Sırrı Abê’nin Seven kalbi
“Kitabın bir yerinden başlamak, kitabın hakikatini ya da öz hikayesini anlamak için kafi değildir.” Deyip Sırrı Abê için içimden geçenleri yazmak istiyorum.
18 gün kadar hastanede direnirken yaşamaya, etrafımızdan tutun uzağımızdaki mahallelere kadar bir dua, dilek yağmuru yağdı.
Zaten böyle söz dardayken bağırmak çok anlamlı olmaz. Susmayı öğretebilmeliyiz dilimize. Bir avuç köz yutmuş gibi olsak bile, avutmak için içimizi suskun nefes alışlarına bırakmalıyız.
Ancak bir başka mahallede bu suskunluk beklentisi gerçekleşmeyebilir. Ayağına diken batmış gibi bağıranlar da olacaktır. Kolay değil dikene basmak. Acısı, ağrısı fazla olur.
Sırrı Abê kolay büyümedi, kolay meselelerle uğraşmadı. Her şeyden önce Kürt mahallesinde “barış” rüzgarını başlatanlara katıldı.
Kara aksanıyla şiir okudu, hikaye yazdı, hikaye okudu, Türkü çığırdı, senaryo yazdı, cümbüş çaldı, filimlerde oynadı.
“Beynelmilel” eylemlere katıldı.
Dem’li siyasete atıldı.
Yani kolay işlerle geçirecek zamanı yoktu.
Haliyle geri dönüşüm işçilerinin dediği gibi; “Kağıtçılar neden bu kadar sever Sırrı abiyi, üçkağıtçılar neden sevmiyorsa ondan"
Bir sevgi inşa etmişti Sırrı Abê, biz onu hastane sürecinde, ölüm anı ile sonrasında gördük. Bazen toplu taşımada telefon ekranındaki Sırrı Abê fotoğrafına uzun uzun bakışlar da, bazen kendi aralarında üzüntülerini dile getirenlere kulak misafiri olarak.
Tansiyonu yüksek İstanbul’un her yerinde tanıklık edebildik.
Diğer kentlerden, şehirlerden gelen “sosyal medya” paylaşımları hep bir Sırrı Abê üzgünlüğü içerikliydi. Bir birleştirici tema içeriyordu aynı zamanda. Bir duygu, düşünce birliği içindeydi.
Cumhuriyetin hayrını görmeyen sadece Sırrı Abê değildi sanki!
Memleketin işçileri, köylüleri, emekçileri, atanamayan öğretmenleri, 70 yaşında hala çalışmak zorunda kalan emeklileri, katledilen kadınları, çöpten ekmek toplayanları, barınamayan öğrencileri, tecavüz edilen çocukları, sağlık primini ödeyemeyen esnafı…
Her kesimden, mahalleden suskun ve üzgün tepkiler sanki Cumhuriyet üveyliğindendi. Hayrı görmeyişineydi…
Hep bir ağızdan “Köle ile efendinin yer değiştirmesi için değil bu ilişkiyi var eden bütün koşulları yok etmek için mücadele etti” dediler Sırrı Abê için.
Kesilen ağaçlar için, masum sokak canlıları için, evsizler için, hapishanedekiler için, yoksullar için atmıştı hep kalbi…
Tabi ki Kürtler için, diğer bütün Halklar için.
Barış için…
Ta ki; "Hiçbir vekil bu ağacın bir dalından daha kıymetli değildir." Dediği yere bir tabutta ve durgun kalbiyle gelene kadar.
Yazının icadından bu yana, anne ve babaların ölümlerinden sonra evlatları tarafından yazılan mektuplardan bir tanesi de Kızı tarafından Sırrı Abê’ye okundu.
“Artık dinlen Turna Kuşum” diyordu babasına.
Evet, kalbi durmuştu ve dinlenmesi gerekiyordu. Bu tonda, bu doygunlukta bir vedayı da Sırrı Abê’nin evladı yaşayarak vermiş oldu bize.
Sokak ve sokağın sesi durmuyor. Bazen bir otomobilin arka camında, bazen bir sokak başındaki duvar da, bazen yürürken gençlerin konuşmaların da, bazen bir esnaf lokantasın da… Onun için yazılan onlarca yazı da.
Gökkuşağı açmış gibi, renkler bir araya geldi.
İki cihanda bir araya gelmez denilenler bir araya geldi. Bu menem bir sevgiyi inşa etmeyi başararak ayrıldı aramızdan Sırrı Abê.
Virginia Woolf’un dediği gibi; “Ne hoş bir güzelliği vardır; hafif adımlarla dünyadan gülümseyerek geçenlerin. Kimseye bir kötülüğü dokunmadan yaşayanların, onurlu bir yaşamı seçenlerin...”