Fikret Yaşar

Fikret Yaşar

Hakkarililer Derneği

Hakkarililer Derneği

Metropollerde hemşericilik dürtüsüyle harekete ederek dernekçilik geleneğini başlatan kentler kervanına son yıllarda Hakkarililer de katıldı.

Haberiniz vardır herhalde, İstanbul’da faaliyet yürüten Hakkarililer Derneği 7 Haziran'da “Hakkari ve Dostları Buluşması” etkinliğini organize etmiştir.

Davete icabet gerek, ancak mazeretimden dolayı katılamamaktayım, üzgünüm.
İstanbul, İzmir ve Antalya dışında var mı bilmiyorum, ama bu üç kentte bu tür derneklerin olması sevindiricidir. Zira bu üç kent yolunu kaybedenleri değirmeninde öğüterek başkalaştırıyor. Bunu bir nebze durdurabilmenin tek yolu dernekleşmek/örgütlenmekten geçiyor.
 
"Bir elin nesi var, iki elin sesi var."
 
Anadolunun en gelişkin kentlerinde en gelenekçi kentin insanlarını buluşturmak ve bir çatı altında dayanışmaya motive etmek sevindiricidir, ama zordur, biliyorum, zira Antalya’dayken dernek kurulması sürecinde ne sıkıntılar çekildiğini iyi biliyorum.
Gelenekçi yapımız bu tür dayanışmalara uygun bir ruh hali taşımasına rağmen, batıya siyasal ve ekonomik sıkıntılardan göçetmek zorunda kalan kişilerin yaşadıkları sıkıntılar bu işi zora sokmaktadır.
Beklenti çok,  katkılar sınırlı..!
 
Tanrı ve töre otoritesinden etkilenen gelenekçi toplumlarda sosyal dürtüler güçlüdür, bu yüzden de kişi paylaşımcı ve özverilidir, ancak sanayi toplumunda durum farklıdır, yani tam tersidir, birey formel yaşamın kısıtlı olanaklarıyla rasyonel bir yaşam tarzı yürütemediği için, dar alanda kendine yetebilen birey psikozuyla yakın çevresine yabancılaşır, toplumsal dayanışmadan uzaklaşır, zira paylaşacak imkanları sınırlıdır.  
Bu psikoz içinde gurbet elde yaşamak zorunda kalmış kişileri bir araya getirmek ve bir çatı altında  sıkıntı ve sevinçlerini paylaşmak sevindirici ve de insanidir, insani olduğu kadar da ilahi bir görevdir. Zira tüm kutsal kitaplarda kollektif yaşam için başvurulan her girişim ibadetten sayılmış ve kurtuluşun ancak birlik ve beraberlikle olabileceği vurgulanmıştır. Günümüzün çağdaş toplumları da adil bir kollektif yaşamın ancak  demokrasi ile, demokrasinin de ancak dinamik sivil toplum kuruluşları ile gerçekleştirilebileceğini pratikleriyle göstermişlerdir. Sivil toplum kuruluşlarının  rasyonel bir hizmet  verebilmesi için toplumun demokrasiyi özümsemiş olması da kaçınılmazdır elbet, çünkü ikinci sınıf demokrasiyle yönetilen ülkelerde derneklerin  egemen güç odakları tarafından nasıl kullanıldıklarını gördük!  
 
Gelenekçi Anadolu insanının terk-i diyar serüveni içinde ve sosyo-kültürel ihtiyaçtan ortaya çıkardığı kent dernekleri başlangıçta samimi işler yaptılar, ancak bu dernekler ve benzerlerinin büyük bir kısmı süreç içinde derin sistemin çete mantığına teslim olmuş, direnememiş ve  suç batağına gömülmüşlerdir. Özellikle seksen darbesi sonrasında en masum olanların bile üyeleri işkence tezgahlarından geçirilmiş baskı ve korkuyla amacının dışında işlere mecbur kılınmışlardı. Yaratılan korku metaforunda nitelik kaybeden sivil oluşumlar, toplumsal çıkarları gözeteceklerine derin çetelerin çıkarlarını gözeten karanlık odaklara dönüşmüşlerdi. Hatta bu korku halkın örgütlenme, ya da dernekçiliğe bakış açısını bile olumsuzlaştırmış ve uzun süre dernekçiliğe mesafeli kalmasına sebep olmuştur. Örgütlülüğün kötü ve tehlikeli olduğu düşüncesi topluma empoze edilerek insanların derneklere üye olması engellenmiş ve böylece vesayetçi sistemin devamı sağlanmıştı. Hatta yerel yönetimlerin bu tür oluşumlara destek vermesi bile neredeyse engellenmişti...
 
Ancak demokratik gücünü STK’lardan alan Avrupa demokrasilerinde örgütlenme/dernekçilik bilinci özümsenmiş olduğu için sivil toplum kuruluşlarının toplum yaşamında çok önemli bir yeri vardır ve bizimle nüfus oranları karşılaştırıldığında dernek sayılarının bile bizden çok fazla olduğu görülür. Ayrıca bir Avrupalı en az on derneğin üyesidir ve  faturalarını ödemeden önce derneklere olan aidatlarını öder. Bizde böyle midir? Elbette hayır. Çünkü bizde insan önemsenmez.

İnsanı önemseyerek yaşamı kolaylaştıran toplumlarda sorunların azaldığını, mutluluğu ifade eden Lorrenzo eğrisinin pozitif yönde hareket ettiğini görüyoruz. Bunu başaran Avrupalıların yaşam standardının kabul edilebilir düzeyde olmasının sebebi de insanı önemsiyor olmalarıdır. Ayrıca, dernekçiliği kollektif yaşamın dinamik gücü olarak gördükleri için, derneklere devlet bütçesinden para aktarıyorlar, para aktarmakla kalmayıp lokal gelir ve aidatlarından da vergi almayarak destek sağlamaktadırlar.Çünkü Avrupada sivil toplum kuruluşları yönetimlerin karar ve icraatlarını denetleyen, yanlışlarında bireyleri buna karşı örgütleyebilen demokratik baskıyla toplumsal yaşamı düzenleyen roller üstlenirler, böyle olunca tabii ki desteklenir.
Peki Turkiyede durum nedir?
 
Turkiye de STK’ları destekliyor, ama işine gelenleri...
Düne kadar -sözde- kamu  yararı olan ve ancak gerçekte resmi ideolojinin yaygınlaşması ve benimsenmesine çaba sarf eden Atatürkçü düşünce derneği vb gibi derin işlevli derneklere destek sağlandı. Bugün de AKP ‘nin değirmenine su taşıyanlar desteklenmektedir. Taksim olayları da bunu göstermiştir.
 
Her söyleminde Avrupa normlarında bir demokrasiyi gerçekleştirmeye çalıştıklarını, STK’ları önemsediklerini beyan etmelerine ragmen  AKP’nin kimlere destek verdiği Suriye politikalarında görülmüştür...

Görünürde askeri vesayeti dize getiren AKP'nin demokrasinin olmazsa olmazları olan sivil toplum kuruluşlarına kuşkuyla yaklaşması vesayetçi zihniyetin sadece el değiştirdiğini göstermektedir.

Ancak Taksim olayı halkın yönetim ve karar süreçlerine dahil olmaması halinde bundan böyle neler olabileceğini göstererek vesayetçi zihniyete haddini bildirmiştir.  
Konumuz dönelim.
 
Hakkarililer derneği, sistem tarafından terk-i diyar edilen insanlarımız için bir sığınak, bir öze dönüş durağı olmalıdır. Egemenin kimliğine özenip kendi değerlerinden kopan ve karşı karşıya kaldığı sıkıntılar karşısında kötü niyetli kişi ve grublara yem olanlara bir sığınma evi olmalıdır.

Temsil ettiği kitleye yol gösterecek, ortak paydalarda buluşturacak, geleneğimize, kültürümüze sahip çıkacak, metropol aşkıyla farklı kültürlere ve kimliklere özenenleri kolundan tutup kurtaracak bir misyonu olmalıdır ve öyle olduğunu da düşünüyorum, bu yüzden de önemsiyorum.
 
Gelo, dünyada ve bölgemizde değişen könjoktürel durum göz önüne alınınca ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır! Yani, süreç örgütlülüğe dikkat çekmekte ve her geçen gün toplum hayatında önemi artan örgütlülüğe en çok da bizim ihtayacımız olduğu gerçeğini dayatmaktadır. Çevremizdeki güçlü ve örgütlü toplumların ayakta durmasının temel sebebi örgütlü olmalarından kaynaklanmıyor mu?
 
Toprakları işgal edilmiş, ret ve inkara zorlanmış, soykırımlarla bitirilmeye çalışılmış olmamızın hikmeti sebebi de bu değil midir ?
 
Bu yüzden "sosyal sorumluluk” duygusunu geliştirip toplumsal başarılara katkı sunmaktan kaçınmayalım. Zira geleceğimiz buna bağlıdır.
Sevicimizi, üzüntümüzü paylaşmak ve gücümüze güç katmak için örgütlenelim ve derneklerimizi destekleyelim.
Hayat paylaşınca güzeldir.
 
Dernek çalışmalarına katkılarından dolayı emek veren özveride bulunan tüm gönül dostlarını kutluyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum
Fikret Yaşar Arşivi