Lokman Ergün

Lokman Ergün

Bir savrulmuşluğun portresi

Bir savrulmuşluğun portresi

1- Zaman, insafsızdır. Ruhunu algılayamazsanız, zemini ayağınızın altından çeker. Gücünüzün, düşüncelerinizin, mesleğinizin, konumunuzun boşa düştüğünü görürsünüz. Yenilenmezseniz, hastalıklı ve arkaik bir dile gömülürsünüz. Gerçeklikle tendon bağlarınız kopar, münzevileşirsiniz. Yapılan her şeyden ve yapan herkesten nefret etmeye başlarsınız. Herhangi bir şey üretme yetisini ve erkini de kaybettiğinizden, sadece itiraz etmek üzerine kurulu bir yaşam tarzı şekillendirirsiniz.

Etrafınıza bakın, elinde sınır çizmek için tel örgüler ve kazıklar bulunan, ama 40 yıldır bunları çakmak için diğer eline bir çekiç almayı akıl edememiş (ve ya gayret edememiş) birçok insan göreceksiniz. Varlıklarını, başkalarının yokluğu üzerine kurarlar. Yaşları, boyları, dilleri farklıdır, ama ortak noktaları şişkin egolarıdır.

2- Ego, benliğin en büyük hastalığıdır. Türkçe’de rastlamadım ama, Kürtçe’de çok güzel bir atasözü var; “her tışt jı zıravi dıqete, mırov jı sturati”(her şey inceldiğinde kopar, insan kalınlaştıkça- çevirisini bu kadar becerebildim). 40 yıllık bir mücadele, bir gün sizi de hasbelkader içine alır. Makam ve mevki verir, temsiliyet tevdi eder (mesela Mersin’de milletvekili adayı yapar). Sonra siz; birlikte siyaset yaptığınız arkadaşlarınızın, ellerinde plastik kelepçelerle sıraya sokulduğu davanın mahkemesinin görüldüğü gün, Mardin’de, Avrupa’dan gelmiş arkadaşlarınıza turistik gezi rehberliği yaparsınız. Ankara’ya da Diyarbakır havaalanından uçarsınız. O sırada, binlerce insan mahkeme salonunun önünde beklemektedir.

Kapıldığınız rüzgar, sizi, ortaya çıkan toplu mezarlardaki ölülerin, örgüt içi çatışmalar sonucu öldürüldüklerini yazacak noktaya sürükler. Ego; kanser gibidir ve sanırım ilk metastaz yaptığı yer de şuur oluyor.

3- Şuur; zamanı, mekanı,  olayların zaman ve mekanla olan bağını algılama halidir. Salt bilgiyle alakalı bir yeti değildir. Bilgiyi; hayatına, tavırlarına ve duruşuna aksettirme halidir. Bu hal sana nasip olmamışsa; halkının gerçekliğini, zamanın ve mekanın gerçekliği ile bağdaştıramazsın. Halkının uluslaşma mücadelesini simgeleştirmesini, kişi kültü diye küçümsersin. Halkların; ortak duygulara, ortak efsanelere, ortak kahramanlıklara inanma ihtiyacını, şeyh-mürit ilişkisi olarak tanımlama basitliğine savrulursun. Kullandığın zehirli dil, yavaş yavaş, küçümsemeden, aşağılamaya doğru evrilir.

Tepkileriniz ve söylemleriniz şuurun diyarından göç etmeye görsün, pusulanız şaşar. Yön duygunuzu kaybedersiniz. Bir tarafınız; toprağınızdan, tarihinizden, kültürünüzden gelen aidiyetin duygusuna meylederken, diğer tarafınız; egonuzun, savrulmuşluğunuzun, küçük hesaplarınızın çıkmaz sokaklarına sapar. Şizofreniye varan bir kişilik bölünmesine uğrarsınız.

Fazla mı imalı oldu? O zaman daha “doğrudan” izah edelim:

1- 1980 öncesi, sıradan bir cümledeki, sıradan bir kelimenin yeri yüzünden, 41 fraksiyona bölünmüş örgütlerde siyaset yaptınız. Hangi dilde olursa olsun, halkın dilini kullanmadınız. Şüphesiz ki içtendiniz, ama ne siz halka ulaşabildiniz, ne halk size ulaşabildi. Bu travmayı atlatamadığınızdan, halkın o muazzam gücünü açığa çıkaranları, yani dolayısıyla halkı küçümsediniz. Zamanla bu küçümseme, yaratılan her değeri aşağılama seviyesine vardı. Egonuzun kökeninde bu var.

2- Yüzyıllık zulümlerin, katliamların, maddi ve manevi imhaların yaraladığı bir halkın, kendi çocuklarının yarattığı umuda nasıl sarılacağını anlamadınız. Bu halkın, o umudun ortaya koyduğu değerlere nasıl canı pahasına sahip çıkacağını kavrayamadınız. O umut seli sizi içine çektiğinde, nefesiniz, ufkunuz, algınız yetmedi. İçine karışmayı beceremeyince, karşısında duralım dediniz. Bendini yıkmış bir suyun karşısında tabii ki duramazdınız. Şuur kavramı ile sorununuzun kökeninde bu var.

3- Algılayamadığınız her şeyin yanlışlığına iman ettiniz. Gün batarkenki gölgenizin büyüklüğüne öyle hayrandınız ki, size yönelik “dost sitemlerini” egonuza yediremediniz. Hem halka parmak sallayıp, hem “saçımı çektiler” diye feryat figan ettiniz. Kişilik bölünmenizin kökeninde de bu var.

 Nur içinde yatsın, Musa Anter, bir yazısında; “Demirel’e katır desem suç olur, demiyorum.” diye yazmıştı. Ben bunlara ahmaklık diyorum, kızıyorsunuz. Demiyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
14 Yorum
Lokman Ergün Arşivi