Fikret Yaşar

Fikret Yaşar

Atabegler döneminden günümüze Kurdler

Atabegler döneminden günümüze Kurdler

Orta Asya'dan Mezopotamya’ya gelen barbar kavimler İslam’ın cihad prensibini fetihçi ruhlarıyla sentezleyince Müslümanlığın ganimet olduğunun farkına varıp din değiştirdiler.

Geldikleri dönemde Araplar  ve Kurdler, bu savaşçı şedit unsurlara ordularında paralı askerlik yaptırıyordu. Askeri gücü elinde bulundurmaları onları bölgenin hakimiyetine taşıdı.

Selçuklu imparatorluğu bu unsurlar tarafından kuruldu, ancak devlet yönetme yetenekleri olmadığı için imparatorluğun resmi dili Farsça,  – hükümdar ve ordu hariç – yöneticileri de Kurd, Fars ve Araplardan oluşuyordu.

İmparatorluk zayıflayınca Selçuklular devletçiklere  bölünmüştü. Bu devletçikler dönemi, Atabegler dönemi olarak bilinir. Bunlar, Kurd, Arap ve Turkmenlerin oluşturduğu bölgesel devletlerdi. Yani,  Atabegler bir nevi yöresel egemenlik elde eden ve sultan unvanı olmayan ve siyaseten halifeye bağlı olan hanedanlardı.

Aradan neredeyse bin yıl geçti.  Değişen dünya, zaman ve şartlar istilacıların aleyhine döndü, bu yüzden de talancılar gasp ettikleri bin yıllık kazanımları kaybetmemek için değişmediklerini gösterir gibi her geçen gün zalim yüzlerini biraz daha açığa vuruyorlar.

Sinop’ta sergilenen şiddet  bunun bir örneğiydi, bin yıl öncesinde Mezopotamya’yı talan eden ruh, dün Sinop’ta, bugün Ağrı ve Hatay’da ortaya çıkarak korku salmaya çalışmıştır.

ATABEGLER

Orta Asya’dan batıya göçler başlayınca bugünkü Kafkasya, İran, Irak ve Anadolu’da pek çok Kurd devleti kurulmuştu. Bu devletleri kuran aşiretler kendi adlarıyla anılıyor ve egemenlikleri altındaki Kurd aşiretlerinden güç alıyorlardı. Ancak, aşiretler arası çekişmeler ve dağınıklık zaman zaman iç savaşlara da neden oluyordu. 

Öteden beri batıya doğru ilerlemek isteyen Orta Asya’nın bozkır kavimleri bölgede kurulan, Med, Pers ve Sasani gibi büyük devletlerin sınırlarını aşamıyorlardı, ama İslamiyet döneminde paralı askerlik yapmak için geldikleri Kurdistan’da hanedanları koruyucu güç durumuna gelerek inisiyatif ve güç sahibi oldular. Yeterli güce sahip olduklarını fark edince de otoriteleri zayıflayan Kurd Beylerini tahttan indirip egemenliği ele geçirmek zor gelmemişti istilacı güçlere.

İlk darbe Kurdistan’ın kapısı sayılan Horasan’dan başlatılmıştı. Ve o dönemde  Horasan bölgesinde kurulan Gor Devletinde  orduda bulunan Türk askerler ırkdaşları olan Oğuz saldırısı karşısında saf değiştirince Gorlar  yenilgiye uğradı ve hükümdarları şah Cihansuz esir düştü. Esir bulunduğu kaleden kaçan Cihansuz geri geldikten sonra Murgap vadisi ve Turk kalelerine seferler düzenleyerek topraklarını geri aldı. Cihansız’dan sonra tahta geçen Kurd Gor hükümdarları bölgede pek çok savaşlara giriştiler. Yendiler, yenildiler  ama Turk göçüne engel olamadılar.

Bölgeye yerleşen Selçuklular/Turkler 1039 yılında batıya açılan yolda kendilerine engel gördükleri Kurd Büveyhilerin üstüne  yürüyerek batıya giden yolu açmak istediler. Dandanakan denilen yerde yapılan savaşta Buveyhiler yenildi ve bu savaşla beraber bölgenin güç dengeleri  değişmeye başladı. Bu durum  Azerbaycan Kurdlerini  harekete geçirdi. Mehlan’ın oğlu Vehsézan yönetiminde birleşen Kurdler, Selçuklulara saldırarak akınlarını bir süreliğine geri püskürttü, ancak Orta Asya’dan durmadan devam eden göçler  turkmen nüfusun çoğalmasına ve güç dengelerinin turkler lehine dönmesine sebep oluyordu. Göçlerle güç kazanan Selçuklular 1041 yılında Bubevyhilerle tekrar savaştılar, yaptıkları savaşı kazanan Selçuklular İran topraklarını aşıp Mezopotamya’ya doğru ilerlediler ve Tuğrul Bey komutasındaki  ordu 1055 yılında Bağdat’a girdi.

Halifeyi etkisine alan Selçuklular, din adına hareket  ederek Mezopotamya’da Alevi, Şii ve Sünni Kurdlere karşı fetihlere giriştiler. Diyarbakır ve çevrelerine saldırılar düzenledi. Bu saldırılarla amacına ulaşmayan talancılar, Pişabur ve Hüzeyniyeyi yağmaladılar. Bir süre sonra Kurd Mervani Devletinin içinde bulunduğu  siyasi kriz halifenin de araya girmesiyle beraber sünni Kurdlerle ittifaka dönüştü ve bu ittifakla bölgede bulunan Bizans ordusu Alpaslan komutasındaki karma orduyla yenilgiye uğratıldı. Bizansa karşı kazanılan zafer  Selçukluların bölgede başına buyruk davranmasına sebep olmuştu. Bu durum karşısında otoriteleri sarsılan Mervaniler,  1087 yılında Fahruddevle Muhammed yönetimindeki bir orduyla harekete geçerek tekrar otorite sağlamak istediyse de başarı sağlayamadı. Yapılan savaşta Mervanilerin yenilmesiyle beraber Anadolu’nun kapıları tümden  istilacılara açılmış ve sonrasındaki bin yıllık süreç yerli halkların kıyımına sahne olmuştu...

Selçuklular bir süre Anadolu’da egemenliklerine devam etti. 1092 yılında Alpaslan’ın oğlu Melik Şah ölünce  imparatorluk bölünerek küçük devletçikler haline geldi. Bu dönem tarihte Atabegler dönemi  olarak bilinir. Atabegler bir nevi bölgesel egemenlik elde eden ve sultan unvanı olmayan, siyaseten halifeye bağlı olan hanedanlardı.

Selçuklular döneminde varlığını devam ettiren Kurd Atabegler olduğu gibi, Kurd devletleri de vardı. Kurd Şeddadi Devleti, Kurd Padusan Devleti, Kurd Alamut Devleti, Kurd Hasanveyh Devleti ve Kurd Ermanşahlar Devleti sünni ittifak içinde  100-200 yıl varlıklarını sürdürebildiler. Bunlardan en uzun yaşayanı Ahlat’taki Ermanşahlar Devletidir. Selmané Kutbi tarafından kurulan Ermanşahlar Devleti, 1207 yılına kadar egemenliğini sürdürdüyse de Kurd Eyyubi Devletinin kurulmasıyla beraber ortadan kayboldu.       

Kurdistan büyük bir coğrafyaydı ve kontrolü zordu, yabancı istilacılara karşı sürekli isyan ve savaş halinde direnen Kurdler bir çok yerde  egemenlik kurdukları gibi, zaman zaman da mezhep ayrılığından dolayı da pek çok isyan girişiminde bulunmuşlardı. Özellikle Şii ve Alevi Kurdler  sünni Selçuklulara karşı sürekli isyan halindeydiler.

Selçukluların zulmüne karşı Anadolu’da ilk isyan ateşini yakan Bab İshaktı. Bab İshak, Horasan’dan Anadolu’ya gelen dervişlerdendi. O da Mevlana Celalad-i Rumi gibi Kurd’tü. Ancak Bab İshak derviş olduğu kadar kavmiyetçiydi, çünkü Allah’ın verdiği kavmiyet ve toprak hakkı zalimler tarafından talana uğramış, zulüm görmüştü. Bu uğurda savaşmanın cihad olduğunu ileri sürerek, Selçukluların  mezhepçi zulmüne karşı harekete geçip, Babailik tarikatını kurdu. Tüm insanların doğuştan eşit olduğunu, fakat bir avuç egemenin saltanat uğruna halkın malına ve canına kast ettiğini, bunun dine aykırı ve Allah katında herkesin eşit olduğunu, bu nedenle kimsenin kimseyi din adına sömüremeyeceği yönünde propaganda yaparak haksızlığa uğrayanları etrafına topladı. Kısa zamanda Bab İshak orta Anadolu’da yaşayan Alevi Kurdleri  Selçuklu yönetimine karşı harekete geçirmeyi başardı ve isyan ateşini yaktı (1239).

Fırat havzasında elli bin Alevi Kurdü harekete geçirerek  Malatya, Sivas, Tokat ve Amasyayı  ele geçirdi. Ancak isyan yayılırken Selçuklular Amasya’da bulunan Baba İshak’ı öldürdü. Bu haber üstüne şehre giren isyan ordusu  Selçuklu kumandanı ve taraftarlarını kılıçtan geçirdi. Anadolu’ya yayılan ve gittikçe büyüyen isyan Selçuklu sultanı II. Keyhusrev’i endişelendirmişti.

İsyanı bastırmak için hâkimiyetindeki Hıristiyan güçlerin desteğine başvurdu, hıristiyan Rum, Ermeni, Laz ve sünni müslümanlardan oluşturduğu orduyu isyancıların üstüne gönderdi.  1237- 1245 tarihleri arasında cereyan eden bu isyan iki ordunun Amasya civarında savaşmasıyla son buldu. Alevi Kurdler Selçukluların bir araya getirdiği Rum, Ermeni, Laz ve diğer halkların karşısında yenilgiye uğramıştı, ama sadece Kurdler değildi yenilen, aynı zamanda Rumlar, Ermeniler ve Lazlar da yenilmişti, çünkü bu yenilgiyle onlar da – karanlık – geleceklerini turklere emanet etmişlerdi !

Rum’u, Ermeni’yi, Laz’ı ve diğer azınlıkları Kurd’e karşı harekete geçiren zihniyet dün de Sinop’ta, Ağrı’da ve Hatay’a  nöbetteydi ve Kurdlere “Bu çiftlik bizim” mesajını verdi.

Dünün istilacılarına dini öğretemeye çalışan Kurdler,  bugün de demokrasiyi öğretmeye çalışıyorlar. Dini fetihçilik temelinde katleden anlayış demokrasiyi de aynı amaç için katleder. Bu saatten sonra istilacıları ne din ne de demokrasi adam eder, dolayısıyla Kurdler işgalcilerine demokrasiyi öğreteceklerine öncelikle Kurd ailelerini türklük özentisinden kurtaracak çözüm üretmelidirler. Gelecek nesillere iyi bir miras bırakmak istiyorlarsa eğer, ceberut uniter Kemalist sisteme entegrasyon yerine, Kurdiyata sahip çıkıp kendi kendini yönetebilecekleri bir statü  doğrultusunda irade beyan etmeleri daha doğru olur.

Mağdur edilen Anadolu halklarından – özellikle – milli hasletlerini tamamen yitirmiş Lazlardan bir yardım beklemek hayaldir, çünkü onlar kayıp medeniyetlerin bir halkası oldular. Kurdlerse - düne kadar - iradesi  teslim alınmış Öcalan’ın iki dudağı arasından çıkacak söylemlere mecbur kalmışlardı.

Ancak, Öcalan kardeşiyle yaptığı son görüşmede papağan psikozu içindeki Kurd siyasetçilere “kral çıplaktır” dercesine : “ ...bu işi benim boynuma bırakmayın...”  diyerek, çözüm için  taktik değiştirilmesi gerektiğine dikkat çekerek kendisine yüklenen role itiraz etmiştir.

Tutuklandığı günden bu yana okuması, duyması ve söylemsi gereken her şey sistemin iznine bağlanmıştı. Yıllardır ne kadar solcu veya ne kadar cemaatçi olmamızın ayarını veren ırkçı sistem, Öcalan’a da sürekli ayar vermiştir.  Kendisine okuması için verilen kitaplar ve direktifler Kurdlerin demokratik bir yapı içinde sisteme entegrasyonunu kapsadığı için Öcalan’ın da bu yönde düşünmesi isteniyordu. Nitekim “demokratik özerklik projesi” de bu sürecin ve dayatmanın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Öcalan: “demokratik özerkliği tartışılsın diye ileri sürdüm, ...” dediğinde de bu gerçeğe işaret ediyordu. Ancak, ne hikmetse papağan psikozuna yakalanan  Kurdler işin kolayına kaçarak taklid-i siyaset yapıyorlardı.  Umarız ki bundan böyle kendi özgür irade ve özgün düşünceleriyle politika yaparlar.

Öcalan değişmeye başlamışsa ve çözümün adresi sivil iradedir diyorsa, Kurd aydını ve siyasetçisi de sömürgeci tayfalarının entegrasyonik çözümlerini ellerinin tersiyle çevirip, özgür iradeleriyle özgün çözümlere odaklanmalıdır.

Çünkü, sistemin yarattığı putlar er-geç devrilecektir, demokratik sistem içinde iyi vatandaş gibi özgür yaşamak yetmez bize, kendi toprağımızda kendimizi yönetmek de istiyoruz. Bunun için entegrasyoncu Kemalist söylem ve yapılanmalardan uzak durmalıyız. Aksi taktirde  ya cemaatçilerin “ümmet birliği” yalanı, ya da Kemalist solcuların “halkların kardeşliği” yalanlarıyla geleceğimiz ipotek altına alınacaktır.

Kaynak:

-E.Xemgin-Kurdistan Tarihi

-http://cebaxcor.blogspot.com/2011/04/mevlana-celaleddinin-kurtlugune-dair.html

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
20 Yorum
Fikret Yaşar Arşivi