İrfan Sarı

İrfan Sarı

Polen yağmurunda ölüm

Polen yağmurunda ölüm

Doğa sabırlıdır. Her mevsim ateşler içinde olsa da o yine sabır içinde olur.

Çığlıklar kenti memleketimde de mevsim hep böyle ateşler içinde gürül gürül akıp durur.

Bu yıl geciken bahar uzayan ve çok çetin geçen bir kışın sonrasında acemi bir oğlak gibi toynaklarını boşluğa bıraktı.

Bir gün güneş, bir gün rüzgar, bir gün kara bulutlar derken en nihayetinde toprak filiz verdi, ağaçlar yaprak doğurdu. Sonra bir polen yağmuru başladı. Aylardan haziran ama yerel rüzgarlar bir türlü yağmayan yağmura inat ağaçlardan söktüğü polenleri üstümüze üstümüze sürüyor ordular gibi.

Polenler daha yeni bitmiş gibi duran kara bir kıştan kalma kar yağmurlarını anımsatıyor yani çaresizliği, kapanmış yolları. Ama polen yağmurları, bahar aylarını doğa ananın sabırlı günlerinin arkasındaki savaş meydanlarına çeviriyor bir yandan.

Gölgesine sığamadığımız ağaçlar, savaş açmış şehre.

Penceremizin pervazından sızıp evimizin içine giren, göz kapağımıza sormadan dalan pervasızlık…

Polen yağmurlarında ölümün 15 yaşındayız çocuklar.

Ölüm 15 yaşında yakalar Özgür’ümüzü.

ozgurtasar.jpg

Kimseler duymaz. Kimseler sormaz ahvalimizden.

Ne puntolarına ölümün iğrenç yüzü ne de yüreklerine bir hüzün sesi düşmez.

Bir kentin ana koridorunda 15 yaşında savaşın metallerinin çarpıştığı yerde öyle çocuk, öyle sessiz, öyle vahşice, öyle acımasızca, öyle amansızca göğsünün üstüne bir kalpsiz kurşun sıktılar.

Ölüm erken ve karaktersiz…

Masmavi gökyüzü ve mis gibi bir havada, barut gibi adamlar vurdu onu.

Kızgın, öfkeli ve ölümün elinden bitkin bir şehir…

Kalleş kurşunlar.

Hep bir ağızdan lal ölüm türküsü…

Çünkü Kürt sorunu yoktu, böyle buyurmuştu buyruklar.

Ama kürde ölüm vardı. Dağda, ovada, sokakta... Her nerede olursa olsun ölüm kurşunla, ölüm bombayla, ölüm copla, ölüm gazla vardı…

Ankara’da bir zirve günü…

Kürde kefen fabrikalardan, Kürde hapis hazineden velhasıl zirve sonuç bildirgesi Kürde matem ya da Kürde teslimiyet…

Tabutlar içinde bir ülke, öfkeler içinde bir ülke, kalıplar içinde bir ülke…

Acıyor insanın yüreği.

Ölüm böyle bişey zaten acıtır.

Bir tek insan öldürmeye ayarlananların içi acımaz.

Onlar yemezler, içmezler, üşümezler…

Ama insan olanlar acır kalbinden dağılarak bedenine.

Polenler ordular gibi yürüyordu şehrin üstüne ve rüzgarı peşine takarak. Ölüm ayarlayıcıları da iş başındaydı.

Anneler doğurduklarının ölümlerini duyuyorlardı. Doğurduklarının cenazesinde gözyaşlarına boğuluyorlardı.

Babalar kör kuyu gibi derin! Muamma!

Ağlayacak tek damla gözyaşı yok.

Gün aydınlığında vurulan çocuklarına bir tabut bir kefen sessizliğinde…

Polen yağmurunda bir şehir geç gelen baharın erken ölümlerine secde durmuş. Erken ölümler erken ağartır insanı.

Erken ölümler atsız-kimliksiz.

“Terörist”

Ya siz nesiniz?

Ey insan öldürenler!

Ey çocukları öldürenler siz hangi kapının kilidisiniz, hangi cehennemin dibisiniz, hangi zıkkımın köküsünüz sahi siz nesiniz?

Durmadan gelen tabutların, akan gözyaşlarının, parçalanan bedenlerin siz neresindesiniz?

Parmağınız tetikte, polenler gibi uçuşup durmayınız. Kısacık baharları zehirlemeyiniz.

İnin öfkenizden, inadınızdan insanları yaralamaktan, öldürmekten vazgeçiniz.

Sabrını sınayıp durmayın insanların.

Doğanın sabrı gibi uzun soluklu olmayabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum
İrfan Sarı Arşivi