M. Latif Yıldız

M. Latif Yıldız

Farkında olmak

Farkında olmak

Sizi bilmem amma ben büyük bir endişe içindeyim. İleri demokrasi diyenlerin uyguladıklarının farkında olmadıklarını mı sanıyorsunuz? Bazıları buna iyi niyetle “akıl tutulması” diyor. Baskı enstrümanını ele geçirdikten sonra mı?

Diyelim muktedirlerin aklı tutuldu; ya medya! Topyekun bir günde 60 gazeteci göz altına alınıyor, 40’ı tutuklanıyor. Ve medya buna sessiz kalıyor. Cılız birkaç itiraz çıkınca, bütün etkinlikleri “terörle” ilişkilidir denilince o ses de kısılıyor. Terörle ilişkili belgeler ne miydi? Kamera, bilgisayar, fotoğraf makinesi, kalem, kitaptı. Medya’nın da mı aklı tutuldu?

Tabii ki hayır; önce Başbakan, sonra bakanlar gazete sahipleri ve yazı işleri ile toplandılar yaptılar. Amaç devlet ve hükümete muhalefet tek bir kalem bırakmamaktı.

Bitti mi? Hayır bitmedi. Siyasetçi, medya, aydın, gazeteci, yazarlardan sonra toplumu sindirme, yıldırma, korkutmakta gerekliydi. Bunu da Kılıçdaroğlu’na fezleke, milletvekili Leyla Zana’nın evini çilingirle açmak, BDP eski 2 milletvekili Emine Ayna ile 50 kişi göz altına (belki şimdi tutuklanmışlar) alarak yapıyorlardı. Yani herkesin bildiğini bağırarak şimdi konuşmayacaksak ne zaman konuşacağız? Büyük çoğunluk susacak mı?

Değil geçmiş on yıl, 15 günde yapılanlara bakarsak her şeyin çok da iyi gitmediğini görebilirsiniz. Dileriz binmiş alamete gidiyor kıyamete olmayız. Vahim ve tehlikeli gelişmeler oluyor. Kürd adına ne varsa 2012 yılında gözaltı ve tutuklamalar ile devam ediyor.

Otuz yıldır ölümler üzerinden siyaset yapanlar, şimdi kitleler ile göz altı ve tutuklama ekleyerek geçmişe rahmet okutuyorlar. Dış basın ve Bejan Matur’un dediği gibi “Türkiye’nin 11 Eylül’ü” olan Uludere faciasının altında kalanlar, kaymakam devreye koydu tutmadı. Eski Genel Kurmay Başkanı tutuklattı olmadı. 17 İl’de göz altı ve tutuklamalara başladılar. Bunun da çare olmadığını görecekler. Ama yazık ki ülke bir on yıl daha kaybetmiş olacak.

Operasyonlara paralel Roboski (Ortasu) korucu köylülerine karşı işlenen 34 cinayetten sonra hükümetin duyarsızlığı, devletin kayıtsızlığının yıllardır canları pahasına koruculuk yapan Kürdlere bile ölümden de öte acının ne olduğunu tattırdılar ya! Yazıklar olsun.

AKP yaptıklarının farkında mı, değimli sorusu bu saatten sonra abesle iştigaldir. Çok tehlikeli gidişi aklı ile düşünen yazar ve aydınlar geçmişten farkı olmayan bir zihniyetin ülkeyi nasıl idare ettiğini gözler önüne seren düşüncelerine destek verecek halk kitlesinin uyanması, gerçekleri görmesini istiyor. Başbakan son açıklamaları ile yolumuzdan dönmeyiz dese de AKP’yi bu yanlış yoldan vazgeçirmek, barış için ses vermelerini sağlamak istiyorlar.

Çünkü Erdoğan BDP ile değil, 2,5 milyon Kürd, daha doğrusu her oy veren aileyi 10 kişi saysan (ki her Kürd ailesi en az on kişidir) 25 milyon Kürdü karşısına almış görünüyor.

Gelen tehlikeyi gören yazar, gazeteci ve aydınlar aslında çığlık çığlığa haykırıyorlar. Kirlenmemiş medyayı okuyarak güç vermezseniz bir gün sıra bize de gelebilir diyorlar.

Bakınız aydınlar son 15 günde neler yazmış.

Milliyet- Hasan Cemal-Erdoğan ve otoriterleşmede 10 nokta!” “Çare, siyasal iktidarın elinde. Mecliste mutlak çoğunluğa var. Eğer demokrasi diyorsa, eğer hukukun üstünlüğü diyorsa, yasal düzenlemeleri kısa zamanda yapabilir. Ama ipe un sermeye devam ederse, otoriterleşme eleştirisi her geçen gün daha inandırıcı olmaya başlar…” Makalesiyle başlayabilirsiniz.

Hasan Cemal: “Artık bilmediğimiz bir Başbakan mı var?..” Yazısında: “Uludere bir milattır. Artık analar ağlamasın diyerek yürekleri titreten bir başbakan yok. Analar ağladı ve Başbakan duymadı. O kadar insanın öldüğü bir trafik kazası bile olsa Başbakan bakanlarını alır, cenazede saf tutardı. Bildiğimiz Başbakan tabuta omuz verirdi, vermedi…” 

Yine Hasan Cemal: “Barış yaklaşırken uzaklaşıyor!”  Yazısında “Londra’da doktorasını yapan Urfalı genç kız diyor ki: ‘Barış bazen gelir gibi olurken kayboluyor, uzaklaşırken de gelir gibi oluyor. Üzülüyorum.’ O söz kafamın içinde. İçim acıyor” diyor.

Milliyet Can Dündar’ın “Merve Kavakçı’nın evi basıldığında kıyamet koparmışlardı” Başlıklı şu paragrafla biten: “Hasılı dün kendilerine yapılmasından şikayet ettikleri ne varsa bugün rakiplerine yapmaktalar. Muhalefetteyken “Adalet istiyoruz” diye diye karşı çıktıkları her konuda çifte standart uygulamaktalar. ‘Adaletle Kandırma Partisi...’ makalesini mutlaka okuyun.

Radikal’de Cengiz Çandar’ın: “Çıkmaz sokağa mayın döşemek” Başlıklı makalesinde “Son KCK operasyonu, bir bakıma zaten çıkışı olmayan 'çıkmaz sokak'a girip bir de üzerine o çıkmaz sokağı mayınlamaya benziyor.” Diyen makalesi. 

“Devlet’in AK Partisi mi; AK Parti hükümeti mi?”  Başlıklı makalede; “Uludere katliamı ama daha da önemlisi, ardından takınılan ‘resmi tavır’, Kürtler ile devlet arasındaki epey zayıflamış “manevi bağlara” hasar verdi mi diye sorarsınız, evet hem de ağır bir hasar.”

Ve “Yeni Türkiye ‘otoriter rejim olmak zorunda mı’: “Türkiye’de ‘doğru’ ve ‘yanlış’, bir ‘yargı tahakkümü’ görüntüsü altında öylesine karışmaya başladı ki Avrupa Konseyi önceki gün Türkiye Raporu’nda yargı sisteminde insan haklarından yararlanma ve ‘tarafsızlık, bağımsızlık ve etkililik’ bakımından ‘olumsuz’ bir tabloya dikkat çekti” makaleyi de dikkate almalısınız.

Radikal’de Cüneyt Özdemir’in “Aş yok, iş yok, umut yoktu” makalesi: “Uludere olayına soğukkanlı baktıkça, bölgenin insanları ile konuştukça, kaçakçılık konusuna büyüteç tuttukça bölgenin bambaşka gerçekleriyle duvara tosluyoruz. Tosladığımız duvardan başımızı kaldırıp gerçeklere bakınca 35 insanımız arkasından ailelerine verilecek yüklü tazminatların bile ‘züğürt tesellisi’nden başka bir şey olmayacağına iyiden iyiye karar verdim” diyor.

Radikal Tarhan Erdem “AK Partinin demokrasi misyonu var mı?” Başlıklı makalesinde: “AK Parti’yi suçlayan iddialar aydınlığa kavuşmalı. Mahalle baskısı ve kendi zenginlerini yaratma ile başlayan iddialar, son iki yılda, ‘rejimin sivil diktaya dönüştürülmek istendiği’, ‘yargının hükümetin elinde olduğu’, ‘Ülkede korku imparatorluğu kurulmaktadır.’ Bunları söyleyenler arasında çok okunan ve sevilen yazarlar, sağduyusuna güvenilen eski ve yeni siyaset adamları, herkesin tanıdığı akademisyenler vardır.” Makalesini de okuyun.

Taraf, Ahmet Altan’ın “Uludere, Zana, Avrupa” başlıklı yazısında:  “…Müfettişler, bütün köylülere Heron’u ne zaman gördünüz diye soruyormuş.  …Siyasi iktidar da ordu da ne olduğunu biliyor, olup biteni inkâr edip edemeyeceklerini hesaplayabilmek için köylülerin gerçeği ne kadar bildiğini anlamaya çalışıyorlar. Görünen gerçek, AKP için de Türkiye için de umut verici değil.

…Soruların cevabı Uludere’deki köylülerde değil, Ankara’daki sivil ve askerî yöneticilerde. …Bulmak istiyorlarsa cevabı hemen bulabilirler.  

…Sessizlikleri. bir özürden bile kaçınan nobranlıklarıyla hiç güven vermiyorlar. AKP epeydir sorun çözen, cevap bulan, şeffaflaşan, halkıyla paylaşan bir hükümet olmaktan çıktı, onun yerine sertleşen, sorun yaratan, suçların üstünü kapatmaya çalışan bir hükümet oldu.”

Ayrıca “Muhteşem an...” Başlıklı yazısında: “ ‘AKP ne yapmak istiyor’ sorusu yersiz bir soru değil. Referandumdan önceki AKP ile bugünkü AKP arasında dağlar kadar fark var. Daha önce ‘suçları’ açığa çıkarmak, hukukun önüne getirmek, suçluları yargılatabilmek için halkın desteğini sağlamak isteyen AKP, bugün suçların üstünü örtmeye, şeffaflıktan kaçınmaya uğraşıyor. ‘İle başlıyor ve şu son Uludere faciasına mim koyun.’ Diyerek sürdürdüğü o harika makaleyi öneriyorum.

Yine Taraf, yine Ahmet Altan “Uludere’de ne oldu?” diyor: “Otuz dört köylünün uçaklardan atılan bombalarla paramparça edilmesinden sonra Başbakan ve Genelkurmay Başkanlığı açıklamalar yaptı. Erdoğan, bu katliamla ilgili ‘ellerinde dört saatlik Heron görüntüsü olduğunu’ da açıklamalarına ekledi. Açıklamaları ve köylülerin anlattıklarını yan yana koyun. Şimdi dehşet verici soru şu: 38 kişinin 60 katırla gidip, mal yükleyip gene 38 kişi ve 60 katırla geri döndüğünü gördüğünüz halde o köylüleri niye bombaladınız?”

Taraf’tan Nabi Yağcı’nın “ Sivillerin askerleşmesi” yazısında: “..Şu anda BDP fiilen kapatılmış, çalışamaz hale getirilmiş durumda.

…Bizim tarih boyu demokrasiden öğrendiğimiz işte bu kadar. Parti kapatmalar demokratik dünyada artık tepki mi yaratıyor, kolayı var biz de kapatmaz ama felç ederiz, parti tabelası kalır ama içeride odacıdan başka kimse kalmaz. Gazete kapatmak, gazete toplatmak dünya önünde ayıp mı, onun da kolayı var, gazeteler durur ama yazı yazacak gazetecileri tutuklarız yazacak kimse kalmaz.

Fikir suçu nedeniyle insanları mahkûm etmek mi zorlaştı yine, kolayı var, terör gerekçesiyle gözaltına alır, tutuklar içeri atarız ve öyle uzun bir tutuklama olur ki bu, zaten ceza verseniz de o kadar vereceksiniz.  Bir taraftan 12 Eylülcüler için yargı süreci başlar, generaller tutuklanır dünya sizi sivil demokrasi adına alkışlar ama sivil Başbakan’ımız onca sivil tutuklu varken tutuklanan bir general için mesai arkadaşımdı, iyi çocuktu, tutuklanmasaydı iyi olurdu gibi laflar edebilir. Şimdi herkes nereye gidiliyor diye soruyor? Siviller askerleşiyor.

Taraf Ümit Kıvanç’ın “Sarykapı’dan Uludere’ye”: “Diyarbakır’ın Sur ilçesi Saraykapı semtinde toprak altından çıkarılan kafatası sayısı dokuzu bulmuştu; siz okurken kaç oldu, bilemem haliyle.” İle başlayan makalesini bir okuyun.           

Taraf, Roni Margulies “ Alçakların son sığınağı” başlıklı yazıda; “Samuel Johnson 1775’te ‘Vatanperverlik tüm alçakların son sığınağıdır’ demiş.  Helal olsun adama! Türkiye’de 200 küsur yıl sonra yaptıkları tüm alçaklıkları “Söz konusu vatan ise, geri kalanı teferruattır” lafının arkasına gizleyen adamları daha o zaman görebilmiş! Bu alçaklar memleketimizde çoktur.

Taraf, bu sefer Emre Uslu: “Uludere’ye soruşturma yok, ön inceleme var”ı okuyunuz.

Bir daha Taraf’ta Mithat Sancar “Tuhaf zamanlar” yazısı:  “Cemal Süreya’nın! Ölümün eşiğindeyken, ‘her ölüm erken ölümdür/ biliyorum Tanrım’ demişti; Belki her ölüm erkendir, belki haklıdır usta! Ama bazı ölümler çok erkendir, fazla zamansızdır. Bilhassa öldürmelerle biten ömürler için ölüm her zaman ve mutlaka erkendir. Ve bu ülke bu manada ‘erken ölümler ülkesi’dir.

Ölüm, ne zaman ve nereden gelirse gelsin acıdır. Lakin öldürmelerle gelen ölümler, çok daha acıdır ve de kalleştir. Hele bir de ‘hesabı sorulmamışsa’, o ölümler bir iç yangını olur, sürer gider! İşte bir ocak ayında katledilen Hrant Dink’in ölümü gibi! İşte yine bir ocak ayında katledilen Metin Göktepe’nin ölümü gibi! “Erken ölümler”le başladık bu yıla; Uludere’deki katliamla gelen otuz dört “erken ölüm”! Hükümet, ordu, medya‘olay’ diyerek geçiştirmeye, ‘kaza’ diyerek hesapsız bırakmaya çalıştı hemen. Acılı Kürtlerin vakur öfkesiyle, vicdanlı insanların susmayan sesiyle.”

Son olarak Taraf’ta Yasemin Çongar ‘Başbakan cevap vermeli” diyor ve: “Başbakan Orada hayatını kaybedenler bizim kardeşlerimizdir. Biz, kardeşlik hukukunun gereği neyse, samimiyetle, açık yüreklilikle, yerine getireceğiz ve getiriyoruz’ dedi. Erdoğan’ın sözündeki ‘yerine getireceğiz’ vaadine hâlâ büyük bir safiyetle inanmak istiyorum hakikaten ama ‘yerine getiriyoruz’ kısmının doğru olmadığını da samimiyetle görüyorum.

…Keşke Başbakan doğru söylüyor olsaydı. Hadi bir an için söylediği şeye kendisinin inandığını varsayalım, keşke bu sözlerine başkaları da inanabilseydi.  Mesela, ‘bizim kardeşlerimiz’ dediği kurbanların aileleri inandırıcı bulsalardı Başbakan’ı… Keşke Gülyazı’dan, Ortasu’dan köylüler çıkıp, ‘Bu olayda çok acı çektik ama Allah’ı var, devletten de, hükümetten de kardeşlik gördük’ diyebilselerdi, Erdoğan’a güvenmek için bir neden, her şeye rağmen bir ümit vesilesi bulabilselerdi keşke katliam sonrası yaşananlarda.” Diyen yazısını da kaçırmayın derim

Son yazı, T24’ten Oya Baydar’ın “Kar Değil Kan Kokusu” başlıklı uzun makalesinde: “Kan kültürüne teslim olmuş bir ülke burası. Bu ülkede kan ve ölüm kutsanıyor. Bu topraklarda tarih boyunca asker sivil bütün muktedirler kanla besleniyor; ölüsevicilikle rütbe, şan şeref ve de seçim kazanılıyor. Bu ülkenin mekteplerinde - medreselerinde, laik eğitiminde - dinî eğitiminde körpecik çocuklara, gencecik beyinlere yüreklere, ölmek ve öldürmek en yüce değer olarak benimsetiliyor. Bu kan ve ölüm kültürü ‘şehitlik’ mitiyle sarmalanıyor, maskeleniyor, dokunulmaz, tartışılmaz kılınıyor.”

1 Ocak 2012 yeni yıla girdiğimiz bu günlerde hakkını vererek, bazıları işin ucundan tutarak yazsa bile şu yazarların sorunla ilgili yazılarını okuyun. Radikal Oral Çalışlar, Ezgi Başaran, Yıldırım Türker, Mehmet Tezkan, Ahmet İnsel; Zaman Bejan Matur, Mümtaz er Türköne, Etyen Mahçupyan; Milliyet Nuray Mert, Derya Sazak, Senih İdiz, Kadri Gürsel, Aslı Aydıntaşbaş; Taraf Yıldıray Oğur, Neşe Düzel, Kurtuluş Tayiz, Murat Belge; Posta M. Ali Birand; Hürriyet İsmet Berkan, Fatih Çekirge, Sedat Ergin, Şükrü Küçükşahin, Ahmet Hakan; Star Mehmet Altan, Ali Bayranoğlu, Ahmet Kekeç;  Haber Türk Ece Temelkuran (kovuldu); Özgür Politika Reyhan Yalçındağ; Sabah Mahmut Övür; Yeni Şafak Hilal Kaplan; Vatan Oktay Gönensin, Ruşen Çakır ve ismini hatırlayamadığım ama sizin bildiğiniz erdemli, duyarlı aydın ve yazarlara güç verin, tepkinizle en azından onların yanında olun.

Bu yazarları izler ve okurum. Çoğuyla görüşlerim tam çakışmasa da bana göre bir çok ırkçıdan çok daha fazla ülkesini, devletini, bayrağını, ordusunu, halkını seven yazarlar boş (özellikle yazılarımdan örnekler verdiğim.) yazmıyorlar. 30 yıldır sorunun içinde yoğruldular. Adında “Adalet” olan parti bunları görecek mi? Bilmiyorum amma dilerim görür. Dilerim kanı, göz yaşı, savaşı, şiddeti, baskı, sindirme ve yıldırma ile değil kardeşlik ve barış yolu ile sorunu çözecek inandırıcı, samimi, gerçek açılıma imza atarak tarihe geçer.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
M. Latif Yıldız Arşivi