Enver Özkahraman

Enver Özkahraman

Oremar'da Bir Köprü Bir Film - 1

Oremar'da Bir Köprü Bir Film - 1

Y.S.E. Bölge Müdürlüğü Van"da, Maraş caddesinde 4 katlı kiralık bir binada bulunuyordu.

 

Van"ın tüm köyleri ile Bitlis, Muş ve Hakkâri İllerinin köylerine, yani Varto"nun Xıromekiler"inden Şemdinli"deki Gerdi"lere kadar, tüm köylere yol, su ve elektrik gibi hizmetleri götürme çalışmaları ve gayreti içinde idik o yıllar.

Yine o yıllar Bitlis"in politikacıları ANKARA"da önde ve etkili oldukları için, hizmet mevsimi olan her yaz aylarında bizi Bitlis"e seferber ediyorlardı. Çok az da olsa Muş"a gidebiliyorduk ama Hakkâri ye pek dönülüp bakılma fırsatı bulunamıyor, bakamıyor, gidemiyorduk.

1969"a kadar ben de görmemiştim Hakkâri"yi. 1969 yazında Jandarma Genel Komutanlığından, Ankara"daki Genel Müdürlüğümüze,Genel Müdürlüğümüzden de Van"daki Bölge Müdürlüğümüze “ACİL” ibareli “OREMAR"a BU YIL BİR KÖPRÜ YAPIN” yazısı gelmişti.

Biz daha önce planlanmış ve onaylanmış işlere yoğunlaşmışken “OREMAR”ın karşımıza çıkması bizleri telaşlandırmıştı; “OREMAR"da NERESİ, NASIL BİR YER?” diye birbirimize sorular yöneltmeğe ve hemen de masalara haritaları sererek Oremar"ı irdelemeğe başlamıştık.

Acaba köprü Oremar"ın neresine yapılmak isteniyordu?

Haritada Oremar Nahiye(bucak) görünümünde Yüksekova"nın güneyinde IRAK sınırına yakın, çok dağlık bir arazi yapısına sahip bir yer görünümünde idi.

Yüksekova-Oremar yolu yapımı karayollarına ait ve haritada yol görünmüyordu, sarp engebeli bir arazi, araç yolu yok görünüyordu. Acaba köprü nereye yapılacaktı? Bir taraftan da Yüksekova kaymakamlığıyla telefon trafiğine başlamıştık ki iş gelip ŞÜKRÜ ağanın oğlu İsmet"e (Buldan) kilitlenmişti.

Oremar"a gidince öğrenmiştim, Oremar ve bağlı köylerin tamamı idari bakımdan  Yüksekova ilçesine bağlı. Buraya kadar da her şey çok normal. Ama ana kolu Yüksekova"nın güneyinden başlayan RUBARÊŞİN Oremar"ın batısından fişek gibi akarak Çemêtuwan"dan Irak"a akıyor.

İdari olarak Rubarêşin"in hem doğu, hem batı yakasındaki köyler Yüksekova"ya bağlı, Rubarêşin"in doğu yakasındaki köylüler hiç olmazsa yılın belirli aylarında da olsa, Yüksekova"ya ulaşabiliyor, ama batı yakasındaki köylülere geçit vermiyor, fişek gibi deli deli akan Rubarêşin.

Batı yakasındaki Şukê, Büryê gibi köylere sıtmacının, sağlıkçının, memurun, muhtarın köylünün ulaşabilmesi için Rubarêşin"in doğu yakasından güneye doğru yürüyerek Çemê- tuwan dan sınırı geçerek, Irak topraklarında 1 saatlik yürüyüşle bir köydeki köprüden geçmesi ve bu kez batı yakasından kuzeye doğru yürüyerek yine Çemêtuwan"dan Türkiye topraklarındaki ve Yüksekova"ya bağlı köylere ulaşım mümkün olabiliyordu.

Başka bir ulaşım yolu ise, Yüksekova"da bulabilirseniz, bir araçla bir gün Hakkari"ye öbür gün bulabilirseniz yine araçla Çukurca"ya, Çukurca"dan da araçtan ineceksiniz. Ayaklarınıza kuvvet ve yaya Serêseve"den, Şılıko, Erij, Hırkaş, Şivrezan, Erbuş ve Ertuş köyleri  üzerinden birkaç yerde de sınıra gire çıka 2-3 günde ulaşabileceksiniz Yüksekova"ya bağlı köylere..

“Êêêê  ne var bunda .?” diyebilirsiniz. Doğrudur elektriği, yolu, okulu olmayan bu köylere siz hiç ama hiç gitmek istemeyebilirsiniz, ama dört yılda bir seçim sandığının gitmesi gerektiğini  göz ardı  edemezsiniz. İşte o seçim sandıkları da hep katır sırtında gitmiş, Irak topraklarındaki köprüden geçirilmiş, köylerde OY"larla doldurulmuş yine aynı yolla, yani Irak"taki köprüden geçirilerek, Yüksekova"ya ulaştırılabilmiş. Bunu kaymakamlar, Jandarma komutanları, muhtarlar ve memurlar gibi yöneticilerin tamamı biliyormuş. 







 
 İki üç yılda bir de olsa sağlıkçı ve sıtmacılar
uğrardı Oremar'a. Çocukların en çok
korktukları ve korkularından firar ettikleri
sıtmacılar ve sağlıkçılardı, beni de onlardan
sandıkları için, çocuk sevemez oldum
ağlamasınlar diye..

Yine o yıllar Şemdinli"den Uludere"ye kadar ki tüm sınır boyunda BİNA"larda kalan birkaç tabur ve bölük vardır. Sonbahardan ilkbahara kadar sınırın her tarafı bomboş, ama yaz aylarında sınırın belirli noktalarına çadır karakolları kuruluyor, bu çadırlarda kalan askerlerin Fasulye pirinç bulgur gibi kuru erzakları devlet tarafından karşılanıyor ama süt, yoğurt, yumurta sebze ve meyve gibi günlük ihtiyaçları misafirperver köylüler tarafından ücretsiz olarak karşılanıyordu. Gördüm, yaşadım yıllarca bu uçsuz bucaksız sınırlarda askerle, köylülerle iç içe kardeş gibi, köylüler askerlere emanet, askerler köylülere emanet yaşıyorlardı 1980 yılına kadar.

İlk 1980"de dikenli tel örgüler gerilmeğe başlandıysa da yine yıllarca çadır karakolları halkla iç içe idi.







 
 İsmet Buldan

Oremar da onlardan bir yerdi ama işte bu Oremar"da ne olduysa, bir yaz günü oldu. Çadır karakollarındaki askerler Çemêtuwan"da Iraklı bir köylüyü yakalıyorlar, katırı ile birlikte Oremar"daki  takıma getiriyorlar…

Oremar"da Muhtar İsmet ve köylüler yalvar yakar:

- “Salın adamı biz, siz, tüm görevliler, her zaman sınırı geçip onların topraklarında yürüyerek, köprülerinden yararlanıyoruz, etmeyin eylemeyin, biz artık bu köprüden yararlanamayız, siz de karşı köylere gidemezsiniz, salın adamı.”

Derler demesine, ama askerler yeni gelmiş yöreye, salmıyorlar adamı. Tutuyorlar zaptını “Pasaportsuz sınırı geçti”diye, silahlı iki askerle, Iraklıyı ve katırını Yüksekova"daki yetkililere teslim etmek üzere salıyorlar yola.. Yol derin, gün sıcak, Yüksekova uzak, askerler bitkinliklerini gidermek için yoldaki bir molada boş bulunurlar, Iraklı kapar silahlarını vukuatını işler katırına atladığı gibi askerlerin silahı ile birlikte soluğu sınırın öte tarafında alır.. Ve olay her taraftan duyulur, daha sonra Iraklılar askerlerin silahlarını yetkililere geri gönderirler ve haklı olarak da haber salarlar yetkililere:

- “Biz size köprümüzden geçmeniz için izin vermiştik, yıllardır da gelip geçiyorsunuz ama siz hasta bir akrabasını ziyarete gelen bir  adamımızı yakaladınız, hakkında yasal işlem yaptınız. Artık bundan sonra siz de bizim topraklardan geçmeyin.”derler.

Bu vukuat ve sıkıntı astlardan üstlere bildirilir, üstlerden de, Yüksekova"ya, Yüksekova"dan Hakkari"ye, Hakkari"den de Ankara"ya gitmiş yazılar. Ankara"dan da bizim tepemize düşmüştü OREMAR KÖPRÜS܅ Genel Müdürlüğümüzden “Oremar"da UYGUN görülen YERE KÖPRÜYÜ HEMEN YAPIN”emri gelmişti. İşte bunun için biz de Oremar köprüsüne yönelmiştik bu emir üzerine.

Olay Şükrü Ağa"nın oğlu İSMET"e  kilitlendi demiştik.. Bir avuç insanız, 4 vilayetin köylerine önceden hazırladığımız bir plan proje çerçevesi içerisinde köylere hizmet götürme çabası içindeyiz. Henüz ihale furyası başlamamış Türkiye"de. YSE teşkilatı da kendi hizmetlerini kendi imkanları ve elemanlarıyla yapıyor.

Haber saldık Şükrü Ağa"nın oğlu İsmet"e, (gel diye) İsmet, bir gün çıktı geldi, Filinta gibi bir genç. Başladı Oremar"ı ve Rubarêşin"i o haşin doğası ile bize tarif etmeğe, şaşırmıştık. Emir de büyük yerdendi. Nihayet araziyi yerinde görmeye karar verdik ve Mühendis Cezmi bey ve Salih beyle atladık arazili bir araca…

Yüksekova ilçesinin ana caddesi hava alanı gibi, ilk kez böyle geniş bir çarşı görüyorum, çarşı çok geniş ve büyük ama birkaç toprak damlı dükkan dizisi, bu dükkanlara, böylesi caddeyi yadırgamıştım, (bugün o caddeyi yapan yöneticinin komşu ülke İran"dan etkilendiğini ve ileri görüşlü bir yönetici olduğunu anlıyorum)

Yüksekova"dan güneye yönelip Rubarêşin"in başladığı yere gelmiştik. HACİYAN köyünden indik araçtan. Ondan öte yol yok… Biz yolumuza patika yoldan devam edeceğiz. Aracımızın şoförüne “-Git bizi Çukurca"nın Şivhışk köyünde bekle, 4-5 güne geliriz” demiştik.

Dört beş saat, V şeklindeki vadi tabanlarında yürüye yürüye, S gibi kıvrıla kıvrıla bir yokuşa tırmanırken taa yukarılarda tepelerin üzerinde gök yüzünün kayalarla kesiştiği çizgide, bir kartal yuvası benzeri, taştan yapılma birkaç ev gördük, sorduk rehberimize “-Oremar burası mı?”diye;

Rehber;
- “Hayır o AKAR Mahallesi.”dedi.

Yamacın alt taraflarında 70-80  koyun ve koyunları otlatan asker elbiseli iki çoban görmüştüm, “Bu çobanlar Akar mahallesinin çobanları mı yoksa Oremar"ın mı?”diye sormuştum, rehberimiz;
 - “Hayır onlar askerdir koyunlar da Oremar takımı askeriyesinindir” deyince hayretten ne diyeceğimi bilememiştim.

Hayretimin sebebi ise askerlikteki bir anımı hatırlamıştım. Ben Askere devre kaybı olarak 3.P. tuğ.gitmiştim. Devre kaybı olduğum için, Türkçe öğretmem için bana 25-30 kadar Kürt genci vermişlerdi. Bunlardan biri de 35-40 yaşlarında Hakkarili Akif Çiftçi idi. O zamanlar ben Akif Çiftçi"ye Türkçeyi öğretmeye uğraşırken o bana yalvararak;

- “Ne olur, sen iyi dil biliyorsun komutanlara söyle beni çoban yapsınlar, vallahi koyunlarına çok iyi bakarım, ben köyümde hep çobanlık yaptım.”demişti.

Tabi ki ben gülmüştüm Akif"e;
- “Akif bunu bana söyledin başkasına söyleme, askerlikte çobanlık olmaz, sonra seninle alay ederler.”demiştim. O da ısrarla yeminler ederek Hakkari de askeriyenin koyunlarının olduğunu ve askerlerin bu koyunlara çobanlık  yaptığını söylemişti ve ben inanmamıştım…

İşte Akif Çiftçi"nin yalan söylemediğini geç de olsa anlamıştım. Burada o askerin ısrarında ne kadar haklı olduğunu anlamıştım.

Rehbere;


— “Askerdirler ama silahları yok, çobanlığı niye yapıyorlar ki?” diye çok acemi soru yöneltmiştim.

Rehber;
- “Begim, bunlar asker ve askerliklerini çoban olarak bitiriyorlar. Köyde takım var. Bu askerler takımın koyunlarını otlatıyor. Askerler için haftada 1-2 tane kesiyorlar. Yazın çadır karakolları var, bunların günlük et ihtiyaçları var. Buralarda elektrik yok ki etleri nasıl muhafaza edecekler ki? Bizim de onlarında her türlü ihtiyacı katır sırtı ile iki günde Yüksekova"dan geliyor.”demişti.







 
Bazen biz askerlerde masada,
bazen askerler bizde yer
sofrasında yemek yer,
çay içerdik.
O gece Oremar"da İsmet Buldan"ın evinde misafir kalmış, askerler ve köylülerle geç saatlere kadar sohbet etmiştik. Sabahleyin katırlara binip Rubarêşin vadisine inip güneye doğru yol almaya, nehrin en düşük mevsiminde birkaç yerde hayati tehlikelerle Irak sınırına doğru, doğanın içinde kayıp olmuştuk. Anlatmak çok zor. Hani diyorlar ya Allah dağlara marş marş çekmiş dağlar buralarda iken de DUR demiş, öylece duruyor dağlar, dağlar vadiler vadiler, vadilerde asırlık çınarlar, kavaklar, Asuriler"den kalma asma ağaçları bir kavaktan bir kavağa dal salıp sarmalamış ve orman deryası buralar.

Nihayet nehrin uygun bir yerine beton ayaklı ahşap bir köprü yapılmasına karar verildi. Yürüyoruz, ayıların, domuzların ve kör yılanların cirit attığı bir vadi. Ayağımızın ucuna bakmadan adım atamıyoruz. Yılan ve akrep korkusundan ama rehberimizin de önüne baktığı yok. Bir yerde rehberimiz Memet Bulut amca bizi durdurup karşı kayalıklara bakmamızı istedi. Baktık, kayalardan buz sarkıtmaları gibi pırıl pırıl parlayan sarkıtlar var, rehberimiz o güzel şivesiyle;







 
 Erbuşlu Dede
- Onlar nesın? hege bildi eferin!
- “Buz.”dedik.
- “Nııç”dedi Memet amca, “Bu sıcakta Buz olur mu?” diye kahkahayı bastı ve yürüdü,


- “Şimdi görürüz ne olduğunu..”

Yürüdük, kayaların altına vardığımızda gözlerimize inanamamıştık.

KAYALARDAN AŞAĞIYA BAL AKIYORDU

20-30 metre üstümüzde binlerce bal arısı uğulduyor. Bir koca inin içine girip çıkıyorlar ve inden aşağı bal akıyordu. Köylüler sal taşları dizmişler yerlere, yukardan doğal taşların oyuklarından akan ballar yerdeki salların üzerine düşüyor, ayılar ve insanlar, kim fırsat bulduysa yiyor bu ballardan. Yaz sıcağında bir iki kez parmaklayabildim, bal gibi baldan..

Biz de Çemêtuwan"dan geçtik. İkinci geceyi Rubarêşin"in batı yakasındaki BÜRYÊ köyünde geçirdik. Günle birlikte yola koyulduk. Ormanın azaldığı yerlerde bu kez yolumuz boyları iki metreye varan gevenlerin içinden geçiyordu. Dikenleri batmasın diye elimizden gelen canbazlığı yapıyorduk ama baldır bacaklarımız yine de geven dikenleri ile doldu. Derinin içinde kalanları günler sonra iltihaplanan yerlerinden sıkarak pırtlatabildik.

ŞUKE, ERTUŞ, ERBUŞ, SERANİ, BILÊCAN, MARUFAN ve ZİYANIŞ köylerinden geçerek Çukurca"ya bağlı ŞİVHIŞK köyünde bizi bekleyen aracımıza üçüncü günü bitkin bir halde ulaşabildik…

Birkaç gün sonra İsmet Van"a çağrıldı. Köprünün yapımı kendisine verildi. Belki ilk kez ihalesiz ilansız bir iş bir köprü bir müteahite bir taşarona veriliyordu.

Hem de rica ile minnet ile.

Çünkü, İsmet olmazsa bizim halimiz haraptı ve bu köprüyü yapmamız mümkün değildi. Köprünün tüm malzemeleri katır sırtında taşınarak birkaç ay içinde istenilen yere götürülmüştü.

 İsmet haber üstüne haber salıyordu:
- “Köprünüzü yaptım, gelin teslim  alın..”diye.

Ama kimse köprüye yürümeyi göze alamıyor ayılardan, kurtlardan, yılanlardan, çıyanlardan..







 
 Oremar Yolu
 Ben çok sevmiştim İsmet"i ve Oremar"ı. Hele hele İsmet, Nizam ve Celal isimli üç Oremar"lı gencin sevgisi benim için Hakkari sevgisinin başlangıcı olmuştu. Onların arkadaşlıklarına ve birbirlerine olan samimi, saygı ve sevgi bağlarına hayran kalmıştım.

Nihayet Kasım ayı ortalarında alınan kararla ben yalnız Oremar"a gidecektim. Köprüyü 8 mm"lik filme çekecektim ki köprünün kati kabulü yapılıp İsmet"e köprünün bedeli ödenebilinsin.



***

Kasım ayı ortalarında tekrar Haciyan köyünde araçtan indim ve Oremar"a kadar yürüdüm. Gece İsmet"in o kocaman odasında uyuduktan sonra sabah erken saatlerde köprüye gitmek üzere İsmet, Celal ve Nizam arkadaşlarla Rubarêşin vadisine indik.

Bu kez sanki yazın gördüğüm Rubarêşin vadisi değilmiş gibi geldi görüntüler. Vadi ve vadideki renkler daha güzelleşmişti. Çünkü her taraf sapsarı ve turuncuya boyanmış gibi kavak ağaçlarının tepesindeki siyah ve kırmızı üzüm salkımları pörsümüş kimisini ise sinek ve arılar içlerini boşaltış dallarda öylece duruyordu. Köprüyü her taraftan görüntüledikten sonra köye dönmek için vadiden Oremar köyüne tırmanırken Nizam arkadaş; “Allah bilir ama, bu gece kar yağacak”demişti.







 
 İsmet Buldan'ın kocaman misafir odasından
bir köşe. Yataklara battaniye yerine atılan
Gülsarya kilimi bugün 3 bin dolardan aşağı
değildir.
Bende ona; “Ağzını hayra aç, ben gideyim ondan sonra yağsın.”demiştim.

İsmet;


- “Nizam doğru söylüyor, aha o dağa bak o "Serê Satê" dağıdır, eğer beyaz bulut oraya kümelenirse muhakkak kar yağar.” demiş ve kahkaha ile gülmüştü sonra.

- “Bu büyüklerimizce tecrübe edilmiş, galiba sen birkaç gün misafirim olarak kalacaksın.”

İçime sıkıntı gelmişti ve İsmet"e için için kızmış konuyu değiştirmiştim. Akşam yemeğini yedikten sonra İsmet"e;
- “Yatakları erken seriniz ki erken uyuyup erken uyanalım, ne de olsa yarın yolumuz uzun.”demiştim.

İsmet yine gülerek;



- Hiç canını sıkma, sen yarın gece de buradasın, öbür güne Allah büyüktür.

- İsmet etme eyleme, ağzından yel alsın.

-Vallahi iki defadır dışarı çıkıp bakıyorum bulut kümesi yerinde duruyor. Bunu atalarımız, dedelerimiz tecrübe etmişler, ben de falcı değilim ama bu bulut hiç yanıltmamış bizi bugüne kadar.







 İsmet ve ailesi. Oremar"da mahsur kaldığım
günlerde İsmet"in eşi Kamile hanımın,
misafirperverliğini unutamam. Saygılı bacım,
hiçbir gün yemeğini ve çayını hatta sütlü kahvelerini
aksatmadı.
Konuyu değiştirip derin bir sohbetle 22 sularında yer yatağına girmiştik.

Sabah İsmet"in; “Hadi kalk yola çıkıyoruz.”sesi ile gözlerimi açtım. İsmet"in böyle demesine sevinmiştim ama İsmet"in yüzü alaylıydı, bana pencereyi göstererek; “Hele dışarıya bak hava nasıldır. Pencereye gittim inanılacak gibi değildi. Her taraf bembeyazdı. Karşı evlerin damlarından anladım ki en az 50 santimetre kar yağmıştı ve hala yağmaya devam ediyordu.



İsmet; “Sıkma canını ama seni bir iki gün daha gönderemem. Şimdi vadiler olduğu gibi çığ tehlikeleri ile doludur. Şayet bu gün HIR başlarsa iki güne yola koyuluruz. HIR başlamazsa 3-4 gün misafirimizsin.”dedi.








Oremar'daki uğurlama ve karşılama tepesi.
Köyden ayrılırken böyle uğurladılar. Merhabalaştıklarım
ve yanaklarını sıktığım güzel çocuklar.

“HIR nedir İsmet?”diye sordum. İsmet; “HIR, Oremar"a has bir rüzgarın adıdır. Hır burada çok kuvvetli eser ve yamaçlarda ki karları bir iki gün içinde siler süpürür, yollarda çığ tehlikesi kalmaz. O zamanda yolcular yollarına devam ederler. Haa bak Hır başladığında da kaç gün sürerse sürsün evlerde soba ve ocak yakamıyoruz, ateşi ve dumanı içeri üfürüyor.”diye cevap verdi.

 5-6 gün Hır"ın yolunu gözledim ama gelmedi. Hava hep kapalı. İsmet"in pilli pikabında hep Yüksekova"lı Selim"in KİRİVÊ plağını çalıyorum. Allahtan askeriyenin kantininde yeterince pil vardı. İkindi üstleri ise Bağdat radyosunun Kürtçe bölümündeki “Gorani dawakırawa” (istekler programı)"ni büyük bir zevkle dinliyordum. (Çünkü o yıllar Van"da gündüz saatlerinde bu radyoyu dinleyemiyordum.)

Geceleri ise bazen biz askerlere gidiyor, bezen de onlar İsmet"in misafir odasını dolduruyor ve gece geç saatlere kadar bal, ceviz içi üzümle, bol bol çay içip sohbet ediyorduk. Van"dan yöneticiler merak etmişler telsizle akıbetimi sormuşlar askerlerden; “Merak etmeyin iyidir İsmet Buldan"ın misafiridir. Yol müsait olduğunda yola çıkacaklar.”demiş askerler.

Nihayet 6"ncı gün Hır başladı esmeye.

İsmet"in anlattığı gibi her şeyi önüne katıp götürüyor. Dumanın soba borusundan çıkmasına fırsat vermediği için gece gündüz soba yakamıyoruz.

İsmet; "şehir çocuğuyum diye” olanlarla hep beni kızdırmaya çalışıyor.

Geceleri battaniye, halı, kilim ne varsa örtüyorlar üstüme. Nefes alamıyorum yatağın içinde o
Hır rüzgarının ürpertili uğultusunda uyuyabilmek ne mümkün.

Yolda çığ ve fırtına tehlikesinin kalmadığına kanaat getiren İsmet 11"nci günün sabahı;

- “Hadi yola çıkıyoruz.”dedi.







Misafirlere rağmen, İsmet"in kedisi
derin uykuda. O günler askerinden
köylüsüne herkes kapısını kilitlemeden
bu kedi misali gamsız kedersiz
korkusuzca yedi uykuya dalardı.
Hır, karları vadi tabanlarına yığdığı için karları yara yara iki günde Yüksekova"ya ulaşabildik.


 


* NOT:

Yazımda adı geçen ve Oremar"dan Çukurca ilçesine kadar köylerin (Oremar hariç) tamamı boşaltılmış. Hatta 12 aşirete ANA"lık yapan, Belediyesi olan ERTUŞ beldesinin bile yerinde yeller esiyor tabi.

Bu sahipsiz ve insansız arazilerde şimdi yabani ayılar, domuzlar, çakallar ve sırtlanlar cirit atıyor.

Ama o yıllar buralarda UNUTULUP İHMAL edilen insanlar ve bu insanların çocukları bugün Allah bilir hangi kentteki EN ALTTAKİLERDENDİRLER.








Oremarili Reşit Çapa







Oremarili Kerem Amca

Fotoğraflar: Enver Özkahraman
Tasarım: Erkan Çapraz

(Devam edecek...)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
27 Yorum
Enver Özkahraman Arşivi

Medo

03 Ocak 2021 Pazar 13:18