İrfan Sarı

İrfan Sarı

Kar yağıyordu ölürken babam

Kar yağıyordu ölürken babam

Ne bir kuş ne bir belirti vardı gökyüzünde. Oysa az önce ölen babasıydı Amar"ın. Yani babası öldü diye her tarafı matem sarar sanmıştı. Bir babanın ölümü bu kadar sessiz ve kimsesiz olmamalıydı diye düşündü. Hele bu baba yatalak bir anneye, deli bir kız çocuğuna ve okullu bir erkek çocuğa kerpiç keserek bakıyorsa biraz daha kadir kıymet görmeliydi.

 

Tabutun bir ucuna omzunu dayadı ve dik yürümeye çalıştı bütün gücüyle. Şimdi omuzlarının üstünde taşıdığı babasına görünmeden gözyaşlarını akıtsa kolu komşu bir erkeğin ağlayışına tanık olacaktı. Şayet ağlamasa içinde fokur fokur kaynayan bu ölüm anı neredeyse taşacaktı gözlerinin kıyısından.

 

Bunları aklından kısa bir an geçirirken, zekâ özürlü kız kardeşine ilişti gözü o da ağlıyordu. O elbiselerini yırtan vücudunu lime lime kesen deli kız hüngür hüngür ağlıyordu. Dayanamadı bir yağmur bulutunun şehir uyurken gürlemesi kadar sesli gürledi adeta ve hazin hazin bir gözyaşı akışına gömüldü. Sonra yanındakiler omuz verdiler tabuta o da o hüzünle deli kardeşine sarıldı çünkü. İki kardeş iki nehrin bir birine çarpışması ve iç içe geçmesi gibi sarıldılar. Olaya tanık olan herkes bu hüzün karşısında saklı sebeplerini gözyaşına çevirdi.

 

Mezarlığa kadar tabut omuzlarda taşındı. İki kardeş ellerini arkalarından birbirlerinin beline kenetlemişlerdi. Toprak örtülünce tabuta yine sağanak duygular içinde herkes tekmil verir gibi matemler içindeydi. Deli kız Helê"nin duygulu durumu karşısında şaşkınlığını gizlemeyen kolu komşu bu tablo karşısında bitik duruyordu.

 

O kadar ağladılar ki iki kardeş ve konu komşu sanki yağan karda farkındaydı bunun. Yerdeki karın üstüne düşen her kar tanesi de bir hüzün ağırlığındaydı. Aslında simsiyahtı şu an yaşamın rengi ama kar yağıyordu bir yandan beyaz ve parıldayan haliyle.

 

Helê az önce bir göğüs boyu toprağa gömülen babasına vedalaşmak istemiyordu bir türlü üstüne çöken hüzün ile son adımlarının durduğu yerden bir milim bile kıpırdamıyordu. Amar dönmeleri gerektiğini biliyordu, kardeşinin elini tuttu hiç konuşmadan eve doğru yönlendi, Helê"nin boynu, gözleri ve sihirli çehresi orda kaldı sanki.

 

Elbiseleri incecikti, babalarını uğurlarken üstlerine yağan kar sırılsıklam etmişti olanları. Sırılsıklam ve çaresiz, üşümüyordu bedenleri ancak. Sadece ölümün onlara sokuluşuna yenilmiştiler o kadar.

 

Komşu kadınlar yatalak anneye halden ağıtlar yakarken. İki kardeşte mezarlıktan eve varmıştı artık.Salondaki sedirde öylece oturdular. Amar, annesine baktı kapı aralığından birde yanında oturan kardeşine, bu adı yok acı karşısında nasıl duracaktı onu düşledi saniyeden daha hızlı.

 

Artık, gözleri güneş doğuran şafak kızıllığına dönmüştü çünkü güneşleri ölü doğmuştu bu gün.

 

Fakat güneşin ısısını ve bereketini taşımalıydı bu evin içine çünkü bu işi onun dışında yapacak takatte kimseler yoktu. Belki babasının ölümünden çok şimdiden sonraki yaşamlarının izini sürmek korkutmuştu onu.

 

On yedi yaşındaydı Amar, liseyi bitirecek babasının göğsünü dağlar kadar kabartacak diplomayı getirecekti o görmezse de getirecekti.

 

Kolu komşu evden çekildikten sonra annelerine yakın oturdular ve üstlerine battaniye örttüler. Sabahlara kadar babası tarafından üstü defalarca örtülen Helê babası öldükten bu yana donmuştu sanki.

 

Amar"ın gözleri tavana çakıldı. Dam direkleri kararmıştı, hemen her gün uyuduğu ve her seferinde bakındığı bu dam direkleri hiç bu kadar kara değildi sanki. Sonra nedendir saydı direkleri on direk vardı damda.

 

Babaları olmadan hayatlarında ilk defa bir geceyi yalnız geçirdiler. Fakat o sabah beraber büyüdüğü kız kardeşi Helê de onlardan ayrılacaktı ebediyen.

 

Bu evde kopan ikinci bir kıyamete anlam vermeye çalışan komşular. Dizlerini karnına çekip kıvrılan ve gözleri apaçık duran Helê"nin cansız bedenine karşı dondular adeta.

 

Ölümün adaleti olsa adı ölüm olmazdı elbet.

 

Kuşkusuz Amar"da bu halde bu sefer o hiç anlamadığı, tadına varamadığı şimdi yok oluşunun acısına gömüldüğü kardeşinin tabutuna omzunu dayadı ve hüznünü dayayabileceği bir felçli annesini geçirdi kafasından.

 

Daha dün ıslanan çorapları kurumadan yeniden sırılsıklam olmuştu ama onu daha çok yan yana kazılan mezarların içindeki babası ve kardeşi düşündürüyordu. Çorapları kuruyacaktı nasıl olsa…

 

Dün bakışlarını babasının mezarında bırakan Helê"nin bu gün kendisini de mezarlıkta bıraktıktan sonra bir yanı eğik şekilde eve döndü. Evde halden ağıtlar kaldığı yerden devam ediyordu. Annesinin göz pınarları kurumuş yüzü benzi solmuştu. Solgun yüzündeki o mahmur bakışları coğrafyasından erozyona uğramış bir toprak kütlesi gibiydi.

 

Zaman durdu o saatten itibaren.

 

Dayısı kapalı yolardan dolayı ona gelip yetişene kadar bir hafta geçmişti. Artık kafasında belirlemeye çalıştığı yeni hayatında annesiyle bir başına kaldığını biliyor ve kendini ona hazırlamıştı. Taziyeye gelenler ona baş sağlığı dilerken bile o başının sağ olması için planlar kuruyordu.

 

İkinci hafta arkadaşları gelip onu okula götürdüler onun gözlerinin aradığı kişi yoktu ama. Belki gelir dedi. Birinci ders geçti, ikinci ders, üçüncü ders ama o yoktu hala… En son okul bahçesinde dayanamayıp sordu. Dediler o gitti.

 

Gözleri ve yüreği bir mezarlıkta kaldı birde dağlarda.

 

Eğer babası ölmeseydi belki içindeki dağ sevgisini dudaklarının arasına ıslık edip baştanbaşa coğrafyayı dolaştıracaktı. Kent, kent! Köy, köy!

 

Sana şiir yazamam

Islıklarım dudaklarıma küser sonra

Ay taşar bak biraz bulutların üstünden

Çık sende

Avuçlarımızdan topladığımız kadar

Bir saklımız olur

Bir saklımız

Hani duymak için can atan kulak hevesinde

 

Daha sonra hiç şiir yazamadı bu şiirden sonra. Annesinin tutmayan ayakları kadar felçliydi aslında o da ama yürümeyi bırakmadı hiç elden.

 

Babası öldüğü gün tavanda duran on direk geldi aklına bir gün, yine kıştı ve yine o gün oturduğu yerden tavana asıldı birden bakışları. Kalktı pencereye baktı sabah bembeyaz bir kundaktaydı.

 

Sobayı yaktı annesinin kahvaltısını başucuna bıraktı ve çıktı dışarı. Mezarlığa yürüdü. Aynı o gün kadar ağır bir yük vardı omzunda sebebini bilmediği bir yük. Kar ıslaktı bata çıka vardı mezara her iki mezarın başında kuşlar vardı serçe kuşları ve ıpıslaktılar ve yem vardı mezarın her ikisinde de. Bakındı etrafta tek iz yoktu. Gökten düşer gibi yemler ve bu kar yağışlı günde kuşlar cıvıldıyordu ıslak kanatlarla kaçışıp uçuşuyorlardı.

 

Anlam veremedi. Daha fazlada yaklaşmadı kuşlar uçmasınlar diye. Dönerken geriye bir ses duydu sanki “iki serçe kuşuyuz biz” diye. Yürüdü…

 

Öğlen vaktine kadar kar havasında yürüdü. Düşündü on koca yalnız yılı…

 

Kar ve o şehre epey yağdılar.

 

Eve vardığında pencereye konan iki kuş gördü. Koştu içeri! Annesi yatağından pencerenin önüne gitmiş ve kuşlarla konuşuyordu.

 

Hadi gelin içeri siz de, bakın Amar"da geldi.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
32 Yorum
İrfan Sarı Arşivi