M. Latif Yıldız

M. Latif Yıldız

Hürriyet'te Özkök ve Bulaç yanyana

Hürriyet'te Özkök ve Bulaç yanyana

İyiye mi delalet, kötüye mi yorumlanacak bilemem. Herkes meşrebince konuyu yazacak; kimisi eleştirecek, kimisi de övecek. Ancak bazı dostlarımın “Bu kıyametin alameti mi?” sorusuna doğrusu cevabım; “Buna ben yetkili değilim, din konusunda benden daha bilgili ve ehliyetli olan Ali Bulaç’tır bu soruyu ona sorun” dedim.

Son aylarda önce adı “Kürt açılımı” denilen, sonra “ Demokratik açılım” olarak değiştirilen yeni süreçte sanırım yalnız “Kürt” konusunda değil, bambaşka yeni açılımları da beraberine getirecek gibi. Baksanıza “Kürt” açılımından hemen sonra “Ermeni sorunu” olarak bildiğimiz meseleyi de hal edecek bir protokol imzalanmış.

Tam da dalgalanmanın her cenahı sardığı bu ortamda ( laik – ulusalcı – Kemalist – İslami kesim ) çok kişinin şüphe, kuşku ve de meraklı bakışlar altında Hürriyet gazetesinde “Peygamberin izinde” adıyla yazı dizisi başladı. Özkök Hürriyet’te Ramazan Müslümanlığını farklı bir kulvara taşımıştı.

Dizide bence en dikkat çekici olan ve bir hayli tezat teşkil eden bir görüntü vardı. Bu da Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç gibi biri ile Ertuğrul Özkök’ün Hürriyet gazetesinde aynı sayfada yan yana resimleri ve yazılarının çıkması oldu. Diyebilirim ki, bu görüntü bazı çevrelerde Ertuğrul Özkök’ün “Umre” ziyareti ve yazı dizisinden bile daha ilgi çekici ve yankı uyandıran bir gelişmeydi. Çok zeki olan Özkök bunu bilinçli olarak planlamıştı. Çünkü “On bir ayın sultanı Ramazan” köşesinde. Sinan Tanyıldız zaten aynı konuları yazıyordu.

Ali Bulaç’ı 1970’li yıllarda yeğenim Metin Kızmazın Fatihteki ofisinde tanıdım. Sanırım sonra Mehmet Metiner ile birlikte İslami bir de dergi çıkardılar. O günden beri bazı konularda görüşlerimiz yüzde yüz örtüşmese de bu güne değin Bulaç ve Metiner ile bir birimize karşı sevgimiz, muhabbetimiz ve dostluğumuz devam ediyor.

Ertuğrul Bey ile ilk yakın tanışmamız ve diyalog için girmemiz ise; o zaman adı Konya Hilton olan bugünkü Rixsos otelinde Hürriyet gazetesinin çıkardığı bir eki ve bu ek için Konya’da sanayicilere yönelik düzenlediği etkinliği kısmen organize eden firmanın sahibi olarak yakından tanışmak ve diyaloga geçme fırsatı buldum. Daha sonra birçok toplantıda, başka başka şehirlerde ve Hürriyet Medya Towers’in yemekhanesinde karşı karşıya geldik.

Sayın Özkök ile düşünce ve inanç olarak birçok konularda görüş ayrılığımız olsa da, kabul etsek etmesek de geçmişten günümüze Türkiye’nin en büyük ve en eski amiral gemisi olarak kabul gören bir gazetenin Genel yayın Yönetmenidir.

Yakından tanıdığım bu ikiliyi birlikte yer aldıkları yazı dizisinde okuduklarımı ve bana söylenenleri Ramazan gibi bir ayda İslam âleminin en kutsalı olan “Peygamber”, “Mekke”, “Medine” ve “Umre”  konularını içeren “ Peygamberin İzinde” yazı dizisinde Hürriyet gazetesinde yan yana yazı yazmalarından söz etmemek, yorum yapmamak mümkün değildi.

Bana göre bu yazı dizisinde Ahmet Hakan yazdıkları ile sınıfı geçti.

Ertuğrul Özkök, dizi başlamadan önce tecrübeli bir gazeteci olarak konuyla ilgili yapılacak yorumları çok iyi tahmin ettiği için endişelerini peşinen dile getirmişti. Nitekim 3 Eylül 2009’daki yazısında “Bu sorulara da cevap vereceğim” başlıklı yazısında şunları söylüyordu:

“Bu gezi hemen herkesin ilgisini çekti. Laik tanıdıklarım bu projeye biraz burun kıvırarak baktı. İslami kesimde ise genellikle sessiz bekleme eğilimi hâkimdi. Bazı gazetelerin köşelerinde, bize hakarete varan yazılar yazıldı.”

Yine, İhrama girdiğini, ama çektiği resmi gazetede kullanmayacağını; Tavaf için 7 tur attığını ve avucunun içini öperek selama durduğunu, saçından bir tutam keserek umrenin gereğini yaptığını; Umre boyunca oruç tutmadığını, Kuba camisinde 2 rekât dışında namaz kılmadığını söyledikten sonra:

“ … Bu yüzden isterseniz, ‘Cahiliye döneminden kalmış bir laikin’ sayıklamaları deyin. İsterseniz, ‘ Cingöz bir gazetecinin gözlemleri’ deyin. Veya ‘İktidara yalakalık’ gibi şeyler arayıp, bin bir komplo üretebilirsiniz.” Diyerek zekice ön yargıları eğitim gördüğü mesleğinden ilham alarak psikolojik olarak kırma, belli kesimlerin yapacağı ithamları önlemeye çalışmıştı.

Ancak yazı dizisi içinde kullandığı “Laik çevre”, “Laik eğitim”, “Atatürk ilkelerine Bağlı”, “Batılı bir dünya”, “Bana ait olmayan alan”, “Safa ve Merve sembolik olarak yaşıyor”, sözcüklerine “bembeyaz kafile içinde bile, kendimi siyah bir nokta olarak görmeye devam ediyorum”, “.. bu yolun inanmış veya inanmamış yolcularıydık.”, “Üç Kulhuvallahü. Bir Elham. Her Türk’ün ‘ Türküm, doğruyum, çalışkanımdan sonraki en temel ‘Amentü’sü” diyerek şahsından öte “Hac” denilen kutsal bir ibadetin kurallarına uymayan ve de bütün Türkleri töhmet altında bırakan ırkçı ifadeler kullanmaktan geri kalmıyordu.

Bu yaklaşımı üzerine İslam’ı çevrede tanıdıklarım ve iyi bir Kur’an bilgini dostum yazı dizisi başlarken Özkök gibi,  Ali Bulaç’ın “Giriş” için bir yorum yazmamasını büyük eksiklik olarak nitelendirdiler. Bazı ortak dostların Bulaç’ın bu yazı dizinde yer almasını biraz sert eleştirince Ali Bulaç’ı cebinden aradım ve söz konusu eleştiriyi, aynı sayfada çok zıt yazıların etik düşmediği, Sayın Özkök’ü yazılarının bir birine son derece tezat teşkil ettiğini, konuyu eleştiren çevreler olduğunu söyledim.

Sayın Bulaç, “Haklı olabilirler, ama benim amacım bu gazeteyi okuyan çevrenin Peygamber (s.a.v.) hayatını farklı bir görüşle yazarak İslam’a daha yakın olurlar düşüncesi ile yazdım. Çizgimize uzak farklı bir gazete olarak Hürriyet gazetesine yazı yazmakta bu yüzden bir beis görmedim” dedi.

Ali Bulaç’a konuyu köşemde işleyeceğimi söylediğimde son derece memnun olacağını söyledi. Bu yüzden konuyu köşemde işleme gereğini duydum.

Ali Bey ile ikimizde Mardinliyiz. ( Gercüş asırlarca Mardin’e bağlıydı. Sonra Batman İl olunca Batman’a bağlandı.) Bulaç, “Hürriyet’te Özkök ile yan yana nasıl yazar?” eleştirileri yapan çevrelerin tezlerini çürütmesi için haklı gerekçelerini ve amacını anlatmalıydı.

Örneğin gençlik yıllarımızda etkisinde kaldığımız Hasan el- Benna (1906 – 1949); gerçek adıyla 14 Ekim 1906 yılında Mısır’da doğan Hasan Ahmet Abdurrahman el-Benna tarzı bir yol izleyebilirdi.

Bilmeyenler için yazıyorum, Hasan el-Benna, Mısır’da İngiliz emperyalizminin sömürü düzenine karşı çıkmış, “İhvan-ı Müslim’in” ( Müslüman Kardeşler ) temelini atmış biri. O’nun en büyük taktiği cami, medrese ve okulların yanısıra sömürgecilik ve din konusunda kahve ve meyhanelere de giderek toplumun farklı kesimlerine propaganda yapması ve onları kendi düşüncesi etrafında birleştirmesi ile ün kazandı. Hedefinde dengeli ve adil bir toplum olduğu için her görüşten insanı örgütüne kazandırabiliyordu. 12 Şubat 1949 günü evine giderken açılan ateş sonucu öldürüldü. 1952 tarihinde başlatılan soruşturmada Mısır gizli polis teşkilatının üç mensubu bu cinayeti işlediği ortaya çıkartılmıştı.

Sayın Bulaç, tam da açılım ve bir buhranın belki sonu olacak bu günlerde Batı ve Laik eğitimin baskısı altında fazlasıyla etkilenen Özkök ve gazetesinin okurlarını klasik Ramazan sayfalarında verilen bilgilerin yanında başlatılan bu diziyle bu çevreye bir mesaj vermek istediği için diziye katkı sunmayı kabul ettiğini yazı dizisinin ilk gününde girişte sunabilirdi.

Belki birileri “Özkök böyle bir girişe izin veririmiydi?” diyebilir. Sayın Bulaç ile yaptığım telefon görüşmesinde bana söylediği Hürriyetteki yazı dizisine katkıyı tek koşulla kabul ettiğini ifade etti. O da sansürsüz bütün yazdıklarının aynen yayınlanması koşuluymuş. Her halde bu koşulu kabul eden Özkök, Ali Bulaç’ın giriş yazısına itiraz etmezdi.

Sayın Ali Bulaç o engin tecrübesiyle çok güzel bir giriş yapabilirdi. Kimseye akıl vermek gibi bir ukalalık yapmak istemem amma; yakın çevremin verdiği örnekler, kendi görüşlerim, bazı yazarların önerilerini harmanlayarak yazdıklarıma benzer şeyler yazabilirdi.

Örneğin: “Türkiye’nin tuhaf eğitim sistemi günümüzde Üniversite önlerine yarattığı yığılmalar ile bilgi, fikir, düşünce ve inanç alanında ne kadar büyük bir buhran yarattığı, toplumu ne kadar yozlaştırdığı gerçeğini kimse inkâr edemez. Bu yüzden Hürriyet gibi tirajı yüksek ve medyanın amiral gemisinde ‘Peygamber’in izinde’ yazı dizisi ailesine aşağıda ifade edeceğim gerekçeler ile katılmayı uygun gördüm” diyebilir.

Ve devamında da:

“Ülkemiz ne tam batı, ne de tam doğu eğitimi aldığı için, din, tarih ve medeniyetlere yabancı bir yönetici kadrosu halkı kimlik ve inanç bunalımına sürüklüyor. Hz. Muhammed (s.a.v.) in hayatını anlatarak biraz olsun bu yabancı çevreyi farklı bir kulvarda ele alınan bir yazı dizisi içinde bilgilendirmek istedim.

Amacım İslam hayatını kapsayan görüşü dile getirirken İslam’ın ana öğretisi olan Peygamberimizin hayatıyla öne çıkarmaktı. Peygamberimizin hayatını gerçek yönleriyle okuyuculara özet bir şekilde yansıtarak yanlış yorum ve bidatlere karşı Müslümanları bilinçlendirmekti.

Bu arada, Peygamberin hayatından örnekler vererek İslam’da hurafeliğin her türünü sorgulamak ve modern hayatın ihtiyaçlarına cevap veren gerçek, tek din olduğu fikrini bu vesileyle Hürriyet okuyucularına yansıtmaktı.

Yine, bu yazı dizisine; Peygamber (s.a.v.) in hayatından yola çıkarak fikir hürriyetini tanıyan ilmi araştırmalı teşvik eden tek din olan İslam dininin akıl, ilim ve metafiziği ön gören bir din olduğunu; Müslümanların, kalkınma hamlesi ve gerçek kardeşliği teşvik eden, ırkçılığı reddeden bir din olduğunu vurgulamak için böyle bir teklife evet dedim.

Hürriyet gazetesinde, Hz. Muhammed (s.a.v.) in hayatını farklı bir çizgide yazarak vatan anlayışının, coğrafi sınırların tayin ettiği kin, düşmanlık ve ırkçılık üzerine dayalı bir milliyet anlayışını ret ettiğini ifade etmek için bu yazı dizisi ailesine dâhil oldum.

Manevi yapının çöktüğü, sömürgeci ve materyalist bir hayat felsefesi İslam ülkelerine dolayısıyla Türkiye’ye de dayatmak, Batılıların iktisadi bakımından İslam ülkelerine kendilerine bağımlı yapmak istediklerini Hz. Muhammed’in hayat çizgisi içinde anlatmak ile Türk toplumunun Laik kesimine önemli bir mesaj vermek istedim.

Avrupa devletlerinin yüz yıldır İslam ülkelerini kolonileştirmeye varan, ülkeleri içten yozlaştıran, Müslümanlar arasında çıkar çatışmaları, siyasi fikir aykırılıkları, mezhep ve ırk kavgaları, İslam ülkelerini yöneten yöneticilerin ihmal ve öngörüsüzlüklerini, faydasız, içi boş tartışmalara sürüklediklerini; ülkemizde yaşanan iç ve dış çatışma, siyasetlerin tutumu ve benzeri bir sürü faktörü Hz. Muhammed’in hayatında izah ederek belli bir kesime mesajımı vermek için Hürriyet gazetesinde bu yazı dizisine katıldım…” diyebilirdi.

Dostum Ali Bulaç’ın girişte yukarıda izah ettiğim görüşleri ifade etmiş olsaydı, böyle bir açıklama yapsaydı hem bu yazı dizisi çok farklı bir anlam kazanır, hem de Bulaç eleştiri yağmuruna tutulmazdı. Her şeye rağmen Hürriyet gazetesindeki yazı dizisine katılmasını bir çok kişinin aksine uygun gören bir gazeteci ve yazar olarak katkılarını ifade ettiğim koşulla zenginleştirseydi çok daha olumlu bulacağımı ayrıca belirtmek istiyorum.

Bence Sayın Bulaç hala geç kalmış değil. Bu ve benzeri düşünceleri “Sonuç” ya da “Eleştirilere cevap” yazısı olarak aynı gazete ve sütunlarında yazabilir. Böylece kendisine yöneltilen yüklüce eleştirileri bir nebze olsun hafifletebilir. Bir ağabey ve hemşeri olarak bu da benden Ali Bulaç’a bir jest olsun istedim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
10 Yorum
M. Latif Yıldız Arşivi