İrfan Sarı

İrfan Sarı

İçerde kalan yazılar: Sonbaharın Son Günü

İçerde kalan yazılar: Sonbaharın Son Günü

Bu gün 30 Kasım. Yıllardan iki bin on dokuz. Sonbaharın son günü, takvimler yarın için de kışın başlangıç günü diyor, yani zemheri ayların başlayacağı o zorlu aylar. Garip bir ayraç, bir yüzü sonbaharın o kendine mahsus renk cümbüşünün, o şairlere, yazarlara ve en çok ressamlara ilham kaynağı olan ayların bitişi, diğer yüzünde ise karlı, boranlı ve nice azaplı hikâyelere konu olmuş kış aylarının kimi zaman kartpostal manzaralı yüzü… Bana bu iki mevsimin birbirinden ayrılışı hem yüce hem somut bir görkem hatırlatıyor. Ciddi ve ateşli sonbahar güneşinin altında; kimi altın sarısı, kimi kavruk, kimi yeşilimsi yaprakların yavaş yavaş, açtıkları köklerinden ayrılışını anımsatıyor. Toprak, doğumunu gerçekleştirmiş ve artık huzur içinde; ağrısız, sızısız dinlenmek istiyor. Kurumuş bitki dallarının, başka zamana ruh, can vermek üzere rüzgârın kollarında bir o yana bir bu yana savruluşu içindedir. Zerdüştlük öğretisi ile diğer dürüst öğretiler, doğanın bu buluşması ve ayrılışı karşısında son nefeslerini vermişler midir bilinmez ama bu mevsim, yaşamın ve aşkın tarihini yara yara ilerlemektedir. En zorlu zamanlara, en içinden çıkılmaz lahzalara, en mutlu ve bahtiyar vakitlere konu olabilmeyi büyük bir Bilgin edasıyla sürdürüyor.

Rüzgâr daha yeni delirme çağındadır. Hangi tohumu nereye süreceğini, hangi toprağa bırakacağını hesaplamaktadır. Ve hangi toprağı, hangi kırılan dalın yanına bırakıp, yeni filizlerin doğmasına yardımcı olsun diye bırakma matematiğini yapmaktadır. Suyun hangi damlasını, nereden nereye götürüleceğinin hesabı içindedir. Bulutları nereye kovalayacağını, yeryüzünün kara parçalarına, yağmuru salsın diye nasıl düzende tutacağını düşlemektedir. Tam bir delirme vaktidir rüzgâr için Sonbahar. Akarsuların, derelerin, nehirlerin dudaklarını öpe öpe ilerleyişini mutlak bir bereketin şehvetini taşıdığı içindir.

Doğa sunağında canı sıkan farklılıklar olabilmiş olsa dahi, sonbahar bu farklılıkların tastamam kanunudur. Kanun gibi her şeyi incelikle, ışığa tutar. Renkleri, gelecekteki baharın mayasıdır. Kendi kaburgalarının içinde damıtmaya bırakır; ışığı, rengi, mizacı, alıcılığı, görkemi burada pay eder. Sonbahar aslında gelecekteki başlangıçtır. Tüm canlılara paha biçilmez bir zenginlik kaynağı yaratır. Toprağın damarlarına verdiği bereketle, gelecekteki muhteşem yaratılışı hazırlar. Kılı kırk yaran bu planlamada her şey yerli yerinde ve sarhoş edeceği zaman gömülür. Evet, çünkü bahar sarhoş eden en nazenin ve en şahane olarak bugünlerden yaratılır.

Evet, bugün 30 Kasım iki bin on dokuz, birkaç saat sonra, Aralık 1 başlayacak, kış ya da zemheri. O kaotik, amilitarist, o despot ayların ilki başlıyor. Onu tanıyanlar bilir, kar ile üne kavuşmuştur. Boran ile fırtına ile don ile buz ile… Ve sis…

Dorukları görülmemiş dağları, tepeleri, vadileri, kayalıkları, sıradağları, ovaları, evleri, sokakları bir bir kaplar o beyaz elbisesiyle. Çünkü sonbahar toprağı ve kara parçasını çırılçıplak soymuştur. Bir gelin gibi zifafa hazırlanmıştır. Gelinlikli elbise giyilir ve tören başlar. Hani asırlardır beklenilen sevişme başlar, tutkuyla. Fırtınalı, boranlı, şehvetli ve ılık karlı sevişmeler, geceler ve gündüzler boyunca devam eder. O koskocaman yeryüzü yatağı, sevişmelerin altında adeta inler. İniltiler eşliğinde açan güneş, kaybolan ay geceleri, yıldızlar susuzluğunu giderir. Bu şeffaf sevişmelerin duvarları enlemler ve boylamların üstünü kaplayan gökyüzüdür. Şehvetin her dönüşünde, gökyüzü o muazzam bedenlerine durmadan mavisini yettirir. Mavi sevişmeler sonu bitmez, sürükleyici ve dingindir.

Karın altında toprağın göğsünde, bir didişme, bir kaynaşma yarının kızlarını ve oğullarını kurar, toprak filiz vermeye, börtü böcek döl vermeye telaşlıdır. Bir telaş atmosferinde süren vakitler, nice güzelliklere gebedir artık. Titiz ve tutkuyla yapılan beden alışverişleri aslında mevsimlerin sürtüşmesidir. Mevsimle büyük bir ustalıkla sürtüşürler, en ufak bir boşluğa yer bırakmadan, yarının Rönesans’ını gerçekleştirmiş olurlar. Dünya gezegeninin bu sanatsal devinimi durup dinlenmeksizin yol alır. Sanatsal bu yapıtın karşısında elbette Leonardo Da Vinci’nin renkleri fırçanın sihrine dökülür.

Sihirli elleriyle işveli sonbahar topraklarını dindiren arzularına başlayan yolculuk göz açıp kapayana kadar sürer bir bakıma. İsa’dan önce ve İsa’dan sonra hep sürer, süreklidir. Sürükleyicidir bu bitmez tükenmez masal. İlk insan gelir, imparatorlar gelir, krallar, şövalyeler, rahipler, sufiler, köleler, çobanlar, sanatçılar, dehalar, peygamberler, bilginler…

Adeta iskelet et tutar, memeleri süt vermeye, rahmi oğul vermeye kız açmaya hazırdır. Ama kar daha ustalık zamanları bekler. Her kar tanesini büyük bir özveri ile yerleştirir toprağın tenine, her bir taneyi uyutur gibi bırakır. Bu davranışı değiştirmek mümkün değil. Er ya da geç mutlaka olur olacak olan.

Sonbaharın son günüdür ve bir yandan da yağmur yağmakta. Son günün gözyaşlarıyla dolu vedası gibi… Hani bir otobüs durağında, tren garında yahut herhangi bir insan, herhangi bir istasyondan ayrılıyor gibi. Akıyor ve damlaları nüfuz ediyor toprağa. Bu şahane manzaranın bıraktığı rezonans, bu ıpıslaklık, bu seremoni müthiş etkili ve duygulu. Ne bu dünyalı ne öte dünyalı, bu kurgusuz ve gizemli yaşam reçetesi çileciliği kabul etmez çünkü gerçeğin manifestosudur.

Şimdi oturup yorgun bir sandalyeye, masanın bir yanına güçlü bir şarap şişesi koyma zamanıdır, bizde gidenin ardından su dökmek adettendir ancak, çağ değişiyor, zaman kalbinden yeni atımlar bekliyor. Yaslanıp anıların duvarına, deli gibi içmeli. Sonra? Sonrası ortada işte…

30 Kasım 2019

Elazığ

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İrfan Sarı Arşivi