'Anadili mücadelesinin anlamı...'

'Anadili mücadelesinin anlamı...'

Şerif Derince, "Anadilinde eğitim talebi hem siyasal eşitsizliğe dair bir söz iken hem de bu eşitsizliği yeniden üreten eğitim sistemini red anlamına geliyor" diyor.

Çözüm sürecinde önemli adımlardan biri olan demokratikleşme paketi, Q-W-X harflerinin kullanımı yeniden gündemimize girerken, yeni eğitim dönemi de başladı. Açıklanması sürekli ertelenen pakette anadilinde eğitimin önemli bir ağırlık kaplaması bekleniyor.

Şerif Derince’yle anadilinde eğitimi geçmişle yüzleşme, hakikat arayışı, hükümet politikaları ve azınlıklar bağlamında konuştuk.

Kürtlerin etnik ve kültürel kimliklerinin tanınmasında anadilin önemi üzerine çalışmalarınız var. Daha çok eğitim meselesinin üzerinde duralım; anadilinde eğitim, Kürtlerin kimliğinin tanınması açısından nasıl bir önem taşıyor? Ya da soruyu tersten sorarsak, anadilinde eğitim yapılmaması ne gibi sonuçlar doğuruyor?

Anadilinde eğitimin neden olması gerektiğine dair ön plana çıkan belli başlı perspektifler var. Bunların bir kısmı kültür ve dilin kendini yeniden üretebilmesi gibi bir açıdan bakıyor. Bir kısmı ise daha çok bireysel haklar üzerinde duruyor; anadilinde eğitimin çocuklara yararları, kişilerin bireysel kimliklerine katkıları gibi konularla ilişkilendiriyor. Örnek olarak, çocuklar bilmedikleri bir dilde veya yeterince bilseler bile ait hissetmedikleri bir dilde eğitim alırlarsa bu onların travma yaşamasına; bu da sosyalleşmelerini engeller gibi birçok argüman öne sürülüyor.

Bu argümanlar tamamen yanlış değil; ancak tamamen doğru da değil. Zira yaklaşımları argümanları Kürtlerin anadilinde eğitim talebiyle birlikte okuduğumuzda aslında bu talepleri tam olarak anlayamayan argümanlar olduğunu söyleyebiliriz.

Kürtlerin anadilinde eğitim talepleri bireysel haklardan; mesela çocukların okuldaki başarısından ziyade Kürtlerin bir halk olarak kolektif haklarının tanınmaması ve gasp edilmiş olması ile de ilişkilendirilerek okunmalı. Kürtlerin bir halk olarak kolektif haklarının en baştaki göstergesi dil meselesi.

Kürtçe, hem Kürtleri Türklerden ayıran hem de Kürtleri kolektif olarak hareket eden bir ulus haline getirmede önemli bir rol oynuyor. İnsanlar anadilleri ile ilgili talepleri dillendirdiklerinde veya Kürt siyaseti bunu öne çıkardığı zaman, aslında bu uluslaşmaya dair de bir söz söylemiş oluyor. Dolayısıyla dil uluslaşmada da önemli bir işlev görüyor. Kürt siyaseti açısından baktığımızda anadili meselesinin böyle önemli bir boyutu var diyebiliriz. Ancak, böyle bir boyutunun olması demek anadilinde eğitim talebinin sadece bunun için dile getirildiği anlamına gelmez; bu sayede konunun tarihsizleşmesi, bağlamsızlaşması riskinden kurtulmuş oluruz.

Öte yandan bu meseleye dair pedagojik yaklaşımı da göz ardı edemeyiz. Kürtler, Türkiye’de zaten ikinci sınıf olarak görülen, eşit şartlara ve imkanlara sahip olmayan, azınlıklaştırılmış bir halk. Yapısal olarak “makbul” vatandaşların sahip olduğu, kullanabildiği hakları kullanamıyor, kullanabilmesi önünde hem yasal hem de pratik epey engel var.

İşte bu durumu sürekli yeniden üreten bir okul sistemi var. yani, eğitimin, Kürtler için bu kadar bariz yapısal eşitsizlikleri sürekli yeniden üreten bir tarafı da var. Üstelik bu yeniden üretimde bir yandan “makbul” vatandaşların bu durumu görmemesini sağlıyor, söz konusu eşitsizliklerin hakkedilmiş olduğunu bilinçaltına kazıyor; diğer yandan da, birçok Kürt ailenin kendilerine de bu durumu kabul ettiren, rızalarını alan bir işlev görüyor.

Eğitim sadece Türkçe yapılınca öğretmenler, öğrenciler ve aileler arasında sanki bunun başka bir yolu yokmuş gibi, böyle olmak zorundaymış gibi bir psikoloji de üretiyor. Bu, hem siyasetin hem pedagojinin kesiştiği bir nokta. Anadilinde eğitim talebi bu yönüyle hem siyasal eşitsizliğe dair bir söz iken hem de bu eşitsizliği yeniden üreten eğitim sistemini red anlamına geliyor.

Dilin tarihsel boyutuna da bakabiliriz. Hakikat arayışı ve geçmişle yüzleşme açısından anadilde eğitim neye tekabül ediyor?

Hakikatlerle yüzleşme konusunda Sayın Öcalan’ın özellikle vurguladığı bir talebi var; geçmişle yüzleşmeden geleceği kuramayacağımız. Bunu söylerken diğer ülke örnekleriyle bir köprü kuruyor. Hakikatler bilinmeden yüzleşmenin olamayacağı, yüzleşme olmadan da adaletin sağlanamayacağı, barışa ulaşılamayacağı bu örneklerde sıklıkla dile getirilen noktalar. Hakikatin ne olduğu ve nasıl kurulduğu dil ile yakından ilgilidir. Çünkü, dil sadece iletişim kurmak için kullandığımız bir organımız, bir parçamız değildir; aynı zamanda bizi kuran, düşüncemizi oluşturan bir yönü de vardır. Diğer bir deyişle hakikat dil ile kurulur. Acı da, özlem de, nefret de, sevgi de dil ile kodlanır.

Çatışmalar, savaşlar, sömürgeleştirme, işgaller hakikatleri de darmadağan ederler, hakikatlerin kurulduğu dilleri parçalarlar ve kendi hakikatlerini kurarlar. Yani iktidarın dilini kurarlar. Sartre’ın Yeryüzünün Lanetlileri’ne yazdığı önsözde muhteşem ifade ettiği gibi bu iktidar dili sadece sömürülenin, ezilinen dilini değil sömürenin, ezenin de dilini bozar, her iki tarafın da dilsizleşmesine yol açar.

Kürtlerin anadili mücadelesi kendi hakikatlerini tekrar geri çağırmalarının da mücadelesidir. Sömürgeci bir iktidar dilini reddiyedir. Bu reddiye yeni bir hakikatin peşine düşmedir. Anadilinin özgürlüğü olmadan hiç bir hakikat de kurulamayacaktır, hiçbir yüzleşme gerçekleşmeyecektir, hiç bir adalet sağlanmayacaktır, hiçbir barış sağlanamayacaktır. Kürtler tam da bu yüzden ölüm oruçlarına giriyor, kitlesel eylemler düzenliyor.

2012'de DISA için hazırladığınız Anadili Temelli Çokdilli Eğitim raporunda eğitim modelleri öneriyorsunuz. Kürtçe, hem Türkiye’de konuşulan iki lehçesi, Zazaca ve Kurmanci, olan, hem de tarihsel açıdan travma barındıran bir dil. Mesela geçen hafta Kürtçe konuştuğu için şiddete maruz kalan işçilerin haberini okuduk. Bütün bunları bir eğitim modeline nasıl aktardınız?

Eğitim modelleri çıkarmak, bu konuda tartışmak bizim için stratejik amaçları olan bir çalışmaydı aslında. Çeşitli siyasetçiler ve akademisyenler tarafından zaten şu söylem dile getiriliyordu: “İyi de diyelim ki anadilinde eğitime tamam dedik böyle bir şey mümkün mü, zaten dünyada da böyle bir şey yok.”

Onların tek düşündüğü model, Türkiye’deki teklik üzerine kurulmuş olan eğitim sistemi modeli. Bunun aynısını Kürtler için yapamayacağımızdan ki yaparsak faklı bir devlet anlamına geleceğinden, tartışmanın da anlamı yok gibi kapıyı en baştan kapatan bir yaklaşım vardı. Bu raporda biz, bir tek eğitim modeli olmadığını, faklı eğitim modellerinin olduğunu ve idari yapısı ne olursa olsun birbirinde farklı oldukça eğitim modeli olduğunu göstermek istedik.

Türkiye’de, hem Kürtler için hem Kürt olmayan azınlıklar için birbirine paralel işleyebilecek modeller olabileceğinin tartışmasını yaptık. Bunu yaparken, sadece farklı ülkelere bakmadık aynı zamanda farklı özellik ve ihtiyaçlara sahip Kürt çocuklarını durumlarını da göz önüne alarak birtakım modeller çıkardık. Bu modelleri çıkarmaya çalışırken bence en önemli argümanlardan birisi şuydu: Bu mesele, eğitimin bir veya birden çok dille yapılması gibi teknik bir dil meselesi değil; bu mesele bir dünyaya bakış, yaklaşım meselesidir de. Nasıl bir insan, nasıl bir toplum tahayyülümüz olduğu ile de bağlantılıdır. 

Türkiye’deki tekdilli eğitim sistemi, egemen olan Türk kimliği ve bu kimliğe sahip kişilere göre bile işlemiyor; onların ihtiyaçlarına cevap veren, bu haklarını en iyi şekilde kullanmalarına olanak veren bir şekilde yürümüyor. Zira Türkiye’deki tekçi eğitim anlayışı gücü, iktidarı merkezinde toplamaya çalışan, oldukça merkeziyetçi bir yaklaşım. Bu anlayış, aynı zamanda öğrencileri öğretmene karşı daha zayıf bir pozisyona koyan, aileleri dışlayan, okul dışı ve içi arasında ciddi hiyerarşiler oluşturan ve aslında birbirlerine bir şey öğretemeyen; öğretecekse de okulun dışarıya öğreteceği militarist bir yaklaşıma dayanıyor.

Şimdi böyle bir eğitim yaklaşımını hangi dil veya dillerle yaparsanız yapın sonuç kimsenin lehine olmayacaktır. Çiftdilli veya çokdilli olsa bile bu anlayış bizi farklı bir yere götürmeyecektir. Zira bir dille yapılan ırkçılıktan daha kötüsü iki dille yapılan ırkçılıktır.

Bizim anadili temelli çokdilli eğitim çalışmalarımızın merkezinde tam da bu meseleyle yüzleşmek yatıyor. Aksi takdirde gücünü salt Kürtçe olmaktan alan mutlak iyi bir eğitimden bahsedemeyiz. Tersine geçmişle yüzleşmeyi hedefleyen, onu tersine çeviren ve Kürtlerin lehine işleyen ve gücünü yeni bir hakikat aramaktan alan bir eğitimden bahsetmemiz gerekiyor. Bunu yolu benzer birçok durumda  takip edilen eleştirel pedagojinin imkanlarını kullanmaktan geçiyor.

Eleştirel pedagoji temelinde şunu sorgular: Hiçbir bilgiyi, eylemi ve durumu verili kabul etmeyen ve bunları belli bir siyasal tarihsellik çerçevesi içinde ele alan bir yaklaşım nasıl olabilir. Böyle bir yaklaşımın ele alınması demek, eğitimin kendisinin ne işe yaradığını, eşitsizliklerin üretilmesinde ne gibi bir rolü olduğunu, kimleri nasıl güçlendirdiğini ve kimleri nasıl güçsüzleştirdiğini eğitimin bileşenleri olan öğretmenlere, öğrencilere ve ailelere sürekli sorgulatan; materyallerin bu şekilde düzenlendiği, eğitim mimarisinin bu şekilde tasarlandığı, müfredatın buna göre düzenlendiği bir yaklaşımı tartışmak demek. Bu yaklaşım tarihle, geçmişin acılarıyla yüzleşilebileceğini gösterirken, sadece geçmişte ne olduğunu bilmekle değil o bilgi ile ne yapacağına dair de bir zemin sunuyor. Biz, Anadili Temelli Çokdilli Eğitim diye başlığını koyduk; bunu koyarken de böyle bir eğitim ancak ve ancak eleştirel pedagoji gibi bir yaklaşım ile ele alınırsa az önce konuştuğumuz travma ve hiyerarşik ilişkilerle bir yüzleşme imkanı sağlayacağını düşündük.

Elbette diller arasında çok ciddi hiyararşiler var; kimse İngilizce, Fransızca, Almanca konuştuğu için şiddete maruz bırakılmıyor. Hatta ve hatta Ermenice ve Rumca da Türkiye’de azınlık dilleri ama bu diller şeytanileştirilmiş diller değil. Kürtler içinse hem Kürtler hem de Kürtçenin kendisi şeytanileştirilmiş durumda ve Kürtçe insanlarda öfke yaratabilen bir dil. Geçen hafta Bağcılar’da şantiyede Kürt işçisine yapılan saldırı tekil bir şey de değil. Bundan iki sene önce şehirlerarası çalışan bir otobüs firmasında iki Kürt otobüste kendi aralarında Kürtçe konuştukları için otobüs şoförü de dâhil olmak üzere insanlar tarafından şiddet görüyorlar ve otobüsten atılıyorlar. Her iki durumda da şiddet eylemini fitilleyen nokta Kürtçe konuşulması. Elbette bu saldırılar arkasında büyük bir tarihsel ve siyasal nefret barındırıyor, ancak bunun ortaya çıktığı nokta Kürtçe dili oluyor. Dolayısıyla böyle bir ortamın varlığında eğitimde bir takım dillerin, Kürtçe’nin kullanılması kendi başına yetmez. Eleştirel pedagojiyi esas alan köklü bir değişim, dönüşüm gerekir.

Son dönemde iktidarın anadilde eğitim konusunda yaptığı özellikle kaynak ve materyal sorunlardan bahseden açıklamalar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yeterince öğretmen, yeterince kaynak, eğitim modeli var mı gibi sorular teknik sorular. İktidar sahipleri bu tip meseleleri ortaya çıkarırken aslında meseleyi teknik bir düzeye indirgemek, arkasındaki siyasal bağlamı gözden kaçırmak için yapıyorlar. Bu yaklaşım yüzleşme için değil, anadilde eğitimin imkansız olduğunu göstermeye çalışan, meseleyi itibarsızlaştıran ve tarihsizleştiren bir yaklaşım. Mesele eğer gerçekten metot ve teknikse eğer, Türk devletinin uyguladığı eğitim sisteminin her gün herkesin şikayet ettiği doksan yıllık bir geçmişi var.

AKP hükümeti son on yılda üç dört kere ciddi değişiklikler yaptı, bu değişiklikler dört eğitim bakanı eskitti. Bu bir istisna değil, bir kuraldır.  Bu da zaten teknik meselenin kısa zamanda basit bir şekilde çözülebilecek meseleler olmadığını, eğitim açısından meselenin de zaten bu olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla Kürtçe eğitim yapılabilmesi için belli bir dönemi beklemek, o zamana kadar teknik altyapıyı hazırlamak gibi argümanlar meselenin çözümüne yönelik adımlar değildir.

Öte yandan, Kürtler için bu yeterince Kürtçe öğretmeni ve materyal var mı sorusu, neyin ne kadar yeterli olduğu, yani kaç tane öğretmen varsa yeterlidir ya da yetersizdir gibi olmayan bir kritere işaret ediyor. Hangi çeşitte kitapların olması yeterlidir veya yetersizdir gibi sorular için bir kriter yok; kaldı ki bir kriter belirlemeye çalışırsak da bu mesele sonsuza kadar gidebilir. Onun için bizim bu konuya saplanmamamız gerekiyor.

İkinci nokta ise, anaokulundan başlayıp doktoraya kadar her türlü materyalin sadece Kürtçe olması gerektiği, öğretmenlerin sadece Kürtçe konuşması gerektiği gibi Kürtler arasında da var olan yanlış bir algıdan bahsedebiliriz.

Bir kere Kürtlerin kendileri tekdilli değiller ve birçok örnekten görebildiğimiz tekdilli olmak gibi bir talepleri de yok. İnsanlar kendi dillerinin yasaklanmasına karşı çıkıyor. Bu konuda başka ülkelere bakmak her zaman zihin açıcıdır; dünyada hemen her yerinde Kürtlerin durumuna benzer birçok örnek var. İster büyük federal devletler olsun, ister kısmi adem-i merkeziyetçi ulus-devletlerde olsun, hemen hiçbir yerde egemenler ve azınlıklar için sadece bir dilde eğitim yapılmıyor. Şöyle veya böyle işleyen birden çok dilin farklı statü ve şekillerde dahil edildiği sistemler var. İyi işlediği bilinen birçok yerde, örneğin Katalunya’da, Hindistan’ın bazı özerk bölgelerinde, Güney Afrika’da bazı diller için Etiyopya’da, Bolivya’da, Peru’da aklınıza gelebilecek sayısız ülkede birden çok dille eğitim yapılıyor ve eğitim materyallerinin tamamı illa da bu dillerde yok.

Öğretmenler tüm seviyelerde sadece bir tek dili kullanmak zorunda değiller. Bu durumlarda öğrencilerin anadilleri dâhil üç dört tane dili öğrenmeleri hedefleniyor. İşin teknik kısmıyla ilgili olan meseleye de tekrar bağlarsak; Türkçe materyal kullanarak da Kürtçe eğitim yapılabileceğini veya Türkçe materyal kullanarak da İngilizce eğitim yapılabileceğini başka örneklerden yola çıkarak söyleyebiliriz. Üstelik her gün binlerce bilimsel kitap çıkıyor ve bunların birçoğu da İngilizce yayınlanıyor. Bunları sürekli Kürtçe’ye çeviremeyeceğimize göre anaokulundan itibaren üniversite sonrasına kadar her türlü materyalin de Kürtçe’sinin olmasını bekleyemeyiz. Bu bir külliyat oluşturma meselesidir ve beklenerek değil yapılarak oluşan birşeydir. Anadilinde eğitim yapılmalı ki bu külliyat da oluşabilsin.

Peki, Türkiye’deki bazı diğer azınlıklar için, örneğin Ermeni ve Rum okullarında çiftdilli eğitim veriliyor. Buralarda nasıl ve ne kadar uygulanabiliyor?

Ermeni okulları ile ilgili daha fazla bilgiye sahibim; Rum okulları ile ilgili bilgim biraz daha sınırlı. Lozan Anlaşması ile sadece gayrimüslim olarak tanımlanan Ermeni, Rum ve Musevilere devletin dili olan Türkçeyi de öğrenme koşuluyla kendi anadillerinde eğitim alma hakkı verildi. Museviler, anadillerinde eğitim yapmıyorlar; daha çok Türkçe, İngilizce gibi dillerde eğitim veriyorlar. 

Rum ve Ermeni cemaati açısından eğitim müfredatının yarısı Rumca, yarısı Türkçe veya yarısı Ermenice, yarısı Türkçe. Lozan anlaşmasından beri çiftdilli eğitim yapılıyor ancak pratikte işleyememesi için devlet her türlü engel çıkarttı. Mesela kullanılacak tüm Ermenice kitapların Eğitim Bakanlığı’nın onayından geçmesi zorunluluğunu koydu ve her türlü kitap için çok uzun süreli sıkıntılar, engeller yarattı. Bunun yanında bu okullarda çalışan öğretmenlerin yarısını eğitim bakanlığı atıyor ve genelde atananlar Ermeni karşıtı görüşleri ile bilinen öğretmenler oluyordu. Son zamanlarda bu konuda bir rahatlamanın olduğu gözlemleniyor, ancak geçmişin baskısı henüz tamamen atılmış değil. Ayrıca Ermeni öğretmenlerin maaşlarını, Ermeni okullarının ihtiyaçlarını devlet hiçbir şekilde karşılamıyor, vakıfların kendileri karşılmak zorunda.  

Eğitimin içeriği ile ilgili bakınca da, Ermeni okullarında çiftdilli eğitim verilmesi Ermeni kimliğinin bir anlamda onaylanması anlamına geldiği için çok önemli. Kürt çocuklarıyla karşılaştırıldığında bunun nispeten daha iyi bir tarafı olduğu söylenebilir. Üstelik sadece kimliğin onaylanması açısından değil, bazı durumlarda verilen Ermenice-Türkçe çiftdilli eğitimin oldukça olumlu pedagojik sonuçlar doğurduğuna dair de gözlemler var. Örneğin çiftdillilik konusunda belli bir farkındalığa sahip Ermeni okullarında öğrencilerin İngilizce öğrenmeleri çok daha rahat olabiliyor. Öte yandan da öğretmenlerin biraz daha insiyatif aldığı okullarda, örneğin ilköğretim Ermeni okullarında, öğretmenlerin Ermenicenin öğrenilmesi açısından farklı yöntemler geliştirebileceği bir ortam yaratılabiliyor; bu da hem kimlik gelişimine hem de eğitim kalitesine olumlu yansıyor.

Şimdilerde yaşanan kısmi rahatlamanın ilerleyen dönemlerde tersine dönmemesi, aksine daha da ileriye gitmesi ve bir çeşit bağımsızlıklarına kavuşmalaru halinde Ermeni okullarında köklü değişimlerin yaşanmasını görebiliriz. Hatta belki de cumhuriyet öncesi, Ermeni soykırımı öncesi Ermeni okullarında var olan çokdilli, oldukça nitelikli eğitimin ruhunun geri çağrılmasına şahitlik edeceğiz.

Ben şahsen bütün bu potansiyelinden dolayı Ermeni okullarının Kürtler için iyi bir referans olacağı kanısındayım. Son dönemlerde çok daha fazla konuştuğumuz Kürtçe eğitim konusunda yanı başımızda duran Ermeni okulları tecrübesine bakılmasının, en az farklı ülke örneklerine bakılması kadar önemli, hatta değerli buluyorum. Üstelik biraz yakından baktığımızda Ermeni okullarında yaşanan bir takım sıkıntıların pekala Kürtler için de geçerli olabileceğini söyleyebiliriz.

Şerif Derince kimdir?

Şerif Derince, Koç Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi’nde Kürtçe dersleri vermekte, aynı zamanda Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Anabilim Dalında doktorasını yapmaktadır. Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü (DİSA) adına hazırlanan Dil Yarası (Vahap Coşkun ve Nesrin Uçarlar ile birlikte); Anadili Temelli Çokdilli Çokdiyalektli Dinamik Eğitim: Kürt Öğrencilerin Eğitiminde Kullanılabilecek Modeller; Toplumsal Cinsiyet, Eğitim ve Anadili raporlarını kaleme almıştır.  Fatma Gök ile beraber Eğitim-Sen Yayınlarından çıkan Çokdilli Eğitim Yoluyla Toplumsal Adalet isimli kitabın Türkçe yayınını hazırlayan Derince, aynı zamanda Toplum ve Kuram dergisinin yayın kurulunda görev almaktadır.


ROZA KAMİLOĞLU / BİANET 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum