mahmut Hükümeti İngilizler tarafından bozguna uğratılır.

Dünyadaki ezilen halklara ve emekçilere umut olan Sovyet devrimi ne yazık ki Kurdlere ve Kurdistan’a düşman kesilmişti. Lenin’den sonra iktidar koltuğuna oturan Stalin de M. Kemal ve İran Şahı’ndan oluşan  faşist üçlemeyle Ermenistan ve Azerbaycan arasında kurulan  (1920) Kurdıstan’a Sor Devletini ortadan kaldırarak Kurdleri Sibirya kamplarına sürgüne göndermişti (1929).

Sol’un kalesinden ve asırlardır dindar kardeşlerinden gelen haksızlık ve zulümlere rağmen Kurdler hala ulusal kurtuluşu sol ve sağ cephelerde aramaktadırlar. Arap milliyetçiliği güdümündeki ümmet anlayışı ve eğitim süzgecinden geçtikleri Kemalist, Baas’çı sol sistemlerin Kurdleri milli değerlerinden uzaklaştırdıklarını hala anlayamadılar! Bize her hakkı haram gören işgalcilerimizin oyunlarından hala ders alamadık vesselam.

Bir kısmımız Arap milliyetçiliğinin güdümündeki ümmetçiliğe iltifat etmeye devam ederken, bir diğer kısmımız da “halkların kardeşliği” hikâyesine kanarak başka halkların kurtuluşuna gayret gösteriyoruz. Oysa bu iki taraf da bizi bu söylemlerle oyalamakta ve cemaatçısı /sağcısı ve solcusu  gözümüzün içine bakarak, milliyetçiliğin iyi bir şey olmadığını, her etnik gruba bir devlet gerekmediğini söyleyerek ulusal birliğe giden yolu engellemektedirler. Hal böyle olunca, oluşan çakma kimlikle kendi kurtuluşumuzu bir tarafa bırakıp dünyayı kurtarmaya soyunuyoruz!

II. Dünya savaşında da Kurdlerin makûs talihi değişmedi. Uluslar arası anlaşmazlıkları barışçıl yoldan çözmek için oluşturulan “Birleşmiş Milletler Örgütü (1945)” Kurdleri görmezden geldi. Oysa Kurdler o sırada “Mehabat Kurd Cumhuriyeti”ni kurma girişiminde bulunmuş ve kısmen başarmışlardı. 

II. Savaşta da Kurdleri bozguna uğratan efendiler yine aynıydı. Rus, İngiliz, ABD, İran, Turkiye  ve tabii ki işbirlikçi cehşler.

Birleşmiş Milletlerin uluslararası sorunlara çare aramak ve barışı tesis etmek amacıyla kurulduğu söylenir, ancak Kurd sorununda emperyal devletlerin çıkarlarını gözeterek Mehabat Kurd Cumhuriyeti’nin dağılmasına göz yumması ve Kurdistanın beş parçaya bölünmesini onaylaması, organizasyonun güçlüden yana bir örgüt olduğunu göstermiştir.

Birleşmiş Milletler, aradan geçen onca zamana rağmen hala Kurdistan sorunu karşısında tavrını değiştirmiş değildir, çünkü efendilerin çıkarları bunu gerektiriyor. Nitekim örgütü kuran beş üyenin onayı olmadan karar alma şansı yoktur. Bu da gösteriyor ki Birleşmiş Milletler en büyük mafyadır.

1969 yılında Fas’ın başkenti Rabat’ta kurulan “İslam İşbirliği Teşkilatı” da Kurdleri gayri müslim saymış olmalı ki, günümüze dek süregelen Kurd katliamlarında tek bir söz bile sarf etmemiştir.

Bugün “III. Dünya savaşı”nın eşiğinde endişeyle olayları gözlemekteyiz ve yine Kurd coğrafyası talancıların paylaşım planlarında başrol oynuyor. Çünkü dünya petrol rezervlerinin %30’u Kurd coğrafyasında bulunmaktadır.

Yine başrol oyuncuları aynı, ABD’nin başını çektiği NATO, diğer tarafta Rusya, İran ve Çin’den oluşan bir çeşit devletler mafyası Kurdistan toprakları üstünde pazarlık yapıyorlar. Kurd ve Kurdistan hukukunu tanımakta şüpheli davranan mega mafya ve sömürgeci bileşenler karşısında birleşmesi gereken Kurdlerin ne yaptığını merak ediyor insan!

Milli egoları henüz kıpırdayan Kurdlerin aidiyet duygusunu yönetmek isteyen sömürgeciler böl-yönet politikalarıyla aşiret, cemaat ve parti çıkarlarıyla Kurdleri meşgul edip uluslaşmada geri kalmalarını sağlıyorlar. Bu yüzden Kurdler hala aralarındaki çelişki ve çekişmelerle uğraşarak mega oluşumları ıskalıyorlar.

Kuzeyde yürütülen siyasi soykırım operasyonları ve bölünmüşlük, güneyde Saddam suretine bürünmüş Maliki’nin karşısında aciz kalıp can düşmanı TC’ye sığınmaya çalışan Barzani’nin güven vermeyen politikaları ve belirsizlik, Batı Kurdistan’ında ümmetçilerle solcular arasında yaşanan çatışma hali ve bölünmüşlük ve Diasporadaki Kurdlerin parçalanmışlığı vb gibi... bütün bunlar III. Dünya savaşının Kurdler için kıyamet olacağını düşündürüyor insana!

Çok mu kötümserim?

Elbette hayır.

Mevcut gelişmeler karşısında -en kısa sürede- bölünmüşlüğü ortadan kaldırarak  “ulusal birlik” sağlanmazsa eğer, umutlarımız bir başka bahara kalır, demek istiyorum.

Son yirmi yıl içinde birçok yeni devletin kurulduğuna tanık olduk.

Kürdistan’ın da özgürleşmesini istiyorsak eğer, öncelikle uluslaşmada önümüze çıkan engelleri ortadan kaldırmalıyız. Bölünmüşlük, basiretsizlik ve gecikmeye sebep olmaktadır. Bu sorunları ortadan kaldıracak milli bir konsensüsün zaman kaybedilmeden oluşturulması elzemdir.  

Asgari müştereklerde birleşerek tüm Kurdistan ve diasporada uygun örgütlenmelere gitmek çok mu zor?

Diasporada parçalı bir görüntü sergileyen Kürtler, sahip oldukları potansiyel birikimlerini örgütlenme ve diplomaside kullanabilseler eğer, uluslaşmada yaşadığımız basiretsizlik kırılabilir ve gelişen birlik gücüyle kurtlar sofrasında yer alabiliriz.

Aklıselim Kurdler karşı karşıya bulunduğumuz sorunun bölünme olduğu yönünde hem fikirdir, ancak bu sorunun ortadan kaldırılıp milli birliğin oluşturulması yönünde sorunlar yaşamaktadır.

Batılı bazı siyasiler Suriye krizinde Kurdler arası oluşabilecek birliğin mevcut durumu değiştirebileceğini, hatta bu olasılıktan korkulması gerektiğini bile dile getiriyorlar.

Bu gerçeği bütün dünya görüyor da Kurdler mi görmüyor?

Derler ki, kendine yabancılaşanlar gerçek resmi asla göremezler.

Kendimize yabancılaşmışsak eğer, tez elden bizi biz yapan kadim değerlere dönmeliyiz. Dr. Ali Şeriati’nin dediği gibi, “öze dönüş” olmadan ne birlik, ne de kurtuluş olamaz.

Zihnimizi ve değerlerimizi esir alan Arap, Türk ve Fars efendilerimizden kurtulabilmek için öncelikle zihinsel özgürlüğü geçekleştirip öze dönüşü sağlamalıyız. Aksi taktirde efendilerimize cehş psikozu içinde hizmet ederek yurdumuzda mülteci ruhuyla yaşamaya devam edeceğiz.

Bu belki de son fırsattır.

Çünkü bu son savaş ya kıyamet, ya da Kurdistan’ın kurtuluşu olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
36 Yorum
Fikret Yaşar Arşivi