Süleyman Karataş

Süleyman Karataş

Öğretmen Model Olmaktan Çıkıyor mu?

Öğretmen Model Olmaktan Çıkıyor mu?

“Bu şov dünyası, eğitimimizi ve çocuklarımızın geleceğini alt üst etti. Hayat, çocuklarımızın gözünde tozpembe oldu. Eskiden öğrencilere sorulan ne olmak istiyorsunuz sorusu; öğretmen, avukat, mühendis, doktor diye yanıtlanırken şimdilerde “meşhur olmak” diye karşılık bulur. Öğrencilerimiz şimdi popçu olmak istiyor, topçu olmak istiyor.”

 

Önceki yazım, bu cümlelerle bitiyordu. Bu son cümleler, yeni yazıma ilham kaynağı oldu. Bu husus, toplumsal bir yara olmaya doğru gidiyor. Bu yara, yakın geleceğimizi tehdit etmektedir. Eğer kısa zamanda bu tehlikenin farkına varmazsak ve müdahale etmezsek, ilerde tasvip edemeyeceğimiz bir nesille yaşamak zorunda kalabiliriz.

 

Herkesi ilgilendiren, hakikaten önemsenmesi gereken bir mevzu;

 

“Televizyon mahsulü insan modeli!”

Bu tip insan modelinin çocuklarımız, öğrencilerimiz (yeni nesil) üzerindeki etkisi.

 

Şüphesiz ki televizyon denen sihirli kutunun faydaları yadsınamaz. Her şeyden önce çağımızın en büyük kültür taşıyıcısıdır. Aynı zamanda kültürel bütünleyici, birleştirici bir rol oynar. Ama bana öyle geliyor ki, televizyonu son zamanlarda, kitle iletişim aracı olarak değil, kitle yok edici bir araç olarak kullanmaya başladık. Silah yapıp üzerimize doğrulttuk.

 

Eminim abarttığımı düşünüyorsunuz. Lakin şunu unutmamak gerekir ki, patlayıcılardan daha etkili, daha tehlikeli araçlar var. Zira patlayıcılar sadece yakın çevresine zarar vermekte ve etkileri kısa sürede giderilebilmektedir. Ancak, bilinçsiz kullandığımız kitle iletişim araçları, gerek etkilerinin uzun vadeli ve etkilediği çevrenin geniş olması itibariyle daha tehlikeli ve geleceğimizi tehdit etmektedir. Bundan birinci derecede zarar gören, çocuklarımızdır, yeni nesildir.

 

Eskiden yeni nesil öğretmenlerin eseriydi. Öğrenciler öğretmenlerini örnek almaktaydı. Öğretmen en ideal modeldi. Öğrencilerin en çok tercih etmek istedikleri meslek de öğretmenlikti. Öğrencilere sorulan ne olmak istiyorsunuz sorusuna sınıfın ℅ 60"ı “öğretmen” diye karşılık verirdi. Diğerlerinin de cevabı; doktor, avukat veya mühendisti.     

 

Şimdilerde ise televizyon, öğretmenin misyonunu üstlendi. Asıl öğretici konuma geçti. Pervasızca, doğru- yanlış ayıklanmadan…

Çocuklarımız televizyonun büyülü etkisi altında. Yeni nesil hakikatlerden uzaklaştı, gerçek hayatı unuttu. Sanal, hayali, tozpembe zannettikleri bir yaşamın acımasız pençeleri arasında kıvranıyor. Nasıl mı?

 

Okul dizilerinden başlayalım isterseniz:

Sınıf,

Arka Sıradakiler,

Hayat Bilgisi,

Acemi cadı,

Kavak yelleri,

…vs.

Üzgünüm. Bu diziler de, en çok izlenen programlar arasındaki yerini aldı. (diğer bir tabirle prime time/ praym taym☺) Zaten bu kadar izlenmeseydi, bu denli yaygın olabilir miydi? Her kanal verebilir miydi? Hem de günlük. Taze taze, sıcak sıcak…

 

Kanımca bu dizilerin öğrenciler üzerindeki etkileri korkunç! Bu tarz programlar, körpe beyinleri, taze fidanları zehirlemek dışında bir amaç taşımıyor. Kimse çıkıp bana “yok hocam genel kültür falan” demesin. Çocuklarımız azıcık genel kültür öğrenecek diye zehir içirmek zorunda değiliz. Amaç genel kültürse, bunu bilinçli yapmak durumundayız. Bu tarz programları yaygınlaştırmak zorundayız. Düşünsenize, bir programın eksileri artılarından fazladır; ama sırf artıları var diye seyrediyoruz. Bize verdiği beş, bizden aldığı on… Ne kazanç ama!

 

Okul dizileri demiştik. Yani, eğitim- öğretimi alt üst eden, çığırından çıkaran, tamamen sanal bir âleme kanalize eden filmler.

 

Şöyle bir girelim sınıflara! Bakalım nelerle karşılaşacağız (dizilerdeki sınıflardan bahsediyorum):

 

Kızlardan başlayalım!

Saçları boyalı. Makyajlı. Tırnakları ojeli. Etekleri diz üstü. Manken görünüşlü. Laubali tavırlı.

Dikkat edin! Erkeklere “oğlum” diye hitap ederler. Erkekler de “kızım” der. Hatta erkekler birbirlerine de “oğlum”, kızlar birbirlerine “kızım” diye seslenir. Bununla kalsa iyi. Birbirlerine, asla yaraşmayan, argo sayılabilecek nice kelimeleri de hiç çekinmeden kullanırlar.

 

Ya Erkekler!

Hemen hepsinin saçları jöleli. Kravatları gevşek, göbek hizasında.(hiçbirinin kravatını sıkı, düzenli bulamazsınız) Gömleklerinin birkaç düğmesi açık, pantolondan sarkık.

Bunlar şekilsel özellikler. Bunlara da eyvallah diyelim. Ama sonrasını tasvip etmek akıl karı değil. Bundan sonrası tamamen bilinçli bir politika. Hedeflenen yeni neslin tohumları atılıyor. Nasıl bir yeni nesil mi? Okuyun da görün!

 

Bu dizilerdeki genel kanıya dikkat ediniz!

Her kızın mutlaka bir erkek arkadaşı vardır. Bu arkadaşlık sınırsızdır ve okul dışında da (kafelerde) devam eder. İlişkiler çarpık. Kız erkek arkadaşlığı flört seviyesinde. Flört etmek meşru gösterilmenin yanında dayatılıyor. Arkadaşı olmayan kız ya da erkek zavallı, gariban, acınası ve yapayalnız gösterilmeye çalışılıyor.

Diyaloglara dikkat buyurunuz! Ders, başarı, yazılı, sınav, kitap, kalem… gibi eğitim terimleri değil; aşk, sevgi, arkadaşlık, bazen kin ve adavet gibi hissi tabirler kullanılıyor.

 

İşte size birkaç diyalog:

“Volkan, sana deliler gibi aşığım”. “Oğlum, hafta sonuna kalmadan ben bu kızı ayarlarım.” Hatta bir sahnesinde (bu yazıyı yazarken açtım televizyonu) öğretmenine âşık olmuş bir kız öğrencinin kızara, bozara “ hocam, sizi çok seviyorum” deyip sevinçten soluğu deniz kenarında almasına şahit oldum.

 

Körpecik dimağlar, acımasızca kirletilmeye çalışılıyor. Genç beyinler, şehevi hislerin esaretine sürükleniyor. Okul dizileri olmalarına rağmen münasebetsiz sahneler bulabilmek de mümkün. Zaten ergenliğe yeni girmiş gençlerin içgüdüleri had safhadadır. Bize düşen teskin etmek, yatıştırmaktır. Oysa bizim yaptığımız, yangına körükle gitmektir. Sırf bu yüzden öğrenci kavgalarının sebebi ℅ 90 itibariyle çarpık (flört) kız- erkek ilişkileridir. (haberlerde bu tür haberlere sıkça rastlamak mümkün) Kalan ℅ 10 da, gruplaşmalardan kaynaklanır. Bunun da sebebi yine yanlış yönlendirmelerde bulunan filmlerdir. Mesela:

 

Kurtlar Vadisi,

Kabadayı,

…gibi örneklemeler.

Bizim zamanımızda her bir sınıfın bir İnek Şaban"ı, bir Güdük Necmi"si vardı. Bunlar eğlenceli, zararsız tiplerdi. Günümüzde ise bunların yerini Polat Alemdar"lar, Memati"ler aldı. Bunlar zararlı, şedit tiplerdir. Şimdiki öğrenciler onlar gibi konuşuyor, onlar gibi oturup kalkıyor. Kaşlarını dahi onlar gibi çatıyor. Hala silahlar kullanılıyor filmlerde, infazlar gerçekleştiriliyor. Hele şimdiki filmlerde kullanılan silahlar tabanca falan da değil, kaleşnikof. Yani bayağı bir yol kat etmişiz.(!) 

 

Bir başka hususa dikkatlerinizi çekmek istiyorum:

Okul dizilerinde, başarılı öğrenci profili yok. Böyle bir model sunulmuyor izleyiciye. Başarı teşvik edilmiyor, ödüllendirilmiyor. Sürekli; başarısız, bedavacı, kurnaz, başıboş, artist, kılık kıyafeti bozuk öğrenci tipi ön plana çıkarılıyor ve model gösterilmeye çalışılıyor.

 

Bir de Selena"lar, Acemi Cadı"lar var. Yani görsel masallar. Buna fazla değinmeyeceğim. Bir anekdotla geçiştireceğim. Bir arkadaşım anlatıyordu. Yeğeninin, bahçede elleriyle garip hareketler yaptığını fark etmiş. Sormuş, ne yapıyorsun diye. O da: “Selena gibi yapıyorum, ama bir türlü kaybolamıyorum amca!” Demiş. (anlaşılan ayarları tutturamamış)  Sanırım bu her şeyi izah etmeye kâfi. Gerisini siz düşünün!

 

Çocuklarımız nasıl da hayali bir âlemin, şov dünyasının buğulu ikliminde yaşıyor. Kurtların pençeleri arasında… Gerçeklerden uzak, azade; serapa büyünün tesirinde. Bihaber, bigane, biçare…

 

Evet, bu şov dünyası ve yanlış örneklemeler okullarda verilen eğitimi alabildiğine pasifleştirdi, eğitim alabildiğine zorlaştı. Öğrencilerimiz, televizyonun dayattığı insan modelinin özentisi içerisine girdi. Çocuklarımızda yapay kişilikler oluşmaya başladı. Çocuklarımızın körpe zihinlerini, şöhret olmak endişesi ve heyecanı sardı. Çocuklarımız topçu- popçu olmak istiyor. Oyuncu, sanatçı olmak istiyor; artist, manken olmak istiyor. Kısacası çocuklarımız ünlü olmak istiyor.

 

Bizler, anne-babalar ve veliler olarak, daha hassas davranmalı, çocuklarımızın, hem televizyon karşısında geçirdikleri zamana hem de izledikleri programlara daha fazla dikkat etmeliyiz. Aksi takdirde;

 

Yeni nesil öğretmenlerin değil, televizyonun eseri (esiri) olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süleyman Karataş Arşivi