M. Latif Yıldız

M. Latif Yıldız

Katliam, medya ve koruculuk

Katliam, medya ve koruculuk

Parmaklarım klavye tuşlarına gitmediği için günlerdir vahşeti yazamıyorum. Ancak yerli, yersiz; ilgili ilgisiz herkesin saçma sapan yorum yaptığını görünce Mardin katliamıyla ilgili yazı yazmak zorunda bırakıldım desem yeridir.

 

Katliamın yeri Zenkirt (Bilge) köyüne bağlı Çilkanî (Kırk çeşme) mahallesi. Bölge halkının büyük değer verdiği Sultan Şeyhmus"un (Şeyh Musa) türbesine 5 Km. mesafede.

 

İşte tam burada katliamı çarpıcı hale getiren yatsı namazını kılan ibadet halinde 21 erkek, 6"sı çocuk, üçü hamile 17 kadın toplam 44; ana rahmindeki bebeler ile 47 insanın öldürülmesidir. Bu vahşet katillerin inanç, din, Allah, vicdan, merhamet gibi kutsalların umurlarında bile olmadığını gösteriyor.

 

Çoluk, çocuk, kadın, erkek, yaşlı genç gözetilmeksizin yörenin bin yıllık gelenek örf, adet, töre ve inancında yer almayan 30 yıldır bölgede uygulanan kendine özgü bir yönetim anlayışı olan koruculuk ve şiddet sarmalının toplu cinnetin vahşileştirdiği bir çürümüşlüktür.

 

Olayın ilk anından itibaren ağız birliği eden Türk medyasının “töre”, “namus”, “feodal ilişki”, “kız meselesi”, “toprak”, “rant”, “husumet” gibi sebeplere bağlayanlar; bunların bir kural ve ilke içinde uygulandığından bihaberler. Mardin gibi din, dil, ırk farkının yaşadığı, Müslüman, Süryani, Keldani, Ermeni, Yezidi ve benzerlerinin bin yıldır birlikte yaşadığı bir coğrafya için öne çıkartırken 44 canın katlini bu çerçeveye sokmak doğrusu çok manidardır.

 

Bununla yetinmeyip, bölgede otoriter ve emredici bir yaklaşım talebinde bulunan medyanın sırçalı köşk ve masa başında oturan akıl babaları aslında tam da bu yöntemin 25 yıldır bölgede bire bir uygulandığı için bu katliamın yaşandığını, nedense sistemin ne biçim katiller ve suçlular yetiştirildiğini görmek istemiyorlar. Aslında yıllardır bölgedeki cinayetler karşı medya şerbetliydi. Çünkü bölgede insan hayatı diye bir kavram yok olmuş. Ama bir seferde 44+3 olunca sırçalı köşktekiler de şoke olabiliyorlarmış.

 

Unutulmasın ki, bu katliam farklı ırk, din, dil yüzünden işlenmedi. Düşünce farkı da değildi. Bu bir farklı etnik veya mezhep çatışması da değildi. Aksine aynı din, dil ve ırktan; üstüne üstlük akraba ve de devletin silah ve cephaneleri ile donatılmış korucuların işiydi.

 

Medyanın günlerdir feodalite, töre, namus gibi kanıtları öne sürmesi ya koca bir cehaletin eseridir; ya da kasıtlı ve bilinçli bir saptırmadır. Gerçek şu ki bölge bilinçli olarak kaderine terk edilmiş. Bölgede on yıllardır kültürü yasaklanmış, yoksulluk, terör, baskı, korku, tehdit ve imha tek çözüm yolu olarak dayatılmış. Hak etmedikleri bir yaşam için ya göç ederek; ya korucu olarak ya da korkuyla yaşamaya mecbur edilmişler.

 

Bölgede, özellikle son 25 yılda neler olmamış ki?

 

3 bin köy yakılarak, yıkılarak boşaltılmış. Kalanlardan birçoğu korucu yapılmış. 25 yılda 40 bin ölüm, 18 bin faili meçhul (belli) cinayet, korucular ve itirafçılar ordusu kurulmuş. Asit kuyularında insanlar eritilmiş, helikopterlerden insanlar atılmış, minibüsler taranarak korucu ve köylüler topluca katledilmiş ve yakılmış. Köylüler devlet eliyle Bixi, Keleş, M16 ve G3 gibi ağır silahlar ile donatılmış. Bir tek tank, top, panzer verilmesi eksik kalmış. Bunlarda verilirse köyler köylükten çıkıp kışla haline gelecekler.

 

Böylesi donanımlı, eğitimsiz korucuya sınırsız yetki verilirse ne anlar? Önce güç benim, ne istersem ve neyi dilersem yaparım demez mi? Nitekim de dedi. Son vahşi örneğini Mardin Bilge"de gördük. Korucular silahtan başka çözüm olmadığına inandırılmış. Ya öldüreceğiz ya da öldürüleceğiz fikri bilinçaltlarında yer etmiş.

 

Akıl almaz yoksulluk, eğitimsizlik, sağlık sorunu, altyapı yetersizliği bu bölgede. Köyler korucu ve PKK sempatizanı olarak bölünerek bir birine düşman edilmiş. 25 yıldır asker ve PKK bir birlerinin varlığını bölgede silmeye, imha etmeye çalışırken; silahlı korucu köylüler de PKK kadar korucu olmayan köylüler için aynı hislerle beslendikleri için bölgenin sosyal, beşeri ve ahlaki yapısı çökmüş.

 

Bütün bunlar bölgede şiddet kültürünü körüklemekle kalmıyor; zaman içinde kanıksandığı için normal bir olgu haline dönüşüyor. Sonuç Mardin katliamı gibi nedeni, niçini izah edilmez bir vahşet ortaya çıkıyor.

 

Böylesine karmaşık ve çok boyutlu bir katliama medya nasıl yaklaştı gördünüz.

 

Böyle bir katliam olurken, haber televizyonları saatlerce olayı görmezlikten geldiler. Gördükten sonra da ne tür bir yaklaşım sergilediklerini ibretle izledik. Annesi, babası, ablası, ağabeyi, dayısı, amcası, halası, teyzesi, kendisinden küçük kardeşi, dedesi ve de ninesi gözlerinin önünde öldürülmüş. Hayat boyu yakınlarının kanlar içinde kalmış cesetlerin izlerini taşıyacak bu sarsıntıyı yaşayan çocukları konuşturmak için bir biriyle yarışan o gazeteci müsveddelerini ve kameramanların bu çocuklar peşinde koştuklarını gördükçe mesleğimden iğrendim.

 

Babasının, annesinin ya da başka bir akrabasının nasıl öldürüldüğünü, kanlı cesetler ile nasıl saatlerce yan yana kaldığını o küçük çocuğa söyleterek ekrana getirmek gazetecilik mi, habercilik mi? Yoksa insanlık değerini ayaklar altına almak mı?

 

Mardin valiliği günler sonra değil de; daha ilk saatlerde 20"si annesini, 15"i babasını, 35"i annesi ve babasını kaybederek öksüz, yetim ya da hem öksüz, hem yetim kalan 70 çocuğu uzmanların denetiminde bir araya getirerek rahabilite edemez miydi? Daha ilk görüntülerden sonra kılı kırk yaran RTÜK bu iğrenç görüntüler verilirken ne yapıyordu? Muhabir sorumluluk duygusundan yoksun diyelim; ya editörler ya yöneticiler neredeydi?

 

Medya o çocuklar ile uğraşarak bir katliamdan magazin haber çıkaracağına; o silahları hangi eğitimsizlik ve hangi cüretle o katillere kim verdi? Bunu sorgulasalardı ya. Bu sorunun peşine düşselerdi ya. Cahillik, ilkellik, geri kalmışlık kavramların arkasına sığınacaklarına bunun niçin ve nedenlerini irdeleselerdi ya. Bölgede yüz binlerce kişilik ordu, jandarma, polis gücü ve binlerce silah, mühimmat, tank, top, tüfek, uçağın yanı sıra 71 bin kişilik korucu ordusunun konumunu, silahlarını, işledikleri kanun dışı suçları araştırsalardı ya.

 

Batı için çağdaş demokratik, laik, sosyal, hukuk devletinin doğu ve güneydoğu için nasıl kâbus olduğunu araştırsalar ya. Koruculuğun bölge halkı üzerinde nasıl bir ayrıştırma ve bölünmeye yol açtığını, pek çok yasa dışı faaliyetin merkezi haline geldiğini ileri süren iddia ve tezlerin üstüne gitseler ya. Geçmişte Hamidiye Süvari Alayları ile başlayan kaosun bugün “Köy Koruculuğu” olarak varlığını neden sürdürdüğünü derinlemesine araştırsalar ya.

 

Yıllardır yazılıyor ve çiziliyor. Koruculuk sistemi istismara açıktır. Eli silahlı eğitimsiz ve denetimsiz 71 bin insanın terörle mücadelede katkıları her zaman sorgulanmıştır. Mardin olayından sonra sistemin varlığını medya sorgulamalıdır. Bu katliamdan sonra koruculuk sisteminin lağvedilmesi için ciddi adımlar atılmalıdır.

 

Cumhuriyetle birlikte Kürtlerin üzerinde baskının her türlüsü denendi. Koruculukta bu yöntemlerden biridir. Ancak Mardin katliamı gibisi değil 100 yıl; bin yıldır görülmedi. Bir köyde akrabalar, bir başka akrabalarını toplu yok etmek, kökünü kazımak istiyor. Bunları yapanları adliyede görenler “o kadar rahattılar ki, bir biriyle şakalaşıyorlardı” sözü insanın kanını donduruyor. Türkiye"de değil Dünya"da örneği bulunmayan; etnik ya da ideolojik bir arka planı olmayan vahşeti yapanların ruh hali koruculuğun zıvanadan çıkışının açık bir örneği değil de nedir? Hem de akrabaya yapılan insanlık dışı bir vahşetle.

 

Kim bilir beklide her gün insan öldüren koruculara bu katliamı yapmakta sıradan bir iş gibi geldi. Belki de artık onlar için öldürmek doğallaştı. Bu yüzden insanlığı ve vicdanları sorgulayan Mardin katliamı işlendi. Çoluk, çocuk, hamile kadınları, yaşlı nineleri öldürdükten sonra ölmüş mü diye silkeleyen, canlıysa beynine kurşun sıkan canavarları başka nasıl tasvir edebiliriz ki?

 

Bana sorarsanız bazı korucular yalnız insanlardan değil kendilerinden de nefret ediyorlar. Nereden biliyorsun derseniz; bir korucu köyüne taazziye gitmiştim. Korucu başı babamı çok iyi tanıdığını, ona çok saygı ve sevgi beslediğini söyledi. Ben de bu samimi itiraf üzerine; “Size bir sorum olacak, ama bütün içtenliğiniz ve samimiyetinizle cevap vermenizi istiyorum” dedim.

 

Sorumu sormadan Korucu Başı; “ne soracağını biliyorum” diyerek burada asla yer veremeyeceğim kendileri için küçük düşürücü sıfatlar sıraladı. Bunları ve daha farklı sebepleri de sıralarken koruculuğu neden kabul ettiklerini söylerken; “ Ne olur bu yaramızı deşme” dedi. O gün koruculardan bazılarının nasıl bir ruh hali içinde olduklarını anladım. Yine bir gazeteci dostumdan dinlemiştim, korucu kendisine “ Biz resmi cahşız” demiş. Bu korucunun iç dünyasında kopan fırtınayı anlayabiliyor musunuz?

 

Bence o korucu başı ve o korucu sistemin dayatması ile kendilerine olan nefretin farkında olduğunu ifade ediyorlar. Kendisi gibi olanları küçümserken, herkesi küçümseyen bir tavırları var. Devletin verdiği silah ile her şeyi yapabileceğine inandırılmışlar. Sıradan bir köylülerken, 25 yılda öldüren, yok eden, cezalandıran bir konuma getirilmişler. Devletin gücünü arkalarına alarak12 binden fazla suç işlemişler. Devletin silahları ile terk edilen köylerin topraklarını ele geçirmişler. Bazıları bu konumdan güç alarak tecavüz, hırsızlık, soygun, saldırı, kız kaçırma olayların çoğu soruşturulmadı, görmemezlikten gelindi.

 

Cahil dediğiniz korucu köylü bu kadar acımasız da; okumuş, tahsilli, Üniversite de öğretim görevlisinin ağzından çıkanları yazsam dudağınız uçuklar, gözünüz fal taşı gibi açılır.

 

Büyük bir Üniversitenin İletişim Fakültesinin Dekanıyla bir yemekte bir araya geldim. Yanında genç bir öğretim görevlisi vardı. Genç Mardin Arap kökenliydi. Ancak ne Mardin"i, ne de Araplığını kabul etmeyince bu onun tercihi diye fazla üstelemedim.

 

Yemekten sonra, sohbet esnasında söz ister istemez dönüp dolaşıp Kürt meselesine geldi. Bu aslını inkâr eden genç öğretim üyesi ne derse beğenirsiniz? “Bu sorun kökten hal edilmesi isteniyorsa Doğu ve G. Doğu"da ne kadar Kürt köy, kasaba ve şehri varsa havadan bombalayarak yakıp, yıkıp, toplu yok edeceksin. Bak bakalım o zaman sorun kalır mı?” dedi. Dekanla göz göze geldik. Sen Saddammısın? Diyerek ayağa kalkınca; Dekan önce beni sakinleştirdi, sonra canavarlaşan öğretim üyesine gerekeni söyledi. Konuşması bitince de bir tatsızlığa meydan vermemek için genci aldı ve gittiler.

 

Demem o ki, Kürt sorunu, Susurluk, JİTEM, operasyonlar, mayınlar, faili meçhuller, baskınlar, Ergenekon, PKK, çatışma, medyanın tutumu, darbe söylentileri insanlarda öylesi bir ruh ve insanlık erozyonuna sahip kılmış ki tarif edilemez. Korucusu, gazetecisi, yazarı, siyasetçisi, aydını, medyası, bilim adamı; Kürdü – Türkü; okumuşu, okumamışı Kürt meselesinde öylesine radikalleşmiş, öylesine gaddarlaşmışlar ki top yekûn savaş çığırtkanlığı ile silahlı güçlerden daha keskin bir cinnet eşiğine getirildiler.

 

Artık birileri bir biriyle konuşarak silahları susturmalarının günü geldi. Değilse bu cinnet hali 73 milyonu esir alacak. Mardin bunun korkunç bir işaretidir. Korku, öfke, kin, nefret bu toplumu yok eder. Silah tek çözüm olur ki, o zamanda felaket gelir. Mardin"de olanların töre ile alakası yok. Bu bir toplu katliam, toplu cinayettir. Bunun tek sebebi 25 yıllık savaştır. Bu savaş aynı ailenin bireylerini bir birine düşman, sonunda da katil yapmıştır. Koruculuk, diğer adıyla paramiliter güç bugün için dünya üzerinde bir Güney Amerika ve de Türkiye"de var. Bilmem bu oluşumun ne kadar gereksiz olduğunu anlatıyor mu?

 

Korucuları “dokunulmaz” olduklarına inandırılmışlar. Yaşama hakkını ihlal ediyorlar. 25 Haziran 1995 tarihinden beri bu bölgede adeta yasa değil yasa dışılığın temsilcisi haline getirildiler. Özellikle ağa, şeyh ve aşiretler gibi feodal kesimden korucuların seçilmesi tesadüfî değil. Koruculuğun kanun maddesinde der ki “ Köy sınırı içinde herkesin ırzını, canını ve malını korumak için köy koruculuğu bulundurulur.” Bölgede bu izaha uyan bir koruculuk sistemi var mı? Yok. 25 yıldır yönetmenliği resmi gazetede yayınlanmadan uygulamada olan bir sistem. Olaylar sonucu koruculuk sistemi lağvedileceğine yeni kadrolar ihdas ediliyor. Niçin? Düşük yoğunluklu savaşın, kin ve nefretin devamı için mi?

 

Topraktan ve hayvancılıktan kopartılan köylülere silah ve adam öldürmeyi kazanç kapısı yapılmış. Koruculuk Kürdü Kürde; insanı insana kırdırma sistemi haline getirilmiş. Empati yapacak olursak korucuların kahır ekseriyeti yukarda değindiğim gibi savaşın ağır travması altında yaşayan ölüler haline gelmişler. Bu durum “şiddet Kürtlerin doğasında var” diyenlere ithaf olunur.

 

Askerler koruculuğu hep savuna gelmişler. Olan olayları da hep “münferit olay diyorlar”, Mardin olayı da münferit olay olarak kayıtlara geçecek mi? Bekleyip göreceğiz.

 

Sonuç; Şimdi ne mi olacak? Söyleyeyim: Hiç kimse hiç bir şey yapmayacak. Koruculuk aynen devam edecek. Zenkırt (Bilge) köyünde Öldürülen öldürüldüğü ile öksüz ve yetim 70 çocukta kendi başlarına yoklukları, acıları ve sarsıntıları ile büyüyecekler. Bir, iki aya kalmaz bu da unutulacak, herkes normal hayatına dönecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum
M. Latif Yıldız Arşivi