M. Latif Yıldız

M. Latif Yıldız

Kürt sorununda ne oluyor?

Kürt sorununda ne oluyor?

Makalemin başlığı Hukuk, Bingöl, Cizre, Dicle Akiller, Erdoğan ve Kürdler olacaktı. Ancak editörler uzun başlık istemedikleri için “Kürd sorununda ne oluyor?” Adını koydum.

30 yıldır süren başta Kürd sorunu ve diğer ülke meselelerinin çözümü için tek yol “şekli hukukun” siyasi süreci uyarlanması ile çözüm mümkün olur, başka yolu yok.

Zira, hukuk, siyasi çözüme uyarlanmazsa Başbakan Erdoğan’ın Kürdler için “ Attığım adımdan sonra bana hak vermiyorlar” der. Kürdler de “yasal, anayasal ve eşitlikçi haklar” verilmiyor şikayetini yapar durur. TRT şeş, Üniversitelerde dil, Kürdçe seçmeli ders, Kürdçe yayınlar vb. açılımlar Başbakan’ın inisiyatifi ve iktidar çoğunluğuna güvenerek “ben dedim, ben yaptım oldu” yaklaşımı çözüm için gerçekçi ve doğru değildir.

Başbakan Erdoğan’ın kendisini haklı gördüğü “ İktidarımın önemli bir bölümünde Kürt sorunu için çalıştım. Baldıran zehiri içtim, oylarımı tehlikeye atma pahasına Cumhuriyet tarihinde yapılmayanı yaptım. Enerjimin önemli bir bölümünü bu işe harcadım” diye şikayet etse de; kendi açısından haklı olabilir ama Kürdler açısından o kadar da haklı değil.

Neden mi? Nedeni çok basit.

Başbakan Erdoğan’ın bildiği ancak ısrarla görmezlikten geldiği ama Kürd halkının gördüğü bir gerçek var. Birincisi Kürdlere zulüm yapılıyor. İkincisi ve önemlisi Ortadoğu’da son yıllarda meydana gelen hızlı gelişmeler; başta ABD, AB ve dünyanın yeni bir Ortadoğu dizayn etme isteği ile öyle veya böyle bölge ülkelerinde meydana gelecek rejim ve devletler arası sınır değişiklikleri olacak.

Kürdler gelişmelerin farkında oldukları için 30 yıldır silahla elde edemediklerini sürece uygun davranarak silahsız ve şimdilik sınır değişikliği olmadan 4 parça Kürdistanı ticari ve kültürel koordinasyon sağlayarak, demokratik yollardan hedefe ulaşmak istiyorlar.

Bir diğeri de Kürdler “eşitlik” konusunda duyarlı ve dirençli bir dönem başlatılmak için keskin bir siyaset talep gündemini oluşturmak hedefindeler. 30 yıllık süreçte maruz kaldıkları haksızlığı, zulmü “eşitlikçi” yasa ve anayasa ile ortadan kaldırılsın istiyorlar.

Yaşanan binlerce örnekten yola çıkacak olursak; en son Bingöl’de 14 yaşındaki kız çocuğuna 4 uzman çavuşun yıllar süren tecavüzüne savcı ve hakimlerin duyarsız kalması. Söz konusu ırz düşmanlarının tutuksuz yargılanmaları sonucu bir iddiaya göre canlarına tak eden Kürd gençleri Cizre’de medyaya yansıyan görüntüleri sergilediler.

Bu görüntüler doğru mu derseniz; ulusalcı, Kemalist faşistler Taksim’de istediklerini başaramayıp havlu atınca; Cizre görüntülerine can simidi gibi sarıldılar. Sözcü, Aydınlık ve türevleri statükocu faşist gazeteler Cizre üzerinden süreci provoke etmeye başladılar. Nitekim yaygara etkisini gösterdi ve Lice’nin Kavacık Karakolunda asker tarafından köylüler üzerine açılan sözde havaya silahlı ateş üzerine 1 Kürdün öldü 5’i ağır 8 Kürdün yaralandı.

Bingöl örneğinin ve Dicle olayının Kürdistan’da yaygın olması, Batıda bu tür olayların olmaması  siyasi bir olgu ve Kürdlere saldırı olarak yorumlanıyor. Bir diğer sebepte savcı ve hakimlerin söz konusu Kürd olunca “şekli hukuka” sığınarak, boşluklardan yararlanarak zulme maruz kalanları değil de zalimleri koruyan yaklaşım sergilemeleridir.

Haksızlığa uğrayan Kürdlerin hakkı ancak iyi niyetli bir savcı, hakim bulunursa belki bir nebze aranıyor. Değilse “şekli hukuk” karşısında her zaman bir boşluk ve çıkış yolu bulan savcı ve hakimler on yıllardır “adalet” adı altında “adaletsiz” kararlar aldılar/alıyorlar.

O halde çözüm ne derseniz; “barış” sürecinin sıcak döneminde Başbakan Erdoğan’ın yasası, kanunu, tüzüğü, yönetmenliği olmayan iyi niyetini birileri tasvip edebilir ama çözüm getirmez. Çözüm adalet içeren, zulmü kaldıran; şekli hukukun siyasi talepler doğrultusunda düzenlemeler yapılarak hakiki, adil, özgürlükçü, eşit yasalar çıkartarak mümkün olabilir.

İdeal toplum oluşturmak için yapısal sosyal reformlar, yasalar, en önemlisi 12 Eylül darbe anayasasını çöpe atarak yeni toplumsal anayasa ve adil hukuktan geçer. Kürd toplumu üzerindeki günlük şiddetin “münferit”, “bireysel” algılamalara son vermedikçe Kürd sorunu çözülmez. Kürdler eşit insan, eşit birey, eşit toplum olmadan; söz, davranışlar ve de polis, jandarma, karakol, mahkemelerde aşağılanıp zulüm gördükçe Erdoğan’ın iyi niyeti çözüm getirmez.

6 ayı bulan “barış” ve 2 ayı bulan “akil insanlar” sürecinde çözüm için Başbakan Erdoğan’ın somut adım atmadığı bir vakıa. Akil insanların 26 Haziran’da her bölgeden gelen yüzlerce sayfa rapor ve önerilerini görünce surat asan Başbakan Erdoğan; barış ve birleştirici dil kullanacağına süreci tıkayan açıklamalar yapması Kürd sorunu için ne kadar gerçekçidir?

Öyle ki Başbakan Erdoğan kaç PKK’lı sınır dışına çıkmışa odaklanmış. Unutmamak gerekir ki sürece PKK’den de, sade Kürden de güvenmeyen, inanmayan, samimi bulmayan çok. Öcalan, Kandil, BDP, Kürd halkı “ikinci aşama başlamalıdır” derken Devlet, Hükümet, AKP adına karar verici “tek adam” Başbakan Erdoğan 2. aşama için baharı adres gösteriyor.

Bugün Meclisin tatili, baharda bütçe, sonra yerel seçimler bahane olabilir. Arayı çok açmak çok risk demektir. Onlarca provokatif olayları saymasak doğruluk derecesi şüpheli helikopter olayı, Tunceli, Cizre örneği ( KCK ilgimiz yok dedi) ve Dicle çok daha risk taşıyan olaylar meydana gelerek Başbakan’ı hayal kırıklığına uğratmayacağını kim garanti edebilir. 

Kürd cenahı tedirgin olduğu için çekilmeyle birlikte adımların atılmasını istiyor. PKK silahlı olduğu kadar, sosyal ve siyasi bir örgüttür. Silahlar sustuğu zaman siyaset yapacak. Cizre olay tasvip edilmese de yerelde savunma gücü gibi görüntüler adaletsiz uygulamaların sonucu bölgede baskıcı bir süreçten geçen gençlerin psikolojik refleksi olduğu iddiası var.

Görüntülerin önüne geçmenin yolu çekilme süreci içinde devlet, hükümet BDP ve yerel yönetimlerle diyalog ve ilişkilerini geliştirerek istemediği görüntülere engel olabilir. Süreç için yüzde 15, yok yüzde 30 silahlı güç sınır dışına çıktı konumuna getirmek yanlıştır.    

Kürd sorununu çözmek için karizmatik lider tamam da; devasa bir sorun olan Kürd meselesini çözümü farklıdır. Mesele “a” dan “z” ye her şeye karar veren ve “ben ne dersem o”; akillere “ne oluyoruz” dedirten bir Başbakan var. Çekilmenin sürdüğü sıcak atmosferde, akil insanlar ile görüşürken PKK’nin çekilmesini sorun bitti olarak gören Başbakan “Reform paketi yok. Seçim barajı düşürmeyecek. Karakollar yapılacak. Anadilde eğitim yok” diyor.

Başbakan Erdoğan; Öcalan, İmralı, BDP’nin açıkça dillendirdiği; rapor ve taleplerini görmemezlikten gelerek “iktidar” ve “muktedir” olan benim; o halde “ben ne desem ve ne istesem o olur” yaklaşımı ile 100 yıllık Kürd meselesi çözülebilir mi?

Hala binlerce KCK tutukluları hapishanelerde bulunuyorsa; her gün bir mahkemede KCK tutuklularına yüz yıllara ulaşan cezaların veriliyorsa; binlerce Kürd siyasetçi, Belediye Başkanı, İl daimi ve Belediye encümenleri içerdeyse “barış” ve“çözüm” olabilir mi?

Devasa bir oy potansiyeli, güçlü bir teşkilat ve örgütlülüğü ile, her alanda danışmanlar ordusuna sahip AKP’nin lideri Başbakan Erdoğan’ın hemen her konuda “tek” adam, “itaat” ve “biat” kültürünü demokrasi olarak görüyorsa Kürd sorununu çözmek mümkün mü?

Her koşulda tek adamın önerilerine karşı ses verenleri baskı ve tehdit ile susturmak ne zamandan beri demokrasi oldu? Siyaset bilimcilerine göre bu yaklaşımı ile Başbakan Erdoğan bizzat kendi söylemleri, dili ve kararları ile miadına son verebilir uyarısında bulunuyorlar.

"Barış” süreci ve Kürdlerin olumlu yaklaşımına karşılık Başbakan Erdoğan’ın tavrı, dili ve yaklaşımı engel olmamalı. Kürdlerin olumlu adımlarına “tek adam” tavrı ikinci aşama denilen sürecin başlamasını geciktirecekse her an olumsuz bir olay süreci dinamitleyebilir.

Brüksel’de Remzi Kartal’ın Amberi Zaman’a dediği gibi:

"Biz neden buradayız. Mecliste halkın seçtiği Milletvekili olarak Kürd halkının haklarını aramamıza izin verilmediği için buradayız. Burada da peşimizi bırakmıyorlar. Legal çerçevede faaliyet edenleri ‘terörist’ ilan ediyorlar. Kırmızı bültenlerle arıyorlar.

Sürekli tutuklatıp Türkiye’ye iademizi istiyorlar. Aynı devlet bizimle Oslo’da masaya oturdu. Bu nasıl bir çelişki” diyerek Türkiye’nin, Devletin, AKP’nin, Başbakan Erdoğan’ın samimiyet “çözüm” ve “barış” konusundaki yaklaşımlarını çok güzel özetlemiyor mu?     

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
M. Latif Yıldız Arşivi