İrfan Sarı

İrfan Sarı

Namı diğer Newro

Namı diğer Newro

Sınır şehri olmak için çabalamasına gerek yoktu Gever’in. Çünkü sınırlar belirlenirken bu çanak şehir sınır uçta kalacağının coğrafyasını çizmişti göğsüne adeta. Batıda Başkale yükseltisi, doğuda Dêlezi(Kısıklı) Geçidi, güneyde Haruna Gediği ve kuzeyde Sorê tepecikleriyle çevrilecekti.

Atatürk cumhuriyetinin kuruluşuyla birlikte haritanın bir yakasında kalan yerlere gümrük muhafaza memurları atanmıştı. Devleti temsilen kilometrelerce uzaktan atanan bu memurlar yetki ile donatılmış, dedikleri dedik, kestikleri kestik devlet babanın temsilcileriydi.

Artık güneşin bile pasaportu sorulacak, yavru taylar annelerinden habersiz bir diğer ülkenin topraklarının içine pasaportsuz girmenin bedelini ödeyecekti. Dağların arasından akıp giden yerdi çok zaman sınır. Ya da keskin bir uçurum, bazen de yalçın kayalıklar…

Sınır taşları umudun beton bekleyişleri oldu, gün yirmi dört saat nöbette.

Ve kaderler yazılmıştı yaratanın defterinde, gerçekleşme vakitleri bu topraklarda yazgıya dönüşecekti.

- Adam fısıldadı, "Tanrım konuş benimle" Bir kuş cıvıldadı ağaçta ama adam duymadı. Sonra adam bağırdı "Tanrım konuş benimle!..." Gökyüzünde bir şimşek çaktı, ama adam dinlemedi onu.

Adam etrafına bakındı ve, "Tanrım seni görmeme izin ver!"dedi.  Bir yıldız parıldadı gökyüzünde. Ama adam farkına varmadı. Ve adam yeniden bağırdı, "Tanrım bana bir mucize göster!" Bir bebek doğdu bir yerlerde. Ama adam bunu bilemedi.

Sonra adam çaresizlik içinde sızlandı, "Dokun bana Tanrım ve burada olduğunu anlamamı sağla!" Bunun üzerine Tanrı aşağı doğru süzüldü ve adama dokundu. Ama adam kelebeği elinin tersiyle uzaklaştırdı ve yürüyüp gitti.


Evet, tıpkı buradaki gibi bir mucize oldu ve bu topraklara bir bebek doğdu, "adam bunu bilemedi...

Bahar günleri Gever ovasında son derece sihirlidir. Güneş tılsımlıdır.

Yanar ama yakmaz.

Elinizdeki bütün buzları kalbinize kadar çözer. İsterseniz bir kayalıkta yeşili seyre dalarken günlerce aç ve susuz kalabilirsiniz. Rüzgâr size su ve ekmek taşır. Ve orda akıttığınız her damla ter bir nehir kadar bereket taşır size. Ekmeği, suyu ve havası boldur bu şehrin. Hele o yıllar nasıl da bereket saçardı dört bir yana.

En yamanı neydi bilirmisiniz, buralarda bahar bir nefes alışı kadar erken biterdi.

Bu bebek dünyaya gelir gelmez baharlar birbirini kovalamaya başladı. Çok çetin geçen kışlardan selvi dalı gölgesinde uzanır gibi geçti bir bir. Annesinin gözyaşları yanağına nazar boncuğu gibi düştü.

Hani, biraz tuzlu ve maviden uzak olsa da.

Esmer tenli bu çocuk, tanrıların uğramadığı bu coğrafyada kendi kendine büyürken, sokaklardaki tozlardan ve dere akıntılarındaki yüzmelerden, tandır başındaki sıcak lavaşlardan, buz tutan kış gecelerinden, masallardan, türkülerden, halaylardan, aydan, karanlıktan, güneşten korkmadan büyüdü... Her adım attığı yer ondan korkar ondan medet umar olmuştu daha çocuk yaşlarından itibaren.

Çocuk oyunlarının şeqetopanê (beyzpol), çavmişqanê (saklambaç) tek galibi oydu. Tazı gibi koşmayı babasız büyüdüğü yıllarda öğrenmişti çünkü. Bu çocuk okul yaşı gelip çattığında evin erkeği olmuştu çoktan. Annesine olan sevgisi Allah’a olan sevgisinden yüceydi.

Çünkü O, gözlerini dünyaya açtığı günden itibaren bir tek onu tanımıştı, bir tek ona aşık olmuştu. Yüreğinde sevginin meşakkatsiz tek adresi annesine çıkıyordu.

Okul yılları onun aklının hoyrat yerini açığa çıkardı. Kimliksizliğini;

Hem bütün çocukların kimlikleri gibi bir kimliğe sahip olmalıydı. Bu hoyrat yanı onu uzun yıllar geçtikten sonra babasına götürecekti. Kimliğini kapacak ve yurdun hiç tanımadığı başka kültüründen bir şehrine ve o şehrin kütüğüne Nurettin Keskin adıyla geçecekti. Böylece resmi kayıtlarda Nurettin, bir Newroz gününde doğduğu için ise memleketi ona 'Nevroz' ismini uygun görecek, 'bıçkın' bir gençliğe geçtiği için de namı diğer Newro olacaktı.

Bu geçliğin ilk hatırası çocukluk arkadaşı Hetem'le (hatta sadece bütün çocukluk ve gençlik arkadaşı) dövdükleri bir uzatmalı yüzünden kışla yamacındaki yabani anason (xitxotêq)otu altında sabahlayacaklar. Hatta kendi ağzından yuvarlanırcasına çıkan sözlere bakılırsa bahardan sonbaharın buz kesen zamlarına kadar kendine taşıdığı bir de yün yatakla o otların arasında kalacak, bütün yıldızlardan dost edinecekti.

Gittiği memlekette farklı bir yaşamın kokusu onu başka arayışlara soktu. Döndüğünde babası da beraberinde gelecek ve Yüksekova'ya ilk yemekli restoranı açarak mütaasip şehir yapısının kabuğunu bu yönüyle kırmasına vesile olacaktı. Newro, artık bıçkın bir delikanlıdır okul ve mahalle arkadaşlarıyla devrimcilik yapacak, sokakların başından girip tepelerden vadilerden illegal sloganları devrim marşlarıyla şehre sokacaktı.

O cilt cilt kitap okumayı sevmedi.

Daha çok eylemin kavga çocuğu idi. O, Friedrich Engels'in kominizimin ilkelerini, Marks'ın manifestosunu, Fidel Castro'nun Küba devrimini, Mao Zedong'un çelişki ve pratik üzerine cilt cilt kitaplarını görünce duraksıyor ve, 'bu benim işim değil' deyip atıyordu. Ama devrimciydi, hatta devrimci ağabeylerinin de gözdesiydi.

Newro'nun eli işe ve direksiyona hâkimdi gözleri keskin, yüreği gezgindi.

Dağlar kardan arınmaya başlayıp cemreler üst üste düşünce, bilirdi bahar Newroz gülüşüyle gelecek Gever'e. O yıl Newroz’da bütün arkadaşları okul okumak için diğer şehirlerdeydi, yalnızdı, kışla tepesine çıktı gür bir ateş yaktı. Gür sesiyle geceye Kürdiler söylerken etrafını devriye zabiti sardı.

"Ateş yakmanın yasak olduğunu bilmiyormusun!" diye hiddetlenince; Newro sakin sakin, "Doğum günüm! Onu kutluyorum." diyecekti.

Newro'nun bitirim esprileri onun da hoşuna gidecek ki ateşin etrafını dolanacak suç teşkil eden bulgu ve belgeye ulaşmayacak, uysalca ateşi söndürecek ve geri dönecekti. Newro bu! Durmaz ve onlar gözden ırayınca tekrar döner yeniden ateşini yakar. Bu yak söndür işi sabaha dek devam eder.

Aklına geleni hayata geçirmekte hiç tereddüt etmezdi. Bir sabah çantasını sırtına verdiği gibi kuş adasına gitti. Denizin dalgalanışına ve dinginliğine her yoğunlaştığında, Deniz Gezmiş ve arkadaşları aklına takılacak sırf bu denize benzeyen büyük devrimciye olan sevgisinin anısına ilk doğan oğluna 'Deniz' ismini vererek belgeleyecekti ömür hanesine.

Kuşadası, serbest yaşamın plajların ve bikinili-mayolu yarı çıplakların yurduydu deniz mevsiminde.

Newro, cankurtaran olacak ve uzun bir mevsim soluğunda, geceleri barlardan çıkan tiz seslerin ve diskolarda dolanan kızların, gündüzleri de kürekli sandalının yakışıklı sahibi olacaktı.

(Yüzmeyi Yüksekova çayının Agora ismiyle adlandırılan yamaç göletinden öğrenmişti. Agora'nın başına geldiği andan itibaren koca yerde bir tek o ve arkadaşları yüzebilirdi. Ancak onlar sudan çıktıktan sonra diğerlerine sıra gelirdi. Sonraki yıllarda bir de aynı isimle meyhane açacak, meyhane pilavının tadını da verecekti memlekete)

Renkli gece ve gündüzlerden siyah beyaz karelere düşürdüğü bir resmini bir gün annesine gönderecekti. Nerden bilecek ti ki o günlerden bir tek o, geriye acı bir gençlik anısı olarak anasından ona miras kalacaktı diye...

Beraber onun albümünden ilerlerken Yüksekova'nın son kırk yılı sinema filmi gibi döküldü önüme, kimi renkli, kimi siyah beyaz karelerden yüzüme gülen nice ağabeylerin de hayat perdesinden yitirilişini görüyordum. Onun albümünden ilerlerken işkence odalarından- tezgahlarından geçer gibi, acı ve labirent bir hava sarıyordu etrafımı. O da arada bir koca göbeğinden yukarı ah çekiyordu. Islanıyordu yanakları. Kim bilir, onun içinden geçen kaç yangını ben yakalayamadım. Yakaladıklarımsa bana hayattan kalan yadigârlardı.

Zaman onun için hızla ilerlerken O, ağır ağır çıktığı merdivenlerden askerlik yapmak üzere bir başka şehrin yolunu tutacaktı. Harbi, yiğit, açık sözlülüğü ona askerde destek olacak ve alnının akıyla bir dönüş hazırlayacaktı.

O kadar hızlı bir yaşam sürecek ki tıpkı patika yolda hızlı adımla giderken ardında toz bulutu oluşurcasına... Uzaklarda gördüğü modalarla dönerken Gever ovasına içine bir başka şehrin hasreti düşüyor... Özgürlüğün kapalı kalması lazım, düğmelerini de yukarı doğru açacaktı. Bu şehir oldu olası insanı sevdi, bağrına bastı, ama bu sevgiyi anlamak için bizler elimizden geleni yapmadık ki bu bize babalarımızdan ve ağabeylerimizden miras kalmıştı.

Şimdilerde artık ticareti de el yordamıyla hızlandıracak, kazandığı paraları harcamak için şeytanın aklına gelmeyen yolları deneyecekti. Parıltılı İstanbul gecelerinin kabadayı Newro'su ününü almaya ramak kala hayat arkadaşına Yüksekova'nın mistik bir gününde vurulur.

Evlilikle birlikte Baba Newro lakabı da hayatına girecekti. Yüksekova'nın en güzel kızına olan sevdası düğünle noktalanınca, artık ticaretin kurnaz babası sevecen ve kabadayı kimliğini her alanda göze serecekti.

Ne var ki uzaklardaki parıltılı yaşam hep özlemlerini zorlayacak rüyalarını süsleyecekti.

Gariptir ama o yaşamı gever ovasına taşımak istedi, binek taksi daha asfalt yollar olmadan onun şoförlüğünde görücüye çıktı. İşte tam da bu zamlarda kıvırcık saçları renkli gözleri alkolün havalı zamanlarından yıkandı.

Göbeği artık ondan önce çıkıyordu yola!

Şimdilerde beton yığınları arasında kalan top sahasında futbol topu koşturan gençlere kulüp başkanlığı yapacak, onlarla civar yabancı sahalara (deplasman) gidecek kavgalı gençliğinin olgunluk yıllarını yaratacaktı. Bu kavgacılığından usanmış olacak ki diğer oğluna da "Barış" ismini koyacaktı.

Kendiyle barışık yıllarının sayısı azdır. O; hep asi, aykırı, sıra dışı yaşamın tek kimliği ve babası olacaktı.

Onu en çok sahada top peşinden hızla koşarken hatırlarım. Bir de Yüksekova Belediyesi'ne alınan bir koca kepçenin şoförü iken. (Buna ne denir bilmiyorum tam anlamıyla, belki operatör diyebilirim.)

Bu kadarla da kalmayacak hayat maratonu o âlemlerin kralı gecelerinden ve pikniklere, çilingir sofralarına düşkün iştahıyla hafızalardaki yerini kaybetmeyecekti. Çünkü her pikniğin ve çilingir sofrasının yaratımı onun hünerli ellerinden geçerdi. Tadına doyum olmayan yemekleri ve etleri ateşte çevirirken kadehlerin feleği şaşıyordu.

Hatta bu piknik sevdasına o yıllarda bölgeye gelen turistleri de alıştıracak onlarla dağ tepe, yaşam kalıntısı her ize, her mabede, her yaşam alanına adım adım gidecek; onları aslanlar gibi uğurlayacaktı.

Çoğu genç gibi onun da hayatı 12 Eylül darbesiyle yeni bir milatla buluşacaktı. "Her ne yaptınsa" mantığı ile işkencelerde geçen birikimli gençliğin isimsiz kahramanları zuladaki yaşamlarına çekilince Newro, ticaretin sahnesindeki popüler zamanlarını yaşacaktı.

Fakat ne yaptıysa eline kızgın demir gibi yapıştı.

Bunalım, yiğitlik derken dönüp arkasına baktı ve hızla geçen hayatının yeni meyvesi kızına da hızla geçen yaşamına inat olacak ki "Yağmur" ismini yakıştırdı. İnişli çıkışlı yaşamında ceza evleri görecek, pul kadar değersiz anları olacaktı.

Ya o bütün yaşanmışlıklara rağmen kendini son derece yalnız his ettiği zamanların kurşun ağırlığında içine düşen sancılarına ne demeli...orda bir yanar dağ olan içerisi nasılda volkana döenerdi onu bilirmisiniz... İşte bu volkanın patlamamasına tek vesile sabrı oldu. Buna inat ta son çocuğuna 'Ümit' adını koyarak. Hayattan daha çok şeyi koparacağının mesajını veriyordu, yalnızlık illetine.

Yeni taşındığım evin balkonundan guruldayarak gelen sesin onun yaşam hızına dayanamayan nargilenin sesi olduğunu da sesi incelemeye aldığım zaman anladım. Ne çok yaşanmışlık düşmüştü onun albümüne.
Göremediklerim yazdıklarımdan çok gibi.

İrfan Sari -
Mayıs 2007

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
18 Yorum
İrfan Sarı Arşivi