Fikret Yaşar

Fikret Yaşar

Acem Kurd-i Konuşma

Acem Kurd-i Konuşma

“Dilin kaderi, halkın kaderidir.”

 

Dil, ulusal birliği sağlayan ve halkın kültürünü gelecek nesillere aktararak tarih bilincini oluşturan önemli bir faktördür. 

 

Toplumu derinden etkileyen acı olaylar dil kullanılarak yeni nesillere aktarılırken acı ve mutluluk ile beraber sanat ve estetik de ortaya çıkar.

 

Milli devletlerle beraber milli diller ortaya çıktıktan sonra,  egemen olan halklar beraber yaşadığı halkları ya ret etmiş, ya da insan hakları çerçevesinde hoşgörü göstermiştir.

Osmanlının dağılması ile oluşan milli fırtınada ise Kurtuluş savaşının dinamik güçleri Kürt, Laz ve Çerkezler din birliğini sağlamak amacıyla milli değerlerini yeni efendilerinin insafına terk ettiler.

 

Yeni efendiler ise oluşturdukları üniter yapıyı terk ırk temeline dayandırarak, Anadolu halklarına  “ya sev, ya terk et” anlayışıyla yok olmayı reva gördüler.

 

Süreç içinde sisteme karşı direnen ve diğer halklara da kötü örnek (!) olan Kürtleri susturmak için, yeni bir kanun çıkarıldı. 1983 yılında yayınlanan 2932 SYHK nun 3. maddesinde “Türk vatandaşlarının anadili Türkçe"dir” tanımını ile Türkçe"den başka dillerin konuşulması resmen yasaklandı.

 

Gelinen süreçte yasaklar ve bombalarla eritmenin gerçekleşemeyeceği anlaşıldığı için, savaşın biçimi değiştirilerek sosyo-ekonomik alanda yeni bir açılım başlatılmıştır. Bu cephede dostluk ve kardeşlik görüntüsü altında ekonomik ve kültürel değerler hedefe alınmış olup, ekonomik projeler ve göstermelik kültürel haklarla karşı cephenin zayıflatılması düşünülmektedir. Ancak, yeni cephede de kaybeden yine sistem olacaktır. Çünkü, çok şey değişti ve köprünün altından geçen su aynı su, üstünden geçen dayı da, aynı dayı değildir artık!

 

Kürt halkı verilen beyhude sözlere, naylon ekonomik paketlere ve seçim hilelerine doymuştur.

Kürt halkı açtır ama makarnaya ve tatlı sözler değil, özgürlüğe ve milli değerlerine açtır.

Ne var ki bu dönem kültürel farklılıkların kendini dayatacağı çekişmelere sahne olacak bir süreci de beraberinde getirecektir.

 

Elde edilen ve edilecek olan kültürel hakların asimilatif etkilerinin bertaraf edilmesi sürecinde  yaşanacak farklılıklar nasıl haledilecek, ya da  Iraktaki gibi kuzeyde de Kürtler bölünecek mi, gibi sorular akla gelmektedir.  

 

Çünkü, bugüne kadar yürütülen standardizasyon çalışmalarında belli bir bölgenin lehçe veya  şivesi egemen kılınmak istenmiştir. Aslında bu sorun Irakta KDP ve YNK asındaki sürtüşmenin de sebeplerinden biridir! 

 

Örneğin akademik Kurdi diye gösterilen Cizre"deki Botani şivesi, Kamuran Bedirxan tarafından kullanılarak 1920"lerde Kürt grameri kitabına temel oluşturduğu için, KURMANCİ lehçesi haline dönüştürülmeye çalışılmıştır/çalışılıyor.

 

Oysa, Kurmanci olarak ifade edilen lehçe: Sencari, Codkani, Orfi, Botani, Beyazidi, Hekkari, Koçeri, Ciziri, Akrayi, Dohoki, Amêdyi, Zaxoyi, Soroci, Koçani, Erzıromi, Elborzi, Herki ve Şıkaki şivelerini içermektedir.

 

Ayrıca bu lehçe diğer Kürt dili lehçelerine nazaran daha çok asimilasyona maruz kalmış ve değişime zorlanmıştır.

 

Bu yüzden Irak ve İran topraklarında konuşulan Sorani lehçesi, Kurmanci lehçesi için saf sözcük türetme kaynağı olarak da görülmekte ve önerilmektedir.

 

Bundan faydalanması gerekenler sanatçı, aydın, yazar ve politikacılar olmalıdır. Çünkü halka mesaj verme ve yol gösterme sorumluğu bu kesimlerin omzundadır.

 

Ancak, TV kanallarında Kürtçe konuşanları izleyince endişelenmemek elde değil.

Bozuk Kürtçe ile konuşanların aydın, yazar ve sanatçı olması endişeyi daha da büyütmektedir. Çünkü, yazarlar ve sanatçılar bir dilin yaşamasına ve gelişmesine en çok katkı sağlaması gereken kimselerdir.

 

Ama, siyasetteki bölünmüşlük dilde olması gereken birliği de sabote ettiği için, devşirme kültürlerden etkilenen sanatçılar ve diaspora Kürtleri Kürtçe"yi özgün sesleri ile konuşamıyorlar.

 

 Örneğin:

1-  “ê “ sesi Kürtçe"de en temel sestir. Ancak bu ses devşirme kültürün etkisinde kalan sanatçı ve diğer kesimler tarafından inceltilerek “e“ gibi kullanılmaktadır.

2-“T” , bu ses iki şekilde seslendirilir.

a- Tahir"in   “T” si. Dil ucundaki “T”dir.

b- Teyr = kartal, kuş. Buradaki “T” dilin orta kısmının damak ile buluşmasından ortaya çıkar,

3-“E” sesi iki şekilde kullanılır.

 a- Ez=ben,  b- Eli =Ali.  Ancak “Eli” de bu ses, dilin arka kısmı ile gırtlağa yapılan temas sonrası oluşur.

4-“Kurdıstan” kelimesindeki “u” sesi tatmin edici değil. Bu ses daha çok “o”  sembolü ile İran"da kullanılmaktadır. Ancak Anadolu Kürtleri Türki bir etki ile bunu “Kürdistan” diye kullanmak zorunda bırakılıyor.

5-“xw”  

a-xweda, xoda=Tanrı, b- berxwedan, berxowedan=direnmek, c-xwe, xo=kendi.  “X” ile “W” arasındaki sesli harf çıkarılınca sesin özü kaybolmaktadır. Halkın kullandığı ve tanıdığı sesler nedense yok sayılıyor.

6-“poz” ve “hındır” gibi argo  kelimeler kullanılmasın. “poz” yerine  “kep veya dıfın”, “hındır” yerine “zık veya hınav” kullanılabilir.

 

Dilde kirliliğin esas nedeni şöyle sıralanabilir, sanırım:

1-Kurdıstan"ın savaşlara ve göçlere maruz kalmış bölgelerdeki halkın diğer kültürlerle süreç içinde etkileşimi ve bunun dile yansıması,

2-Asimile olmuş Kürt varoş kültürünün devrime ve dile egemen olma çabası,

3-Günümüzdeki sosyo-ekonomik ilişkiler,

O zaman, “temiz bir dil için ne yapmalı? ” sorusu akla gelebilir!

Savaşlardan etkilenmeyen dağlık ve derin vadilerin içinde saklı kalan sözlü Kürt edebiyatından faydalanabiliriz.

Rus bilgin Halfin, “Dünyada en çok masalı ve hikâyeleri olan halk Kürtlerdir” derken bu dilin zenginliğine dikkat çekmiştir.

 

Zagroslar, Toroslar ve Kafkasların buluştuğu nokta Kurdıstan"ın merkezidir. Günümüzde ilk özgürlük meşalesinin de yakıldığı yerdir burası. İran, Irak ve Türkiye"nin sınırlarının kesiştiği, yani şeytan üçgeni denen bu bölge hala tüm kültürel zenginliği barındırmaktadır.

Ne Cengizhan, ne de Büyük İskender girememiştir buralara. “Kervan geçmez, kuş uçmaz”  misali bakir kalmış buralar.

 

Sayın İhsan Çölemerikli -bir sohbetimizde- şöyle demişti: “Türkçenin içinde İstanbul şivesi neyse, Kürtçe"de Hakkari şivesi de o"dur”.

 

Kendisine hak vermemek elde değil. Çünkü Hakkari ve yöresi kadim zamandan beri bölgeyi yöneten beyliklerin/beylerin merkeziydi. Belki de Kürt dilinin en yalın, en temiz olduğu yerdi. Fatih sultan Mehmed"in hocası Mola Gıravi (gurani), Emedé Xani, Kürtçe mevlidin yazarı Mela Hıséné Bateyi, Şéx Adi, Seyit Tahayé Néhriyé,  İslam hukukçusu Musa bin Muhemmed, Kudus Valisi İsa Hekkari vb gibi daha pek çok şahsiyetin boy verdiği bu coğrafyada ve civarında bu dilin köklerini bulmak ve geliştirmek mümkündür.

 

Dillerin  süreç içinde gösterdikleri fonetik değişimler dikkate alındığında, gerek İstanbul"un Türkçe şivesi ve gerekse Hakkari"nin Kürtçe  şivelerinin  boğazdan dil ucuna kaydıkları görülecektir. Bu iki şivede   “R” harfleri yutulduğu gibi “Ğ” de yumuşatılmıştır.

 

Seslerin tarihsel gelişimine baktığımız zaman; İlk insanların işaretleşince bir takım diyaframik sesler çıkararak hareketleri ve nesneleri güçlü vurgularla ifade ettikleri görülmektedir Bu ifade tarzı vücut diliyle  güç gösterisine dönüştürüldüğü için,  sesin ilk çıkış yeri diyaframdır. Ancak süreç içinde evirilen insan, sesin şiddet içeren kısmını törpüleyerek diyaframik etkiyi azaltmış ve sesin gırtlağa, damağa ve dil ucuna kayması sağlanmıştır.

 

Biraz bilim kurgu düşünecek olursak eğer,  ileri evrede sesin dili terk ederek iletişimin telepatik yolla yapılacağını söylemek  ütopik mi olur, acaba ?  Hani, Hindu rahiplerin bu yolla iletişim kurdukları söylenir ya...

 

Kim bilir, bakarsınız ki günün birinde Hindu rahipler gibi nirvanaya ulaşmışız :-))))

 

Sadede gelelim:

 

Kısacası, evirilmeye “evet” ama yozlaşmaya “hayır” demeliyiz.

 

Kendimize ait olan sesleri özgün yapıları içinde kullanmasını başarabilmeliyiz.

Dilimizin zenginliğini keşfedip sahip çıkalım.

 

Ve “êdi bese” Kürtçeyi doğru konuşalım…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
28 Yorum
Fikret Yaşar Arşivi