Türkiye'nin zencisiyim diyen birinin çözmesi daha kolay

Türkiye'nin zencisiyim diyen birinin çözmesi daha kolay

Kürt sorununun çözümü konusunda 'geldiği yer' açısından AKP'nin özel önemi olduğunu söyleyen Prof. Dr. Kemal Kirişçi, bu süreçte 'dış güçler'in etkisini ise kayda değer bulmuyor: Bugün ABD'nin Kürt sorunuyla ilgili hesap yapacak mecali yok. Bu konuyla ilg

Neden

Siyasetbilimci Prof. Kemal Kirişçi, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki görevine bu yıl başında ara vererek TÜSıAD Senior Fellow olarak Brookings Enstitüsü’ndeki (ABD ve AB’nin) Türkiye Projesi’nin direktörlüğünü üstlendi. Geçen hafta serbest ticaret anlaşmaları, özellikle Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) konusundaki uluslararası toplantıya katılmak üzere ıstanbul’daydı. Kendisiyle hem Kürt sorununu hem de TTIP’in bize yeni dünya düzeniyle ilgili ne söylediğini konuştuk. 


Öcalan’la görüşmelerin başlamasını global değişiklikler nazarında nasıl değerlendirmeli? 

Ekonomik perspektiften bakarsanız, istihdamı arttıracak istikrarı sağlayabilmek, yatırımları çekebilmek için bir düzen kurmak gerekiyor. O düzeni de sağından solundan çekiştirenler var. Bu düzenden pay istiyorum diyenler var. 

Kürtler öyle mi diyor? 

“Dilimde eğitim almak istiyorum, mahkemede kendimi anadilimde ifade etmek istiyorum, ekonomiye eşit ortak olmak istiyorum” diyor. ıyi bir siyasi düzen de bu isteklere ayak uydurmaya çalışacaktır. Eski kurumların eski değerlerine takılıp kalmaz. Burada AKP’nin özel bir önemi olduğunu düşünüyorum. 

Neden? 

Geldikleri yer bakımından. Yakın zamanda yine söyledi Başbakan, “Ben bu ülkenin zencisiyim” diye. Türkiye’nin zencisiyim diyen birinin Kürt sorununu çözmesi bana göre daha kolay. Çünkü hak gaspına dair empati yeteneği çok daha fazladır. 

10 yıldır o empatiyi ne kadar hissettiniz? 
Elbette bunları sorgulayabilirsiniz. Ama olaya sadece kimlik meselesi üzerinden bakılmaması gerek. 

Nereden bakacağız? 
Ekonomik açıdan yeniliğe uyum kapasitesinin yüksek olduğunu görüyorum AKP’nin. Ekonomi aynı hızda büyümezse, 18-20 yaşındaki gençlerin istihdamı mümkün olmaz. Bu istihdamın en sıkıntılı olduğu yer de Kürt bölgesidir. Oraya ciddi yatırım gerekir. Bunu bir sisteme oturtması için de Kürt sorununu çözmesi gerek. Ama etnik veya dini temelli sorunları çözmek son derece meşakkatlidir. Çünkü bu oyun çözümü istemeyenlerin lehine bir oyundur. 

Nasıl yani? 
Müzakere süreci ekonomik veya siyasi menfaatleri nedeniyle barışı istemeyenlerin tüm maharetlerini gösterdiği süreçtir. 1999’dan beri bu kimselerin maharetlerinin başarıya ulaşmasını izledik. Bugün ise bunlara geçit vermeyecek iradeyi göstereceğim diyen bir heyet var. ıki tarafta da. şimdi bu noktada ‘Kimin barışı’ sorusuna ortak bir cevap bulma zamanıdır. 

Biraz açar mısınız? 

Bakın ilk defa muazzam bir konsensüs var: Herkes silahların susmasını istiyor. şimdi ikinci bir konsensüse ihtiyaç var, o da barışla ilgili. Kimin barışı bu? Herkesin tarifi başka. CHP’ninki BDP’ninkinden, AKP’ninki MHP’ninkinden, ulusalcınınki liberalinkinden başka. ışte siyasi beceri, barışın tarifiyle ilgili de bir ortak payda yaratmaktır. Bunu başarabilecek miyiz, asıl soru ve meydan okuma burada. ‘Kopenhag Kriterleri’nde de varolan kültürel hakların verilmesi mi, otonomi mi, federasyon mu... Hangisinin getireceği barışta fikir birliği sağlayacağımızı göreceğiz. Bugüne kadarki vaziyeti olumlu buluyorum. Bu başarıda Başbakan’ın da, BDP’nin de, çeşitli köşe yazarlarının da payı var. Oyunu bozmak isteyenlerin ağırlığının gitgide azaldığı bir gerçek. 

Kürt sorununun çözümü karşısında başkanlık sistemi şeklinde bir teraziyle karşılaşırsa Türkiye ne olur? 

Ben toplumun genelinde ciddi bir rahatsızlık oluşacağını sanmıyorum. Ama aydınların bu manada endişeli olduğunu görüyor, o endişeleri de şahsen paylaşıyorum. Çünkü siyasi kültür ve kurumlarımız bugünden yarına dönüştürülemez. Ve dönüştürülememiş haliyle gelecek başkanlık sistemi tehlike arz eder. Demokrasi denen yolda biz ülke olarak 50 yıldır gidiyoruz. Ne darbelerle karşılaştık, ne badireler atlattık. Hâlâ evrensel standartlara erişemedik. Hatta 2005’ten bu yana geri adımlar atıyoruz. şimdi bir anda başka bir sisteme dönüştüreyim derken, çoğulcu değerlerden, hukuk devletinden feragat etmek gibi bir vahim ihtimal var. Ama bu ihtimal uğruna Kürt sorunu çözülmesin mi... Galiba toplumun en büyük imtihanlarından biriyle karşı karşıya kalacağız. 

“Dış güç baskısı olmasa, Türkiye müzakere masasına oturmazdı” argümanına ne diyorsunuz? 
Ben 30 yıllık siyasetbilimcisiyim. Bir şeyi çok net öğrendim: Dış güçler teorilerine bayılıyoruz. Amerika’nın dünyayı bir ilkokul müdürünün yönettiği gibi yönettiğini zannedenler biraz zahmet edip siyasetbilimi külliyatından birkaç sayfa çevirsinler. Siyaseti ve dünya bu tür komplo teorilerine pabuç bırakmayacak kadar karmaşık. Bugünkü Amerika’nın, kendi sorunlarından nefes alıp, Kürt sorunuyla ilgili hesap yapacak mecali yok. Bu konuyla kaç kişi ilgileniyor biliyor musunuz? 

Kaç kişi? 

Washington’da, Dışişleri’nde ve güvenlik çevrelerinde 10, bilemediniz 15 kişi. Onlar da son derece ironik bir pozisyondalar. 

Neden? 

Diyorlar ki; “Beş-altı sene önce biz Türklere, Kuzey Irak’taki Kürtlerle iyi geçinin demeye çalışıyorduk. şimdi Kürtlerle Türkler öyle iyi geçiniyor ki Irak’ın bölünmesinden endişe eder olduk”. Eskiden Türkiye, Irak çözülecek ve bir Kürt devleti ortaya çıkacak diye korkuyordu, şimdi Amerikalılar Irak çözülecek ve kalan kısmı ıran’ın etkisi altına girecek diye korkuyor. Bu, sayıları kesinlikle 15’i geçmeyecek kişi konuyu bu şekilde Obama’nın dikkatine sunuyor, aman Türkiye’yi Maliki’yi kızdırmayacak bir çizgiye çekmeye çalışalım diyor. 

Bu da dış güç hareketi değil mi? 

Bakın, elbette dış güç diye bir şey var. Ama bu komplo teorileriyle değil matematikle açıklanabilir. Çünkü Kürt sorununun çözülmesinin yüzde 80’i bize ait, yani iç siyasetle çözülecek bir şey. Yüzde 20’si ise dünyayı ilgilendiriyor. Çözümü akamete uğratma niyeti daha çok ıran ve Rusya’dadır. Rusya, bu sorunu çözebilen bir Türkiye’nin bölgede bin kat güçlü olacağını görüyor. AB ve ABD bu sorunun çözülmesini isteyen taraftadır. Bu sözlerimi okuyanlar, koskoca hoca naif naif konuşuyor diyebilir. Ama düşüncem bu ve kulak kabartılmasını isterim.

Batı yeni dünya düzeninde yeni ortaklıklar istiyor

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Türkiye ziyaretinde sizin de üstünde çalıştığınız serbest ticaret ortaklığı, yani TTIP (Transatlantic Trade and Investment Partnership) meselesi niye ana gündem maddesiydi? 

Öncelikle serbest ticaret ve gümrük birliği kavramlarının farkını anlatmalıyım: Gümrük birliği üyesi ülkeler bir ortak gümrük tarifesi uyguluyor. Halbuki serbest ticaret anlaşmasında iki ülke ya da iki grup ülke arasındaki malların serbest hareketi söz konusu. Türkiye’yi güç durumda bırakan şey gümrük Birliği’ne üye olması. Washington’dan bir akademisyen hafta başında bir konferansta Gümrük Birliği’ni kast ederek son derece naifçe “Türkiye bu tuzağa nasıl düştü?” diye sordu. Eski bir büyükelçimiz de Gümrük Birliği’nin, imzalandığı günlerde Avrupa Birliği’ne girişin çok büyük bir adımı olarak algılandığını, geçici bir düzenleme olarak planlandığını anlattı. Altı sene öncesine göre Avrupa Birliği’nin serbest ticaret anlaşması imzaladığı ülkeler Türkiye’nin dış ticareti açısından göreceli olarak önemsiz ülkelerdi. Fakat Güney Kore’yle bu anlaşma imzalandığında bizim için işlerin rengi değişmeye başladı. Çünkü Türkiye, örneğin, otomotiv endüstrisindeki görece avantajını kaybetti. ışte tam o günlerde TTIP meselesini hem biz akademisyenler hem de bürokratlar gündeme getirdik. AB’nin Türkiye’deki algısı da düşmeye başlamışken, TTIP’in bir parçası olmamız gerektiğini anlattık. Avrupa Komisyonu da yeni yeni buna hak vermeye başladı. 

ABD ve AB kendi sıkıntılarının farkında 

ABD ne diyor bu işe? 

AB de ABD de kendi ekonomik sıkıntılarının farkında. Bu ekonomileri canlandırmak için TTIP gibi bir işbirliğine ihtiyaçları var. Çin’in ve Doğu Asya’nın hızla değişip büyüyen ekonomileri karşısında Batı kendi içinde daha derin bir entegrasyon istiyor bir bakıma. II. Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin önderliğinde IMF-Dünya Bankası etrafında kurulan küresel ekonomik düzen Vietnam Savaşı’na kadar tıkır tıkır işliyordu. Ama Hindistan, Çin ve Brezilya’nın öne çıkmasıyla artık bu düzene yeni bir format getirme ihtiyacı beliriyor. G8 yerine G20’nin önem kazanması da bunun bir sonucu. 

Bu yeni formatta Ortadoğu’yla ilgili nasıl planlar söz konusu? 

Yeni küresel düzen kurulurken Ortadoğu’nun hangi tarafa yakın duracağı hayati önem teşkil ediyor. Ortadoğu, Katar ve Körfez ülkelerini çıkarırsak, ekonomik olarak kendi çukurunda debelenen bir halde. Bunun da nedeni, Arap sosyalizminin Sovyet tipi ekonomileri benimsemiş olması ve bu ekonomiler için denizin bitmesidir. 
Doğu Avrupa bu manada kendini yenileyebildi ama Ortadoğu bunu yapamadı. Ve sonuçta işte Arap Baharı yaşandı. Bugünkü amaç şudur: AB, ABD ve özel ilişkileri dolayısıyla Türkiye’nin bu bölgeyi liberal ekonomiye çekmesi. Bir yerde AB’nin II. Dünya Savaşı sonrası attığı adımların bir versiyonu atılmaya çalışılıyor bu günlerde. 

Üç görüş çarpışıyor, biri ‘hiç kimsenin’ dünyası 

Batıdünya sahnesinde kaybettiği etkiyi bu tür serbest ticaret anlaşmalarıyla geri kazanmaya mı çalışıyor? 

Aynen budur. Amerika’da bu konuda yapılan tartışmaları özetlersem, belki aydınlatıcı olur. Bir taraf dünyayı Batı ve diğerleri (West and şe rest) şeklinde, yani “Hâlâ çok güçlüyüz, etkiliyiz” minvalinde yorumluyor. Bir taraf da “Batı, ABD’yi de içine alarak çöktü, artık diğerleri yükseliyor, biz naneyi yedik” diyor. Üçüncü tarafın söylemi de şu: “Hiç kimsenin dünyasına (No One’s World) hoş geldiniz!” Bu görüşler çarpışırken, Batı kendisine yeni bir oyun planı çizmeye çalışıyor. TTIP gibi manevralar bunun sonucu.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.