M. Latif Yıldız

M. Latif Yıldız

Güneş'e dokunmak lazım

Güneş'e dokunmak lazım

“GÜNEŞİ GÖRDÜM” LE MAHSUN YILMAZ OLAMAZ

 

Mahzun Kırmızıgül"ün, “Güneşi Gördüm” filminin vizyona girdiği ilk gün izleme fırsatım oldu. Konya"nın konumu, Kürt sorununa bakış açısı ve yaklaşımı; AKP, SP ve MHP gibi partilerin ağır bastığı bir İlde rağbet olmayacak inancıyla sinemasına gittim.

 

Doğrusu yanılmışım, “Güneşi Gördüm” filminin oynadığı bütün salonlar tıklım, tıklımdı. Benim girdiğim salonda boş yer yoktu. En önemlisi film bitiminde salonu dolduran yüzlerce seyircinin alkış tufanıydı. Hiç alkış beklemiyordum.

 

Hani, Mahsun"un belki konu çok hassas olduğu için, belki gelişen konsept nedeniyle yüzeysel, herkese eşit mesafede; ne şiş yansın ne kebap yaklaşımı ile, ama doğrudan Kürt sorunu, koruculuk, köylerin boşaltılması ve büyük şehirlerin varoşlarına sürgünü öyle veya böyle işlediği bir filmdi.

 

Filmi yorumlamadan önce bir konuya açıklık getirmek ve görüşümü dile getirmek istiyorum. Bazı gazeteler, magazin ağızlar, neyin ne olduğunu bilmeden yazanlar, çizenler; Mahsun Kırmızıgül"ü rahmetli Yılmaz Güney ile kıyaslamaya çalıştılar.

 

Birinci bu yaklaşım için kehanette bulunmak çok erken. Daha Mahsun yeni, yeni farklı iki film yaptı. Beyaz Melek"ten sonra, “Güneş"i Gördüm” 2. filmi. Yaptığı 2. filmde de konunun özüne değil, etrafında dolaşarak işte arif olan anlar manasına “Güneşi Gördüm” diye güzel ve anlamlı bir isim koydu.

 

Oysa Yılmaz Güney öyle mi yapıyordu, hayır. Bodoslamasına konuya giriyor, bombanın pimini çekiyordu. Yani Mahsun gibi tribüne, hükümete, askere, Kürde, Türke, Devlete, örgüte biraz sana, biraz da sana herkese eşit mesafede, kimseyi incitmeyen bir yol izlemiyordu. Asıl konunun içine melodramı, eşcinseli, töreyi vb. farklı çeşnileri katmıyordu. Yılmaz Güney tavrını hemen koyuyordu.

 

Mahsun, geleceğini tehlikeye atmayı göze almaz; hesaplı hareket ediyor. Yılmaz Güney her şeyi göze alan, yaşamını tehlikeye atan ve bu uğurda sürgünde ölen dev bir sanatçıydı. Yılmaz kendini halka kabul ettirmişti. Mahsun ise Bakanlar, Gazeteciler, Millet Vekilleri ile özel galalar ile belli adresleri işin içine çekerek ortamı yumuşatıyor.

 

Yani dostlar ikilinin arasında fark o kadar çok ki, Saymak ile bitmez. Ha, zaman içinde Mahsun istese bir Yılmaz Güney ağabeyinin izinde giden daha açık, daha anlaşılır ve daha cesur filmler yapamaz mı? Tabii ki yapar. Bizde onu takdir eder ve överiz. Belki 2. bir Yılmaz Güney değil, ama onun fikir, görüş ve sinema anlayışını günümüze uyarlarsa o zaman Kürt kökenli bir Türk sanatçı olarak onu severiz.

 

Filmin konusu ve yazacaklarıma gelince:

 

Yukarıda girişte yer verdiğim gibi Mahsun"un “Güneşi Gördüm” filmi vizyona girdiği gün izledim. Ülkemizin yakın tarihinin en acı ve kanlı döneminde Kürt coğrafyasında geçen dramı, Kürtlerin çektiği acıların kıyısından geçen “Ne camiden ne kiliseden (Kürtçe, xwe ne ji dere, ne ji mizgevte kiriye)” eden bir senaryo ile ele almıştı.

 

Filmin ilk yarı ana konusu, Kürt coğrafyasında kadın ve çocuk üzerindeki yanlış sosyal yapıyı, genelde de korucu olmayı ret eden köylülerin karşılaştığı zorlukları; biri dağda, diğeri asker kardeşlerin “ Çatışmada karşı karşıya gelirsek ne olacak?” sorusuna, ağabeyin “ Ben ölürsem terörist, sen ölürsen şehit” diyalogu; doyumsuz bir çekim, tablo gibi görüntüler. Boşaltılarak sürgüne gönderilen milyonların hikâyesini; halkın acılarıyla beraber, ucunda, kıyısında sistemin çelişkilerine de yer veren filmin ilk yarısı için harika diyorum.

 

Aslında Kürt coğrafyasında Kürtler kardelen gibi güneşi her gün göre, göre ölüyorlar. Asit kuyularında peş peşe öldürülenlerin cesetlerinin arandığı günlere denk gelmesi, ölümlere tanıklık eden insanlar için bu film hiç yabancı değil. Belki de onlarca dramın bir parçasıdır.

 

Sakın Mahsun"u ve filmi eleştirdiğim anlamı çıkartılmasın. Kürt sorununu, süresi belli bir filmde anlatmak kolay değil. Değil kelimeler, cümleler, filmler; onlarca ansiklopedi ve günlerce süren dizilerde bile bunu anlatmak kolay değildir. Bu dramı çeken ve yaşayan bilir.

 

Kuşkusuz kahır sayıda Kürtler belli bir dönem bu zorluğu yaşamışlardır. Ancak, göçün bütün olumsuzluklarını ve acılarını büyüklerden çok kadınlar ve çocuklar daha farklı yaşadığı bir gerçek. Süren operasyonlar altında sıkılan onlarca silah, silahların gece karanlığında çıkardığı ışıklar, evlerin içine düşen mermiler; anne ve çocukların çığlıkları. Her şeye rağmen silahlardan arda kalan boş kovanlar çocuklar için birer oyuncak ve eğlence olmuştu. Nasıl olmasın ki? Kürt sorunu 30 yıldır yaşanan o kadar çok kanlı ve çok boyutlu bir sorundu ki, anlatması, yazılması ve bir filmde yaşanan acıları göstermek o kadar da kolay değildir.

 

Her şeye rağmen Kırmızıgül “Güneşi Gördüm “ filmi ile birazcık olsun batıdakilere Kürtlerin çektiği sıkıntıları kısmen de olsa anlatabilmiş ve Konya gibi bir yerde filmin sonunda alkışlatabilmiş ise bence bu film gereğini yerine getirmiş ve başarılı olmuştur. Filmde, “Kürt sorununu”, “Güneydoğu sorunu” olarak dile getirmek, makalemin başında dediğim gibi bu senaristin çekinceleriydi. Beklide Mahsun, haklıdır. Belki de daha sürece ihtiyaç vardır. Mahsun güneşi gördü, belki başka bir Kürt senarist, resijör ve de oyuncu güneşi elleriyle tutar. Mahsun, Her şeye rağmen sorunu ucundan bile tutmuş olsa başarılı olmuştur.

 

Mahsun ya da başka bir senarist Güneş"e dokunacaksa, elinin yanacağını bile, bile 12 Eylül ve sonrası Diyarbakır zindanlarında olanlardan başlayıp, sokaklarda enselerinden faili belli cinayetler ile süren, evlerinden karakola diye götürülüp bir daha geri dönmeyenlerin; köy ve mezralarından metropollerin varoşlarına sürgün edilerek savrulanların dramını anlatmak gerek. Mahsun, çocukluğundan beynini bir yerine takılı kalmış izlerden yola çıkarak acılarını duygularıyla yoğurarak “Güneşi Gördüm” filmini çekti. Filmin içinde Kürtlere dair çok şey var. Kürt sorununun, sorun olduğu bir dönemde bu filmi yaptığını göz ardı etmeyelim.

 

Filmi izlerken bazen duygulandım, bazen gözyaşlarıma hâkim olamadım. Filmi sorunun ağır acı ya da dramlarını ön plana çıkardığı için değil, bir Kürt olarak daha fazlası gözlerimin önünde canlandığı, yüreğim daraldığı için hüzünlendim, ağladım. Mahsun, kendi filminin yazarı, yönetmeni ve başoyuncusu olarak bence başarılıydı. Nitelikli bir kadroyla filmi yapmıştı. Son olarak bu film, Kürt sorununu, terör ile niteleyenlere bence güzel bir cevaptı. Sevgili Mahsun sen bir Yılmaz Güney olamazsın, ama onun ırkdaşı, kardeşi olarak daha güzel ve daha cesur yapıtlara imza atabilirsin. Türk sinemasında bir Kürt olarak kalıcı bir isim olabilirsin. Başkaları dokunmadan, sen güneşe dokun.

 

Newroz"a gel pîroz be!

 

mlatifyildiz.com sitesine girmeyi ihmal etmeyin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
17 Yorum
M. Latif Yıldız Arşivi