Lokman Ergün

Lokman Ergün

Birgül Ayman Güler’e teşekkür

Birgül Ayman Güler’e teşekkür

İdris Küçükömer, Düzenin Yabancılaşması adlı kitabında, Türkiye’de sol ideolojinin analizini yaparken, “Türkiye’de sol aslında sağ, sağ da aslında soldur” der. Bu çıkarsamayı, Kemalizm’in konumlanmasından ve CHP’nin “solculuğundan” yola çıkarak yapar. Türkiye özelinde oldukça önemli bir saptamadır.

Malumunuz, CHP milletvekili Birgül Ayman Güler, herkesin bildiği bir sırrı ifşa ederek, CHP nezdinde Kürt’lere yerlerini hatırlattı. Bu anlamda, hem birçok insanın duygularına tercüman oldu, hem de Kürt’lerin kendi gerçeklikleriyle yüzleşmelerini sağladı. Bu anlamda içten bir teşekkürü hak ettiği ve büyük bir toplumsal görev ifa ettiği tartışılmaz.

Türkiye’de solun ne kadar “sol” olduğu ve bu durumda olmasında CHP’nin payı elbette çok önemli ve kapsamlı bir tartışmayı gerektiriyor. Ancak Birgül Ayman Güler ve genel anlamda CHP, hiçbir evrensel kıstasa göre, sol olmadığı ve solu temsil edemeyeceği için, konunun ana fikri Türkiye’deki Kürt algısına ve genel olarak Türk-Kürt ilişkilerine dayanıyor.

Türkiye’de Kürt sorunu aysberginin görünen yüzü, 30 yıllık sıcak çatışma ortamıdır. Silahların konuştuğu, fiili bir düşük yoğunluklu savaş durumunun sürdüğü, dinamikleri, sınırları ve tarafları belli olan görünen yüz. Bu konuda fikir yürütmek, önermelerde bulunmak, görece çok kolaydır. Hiçbir savaş sonsuza kadar sürmeyeceğine ve post-modern çağda, kesin zaferlerin ve kesin yenilgilerin olmadığı da bilindiğine göre, bir şekilde silahlar susacaktır. Daha doğrusu, silahlı siyaset geri çekilecek, konu silahsız siyasetin mecrasına aktarılacaktır.

Ki, Türkiye’de Kürt sorununun asıl gerçekliği işte orda su yüzüne vuracaktır. Türkiye’deki genel Kürt algısının, Kürt’lerin maruz kaldıkları ekonomik, sosyal ve kültürel kuşatılmışlığın, düşürülmüşlüğün boyutu ve muhtevası o zaman kendini dayatacaktır.

Türkiye’de milli gelir dağılımında en dipte kalan yüzde 20’lik kitle (yaklaşık 15 milyon), milli gelirden yüzde 5,8’lik bir pay alabiliyor. Bu 15 milyonluk kitlenin ne kadarının Kürt’lerden oluştuğunu tahmin etmek pek zor değil. Yine kamuda istihdam edilen personel içinde, Kürt’lerin oranı da aynı paralelde. Buna, eğitime ulaşabilme ve eğitimin kalitesi, anadilin eğitim sürecindeki yeri ve bunların sonucunda sistemin dışına itilmenin zaman içindeki çarpan etkisini eklerseniz, “ikinci sınıf olma” kavramının ne anlama geldiği görülebilir.

Devlet mekanizmasının birincil görevi, toplumun ürettiği artı değerin bir kısmına el koyup(vergi), bunu toplumsal katmanlar arasında yeniden paylaştırmasıdır. Devlet bu paylaşımı, toplam ve uzun süreli toplumsal menfaatleri gözeterek yapar. Ülkenin en ücra bir köyüne, ulaşım, eğitim ve altyapı yatırımlarında ayrıcalık anlamına gelecek kaynak aktardığınızda, orada ciddi bir toplumsal rant yaratırsınız. Bugün Ankara’nın şehir merkezinden 50 km uzaklığındaki köylerinde arazinin metrekare fiyatının bin dolar olması, kamunun belli kesimlere servet transferi yaratmasıdır. Yonca ekilen bir tarlanın yanına, Anayasa Mahkemesi binası yapıldığında, yüzlerce yılda oluşmayacak bir servet birikimi, birkaç yılda oluşturulur.

Ankara’nın bir tepesine 6 tane araştırma hastanesi kurup, Kayseri’den Hakkari’ye sağlık hizmetini sağlık ocağı düzeyinde bırakırsanız, oralardan Ankara’ya gelir transferi yaratırsınız. Zaman içinde bunun çarpan etkisi, hizmet sektöründen, emlak fiyatlarına, kültürel gelişmişlikten, eğitim kalitesine kadar artarak sürer. Ve sonuçta bazı bölgeleri abâd, bazılarını da berbâd edersiniz.

Celal Bayar anılarında, Kürt bölgelerine yol ve fabrika kurulmasına Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın şiddetle karşı çıktığını anlatır. Gerekçesi, ekonomik gelişmenin Kürt’lerde ulusal bilinç oluşturacağıdır.

Yaklaşık 100 yıldır, sistemli bir şekilde “ikinci sınıflığa” konuşlandırılmış Kürt’ler, özellikle de CHP eliyle yürütülen “eşitlik” masalına inandılar. Bu büyük yalanı artık söyleyen de taşıyamıyor olacak ki, gerçeği Kürt’lerin yüzüne Birgül Ayman Güler aracılığıyla çemkirdi. Ben kendi adıma minnettarım.

Belki bu vesileyle, eteklerdeki taşların tamamı dökülür de Kürt’ler kendi “Stokholm sendromlarından”, Türk’ler de eşitlik yalanını söylemekten kurtulur. O zaman belki adil, onurlu ve gerçekçi bir gelecek inşasına başlanabilir.

Ve asıl önemlisi, Kürt aydınları da, üç beş cümlelik hamasi analizlerden, sorunun özüne dair değerlendirmelere yönelebilirler. Bu kadar hukuksal ve edebi belagatin yanında, iktisadi ve sosyolojik tespitlere de ihtiyaç var çünkü. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
14 Yorum
Lokman Ergün Arşivi