İrfan Sarı

İrfan Sarı

Reşan anne

Reşan anne

Güneş iki bin yüz rakımlı şehre en dik ışınlarını ok hesabı saplıyorken terminal denen yerde minibüse koltuk sayısı binmişiz. Pek çoğumuzu temmuz sıcağının teri basmış. Kalktı kalkacak derken minibüs, bir kadın kucağında çocuğu ile yaklaşıyor simsara.

Sevgiyle bir kucaklama anı var.

Yer var mı?

- Ancak koridor iskemlesinde

- Çocuk kucağımda nasıl giderim onca yolu

Konuşmaya tanıklık ediyoruz. Genç yolcu kalkıp yerini verdi.

Yola koyulduk. İçimin değirmenleri tüm organlarımı acıtarak dönüyordu. Vicdanım olduğu yere çöktü. Beynim son oksijenini almış gibiydi.

Bir annenin ve bir kız çocuğunun birbirine olan güveni, sevdaya dönmüştü. Neredeyse yol boyunca minnacık elleri kız çocuğunun annesinin boynundan ayrılmadı. Anne ise hiç endişe etmeden o sonsuz sevgiyle yavrusuna ev sahipliği yapıyordu bedeni üzerinden.

At kuyruğu saçları, buğdaya çalan teni, kuş yuvası renkli gözleriyle o çocuk Hakkari’de diyaliz makinesine girecekmiş.

Devletin baba adamlarının övüne övüne bitiremediği hastane, yönetim basiretsizliği nedeniyle minnacık bir çocuğun tedavi görmesine olanak yaratamamış.

Ve onlar…

Ve biz…

Ve siz…

Ve diğerleri…

İnsan olduğumuzu sav edip duruyoruz.

O minnacık beden, o eli öpülesi çilekeş, vefakar anne dünyada olup bitenden habersiz kendi dünyalarına dalmışlar. Çocuğun sağlık sorunu onlar için özgürlük mücadelesi, ekmek davası, ekolojik dünyadan kat be kat değerli ve anlamlıydı.

Yol boyunca çekingen bakışlarla bakındı bizlere, konuşmadı hiç. Ama içinde olduğu durumun farkında gibi bakışlarında bize ait dışarıdaki dünyaya ait bir çığlık vardı. Bir serzeniş, bir sitem duruyordu.

Oraya odaklanmıştım, odaklanmıştık. Bize yüksek sesle sitem eder dedik, bağırır dedik, olmadı.

Oysa sular geçiyordu minibüsün geçtiği yerlerin etrafında, güneş yanıyordu, yeşil renkli bitkiler ergenliğe girmek üzereydi, zerdali ağaçları meyve vermeye başlamıştı, elmalar al yanaklı olma çağındaydı…

Yaz havası işte…

Ancak o anne ve kız çocuğunda bir karakış bezginliği, çaresizliği, bitimsiz dermansızlığı vardı…

Zap suyuna ilişti bir vakit gözlerim, azgın aktığı, taştan taşa çarptığı anlardan yükselen o su parçacıklarının derman olup, o minnacık bedene ulaşmasını diledim bir an.

Bir türlü kopamıyordum…

Vicdansızdım… Ağlamaklıydım…

İçeride soluduğum havanın zehir olmasını istedim, sadece benim soluyacağım ve sadece benim ölebileceğim…

Ölürsem bir daha görmeyecektim böyle ötelenmişliği, böyle kader denmiş zulmü…

Düşünürken böyle iç dünyamda yolculukta bitmişti, yolcular durak durak iniyordu artık, Hakkâri devlet hastanesi önünde Reşan anne ve çocuğu indiler. Yalnızdılar. Ramazandı. Temmuzdu. Korkunç bir sıcak vardı…

Heybelerinde azık, ceplerinde para var mıydı/yok muydu anlayamadım.

Gözlerine baktım, umuda gelmişlerdi. Umut!

Son durakta ben de inmiştim. İnlemiş halde inmiştim hem de.

Vicdanımı yitirdiğimin farkına vardım. Hastanesi olan bir ilçeden diğer bir kente tedavi görmeye giden mecburların sesine ses olmadığım ve bu insanlara bu çileyi çektirenlerin yüzüne bakıp tükürmediğim için…

Vicdanım çoktan küle dönmüştü de benim haberim yokmuş meğer…

Devletin baba adamları, maaşlar, pirimler, fazla mesai alırken, döner sermayeden beslenirken yoksul insanlar mecburluk içinde kahır çekiyordu.

Derman bulmak için umuda tutunan insanların acısını hiç duymadığım için vicdansızdım. O derman peşine düşen insanlara kulağını kapatanlara karşı bağırmadığım için vicdansızdım…

İsterseniz siz de vicdanınıza bir bakının…

Aklınızdaki şatafatın, beyninizdeki görkemin, yüreğinizdeki mezarlar ve ölüler üzerine kurulduğuna tanık olabilirsiniz belki…

Belki o vakit Reşan annenin anneliğine ve o çocuğun savunmasız haline anlam verebilirsiniz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum
  • mamoste / 07 Temmuz 2014 Pazartesi 09:38

    Ilcede diyaliz ünitesi vardı sanırım. Paralel adamlar onuda mi yedi. Vicdanında yer onlar inanırım.

    Yanıtla (0) (0)
  • Sahipsiz Kent! / 07 Temmuz 2014 Pazartesi 11:07

    Saygı değer yazarım, sizin kaleminizden dökülen bu kelimelere sağlık. Keşke haksızsın diyebilseydim, keşke yanılıyorsun yazar efendi, var olan gelişmeleri görmeyecek kadar körsün diyebilseydim. Ancak bunları diyecek ne yüzüm ne de hakkım var. Olanı en iyi şekilde gözlemlemiş ve vicdanlarımızın sesi olmuşsun. Sizi bu manada tebrik ediyorum.

    Ve çözüm geliştiriyor, buyurun analizim üzerinde kafa yorun diyorum.

    Tek yol vicdanlı kalemler yetiştirmek. Öyle bir sistem geliştireceksin ki hem kendini yenileyebilecek hem milletin kanayan yarasına sargı olabilecek. Projelerle yol alıp eğiteceksiniz. Tek yolu bu yöntemle yarınlara yatırım yapmak. Başka yolu yok, olamaz!

    Yanıtla (0) (0)
  • mezopotamyalı / 08 Temmuz 2014 Salı 16:53

    Bak kardeşim Dünya denilen şu misafirhneye irademiz dışında geldik daha doğrusu gönderildik...
    Biraz evvel baktığın pencereden vaveylalar işittin... O gördüğün kız annesinin şefkatine sığınmış, anne ise merhametle karşılık vermiş... Ve biz sapasağlam insanlar adeta sıra halınde iki yana dizilmiş ve aramızda annesi ile beraber kızı o baştan bu başa götürülmekte, bizlere imaen şöyle seslenilmektedir: Ey sağlam insanlar iki ayak üzerinde sağlıklı dolaşmanız tesadüfi değil, öyle olsaydı yüzde 99 ünüz gördüğünüz bu kız gibi olabilirdiniz... Sizdeki o sağlık ve sıhhat misafirhane sahibi olan malikinizin rızası dairesinde çalışmanız ve hareket etmeniz içın verilmiştir. Hepbana değil paylaşmalısınız gibi binlerce emirle hareket etmeniz lazım

    Yanıtla (0) (0)
  • mezopotamyalı.. / 08 Temmuz 2014 Salı 17:06

    Görünüşte çok eziyet çektiği sanılan o masum kız tarifsiz misliyle mükafatlandırılacaktır... Annesi sabretmek şartıyla Koç ve Sabancı Holdinglerin servetinin ÖLÇÜLEMEYECEK katlarıyla ödüllendirilecek ve hepbana-hepbana deyip tüm insanlara gönderilen rızkı gasbedip haksız yere zevk-ü sefa sürenlerde kısa bir süre sonra fakir olmakla kalmayacak hesabınıda misafirhane sahibi soracaktır... O kadar perişan varken on defa üst üste Hacca dahi gitmenin caiz olmadığını hesaba katarsak sel gibi lüzümsüz harcamaların hesabı hayli hayli sorulacaktır rahatlığınıda duyabiliriz...
    Fakirlik-hastalık birbirimize karşı merhamet ve iş gördürmek içindir.
    Ammmaaa sanılmasın ki Reşan ananın halinden sorguya çekilmeyeceğiz...Müsebbeplerin tümü mahkeme-i kübrad

    Yanıtla (0) (0)
  • mezopotamyalı / 08 Temmuz 2014 Salı 17:19

    hesap verecekler...
    Bakın sizin tüm isyanınızda bunun içindir..
    Senin kalbine konulan VİCDAN yanardağ gibi patlıyor...Tüm sorumluları bir bir gözünüzün önüne getirmekte hatta utanmaz yüzlerine tükürmektesiniz...Vicdan yalan konuşmaz...Sıraladığınız o sorumlular en yakınınızda olsa afetmez....Hatta sizide afetmez... İşte tesadüfen yüreğimize bırakılmayan vicdan böyle yanilmaz bir özelliği var...
    Senin bir önceki pencerede gördüğün tüm vaveylaları ancak ve ancak bu pencereden bakmakla bir nebze tahammül edilebilir.. Yanı buradan hesap sorulmuyorsa- sorulamıyorsa mutlaka başka bir mekanda-mercide sorulmalıdır.... Yoksa herkesin yaptığı yanında kar kalacaksa verin elimize bir KILINC bizde pencereden atlayıp dalalım ortalığa ganimet toplaya

    Yanıtla (0) (0)
  • mamusta mehmet ali tekwando / 13 Temmuz 2014 03:09

    Xude ji te razi be mamusta irfan bırez, gelek spas serkevten bu te be.

    Yanıtla (0) (0)
  • Ferheng / 14 Temmuz 2014 00:50

    Başkanm bize vijdanmzn var olduğunu hatrlatn size sonsuz şükranlar

    Yanıtla (0) (0)
İrfan Sarı Arşivi