İbrahim Genç

İbrahim Genç

İki dil bir ülke -V-

İki dil bir ülke -V-

Türk halkına yapılan en büyük kötülük, tarihe ve dile ilişkin gerçeklerin saklanmasıdır. Sadece gerçeklerin saklanması değil, gerçeklerin çarpıtılması ve inkar edilmesidir. Bunun acı sonuçları olarak da Türk halkından büyük bir çoğunluk, Kürtleri anlamamakta ve her gün biraz daha algı farklılaşması derinleşmekte. Bu sebeple de bazı somut verilerin Türk ve Kürt halkıyla paylaşılmasını önemli buluyorum.

1930’larda girişilen asimilasyon politikası neticesinde ülkemizde her şey çok kolayca çarpıtılmıştır. Bunlardan bir tanesi de 1. Türk Dili Kurultayında “Güneş-Dil Teorisi ve Dil Karşılaştırmaları Komisyonu”nda yer alan Hüseyin Namık Orkun’nun çalışmalarıdır. 1940’ta yayımladığı Elegest yazıtını yanlış okumuş ve bu da yıllarca Kürtleri Türk saymanın bir gerekçesi olarak ileri sürülmüştür. Bunun böyle olmadığı eski Türkçe konusunda otorite kabul edilen Prof. Dr. Talat Tekin tarafından 1995’te yayımlanan “Elegest (Körtle Han) Yazıtı” adlı makalede ispatlanmıştır. Yazıtta geçen “körtlnkn” ifadesinin “Körtle Han” olarak okuyan Tekin “körtle” sözcüğünün “güzel” anlamına geldiğini ve başka yazıtlarda da geçtiğini belirtmiştir. Ki bu konuda Nihal Atsız’ın Türkçü öğrencisi Erk Yurtsever de söz konusu kelimeyi “kuvvetli” manasında okumuştur. Tabi yaklaşımlar farklı olunca yine de kime inanılacağı tartışması çıkabilir. Bu konuda kendisinden eski Türkçe dersleri aldığım ve Orhun yazıtlarının sözvarlığı konusunda çalışmaları da bulunan bir hocam da Tekin’in bu alanda en yetkin kişi olduğunu ve yazıtı doğru okuduğunu belirtmiş ve Orkun’un dönemin aşırı ulusçu yaklaşımların etkisinde kaldığını söylemişti.

Bu tür karmaşalara neden olduğu içindir ki Mehmet Kaplan birçok yazısında 1930’larda yapılan çalışmaları eleştirir ve “Özleştirmecilik, tarihin akışına ve kültüre aykırıdır. O bir beyin yıkama vasıtasıdır (age, s. 151).” ifadesini kullanır. Kaplan, Falih Rıfkı Atay ve Ahmet Cevat’a dayanarak Atatürk’ün dil çalışmalarının çıkmaza girdiğini fark etmesi üzerine bu işten vazgeçtiğini belirtir (s. 193-194). Ki bu dönemde uydurmacılık da had safhaya ulaşmış, okullarda bazı öğretmenler kafalarına göre uydurma kelimeleri kullanmışlardır. “İstiklal Marşı”na “Ulusal Düttürü”; “hostes”e “gök konutsal avrat”; “imambayıldı”ya “içi geçmiş dinsel kişi” denilmesi gibi kullanımlarım bu bağlamda ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Bunun yanında dikkatimi çeken bir nokta da Kürtçe söz konusu olduğunda bazı gençler tarafından dillendirilen Dr. Friç (Fritz) ve çalışmalarıdır. Kürtçenin bir dil olmadığını, Kürtlerin Türk olduğunu anlatmaya çalışan bu kitapta Kürtçenin söz varlığının çarpıtıldığını görüyoruz. Dr. Friç, verdiği kelimeleri farklı kökenlere bağlarken Farsça ve Arapça sözcükleri de “Türkçeleşmiş” olarak göstermektedir. Bu ifade, bana Ziya Gökalp’in “Türkçeleşmiş Türkçe” ifadesini hatırlattı. Ki zaten Gökalp de Kürtleri Türk göstermek için kendisinden yararlanılmış biri.

Dr. Friç kimdir şimdi buna bakalım. Ulus yaratmak projesine girişildiği dönemde yapılan çalışmaların tutarsızlığını Kürtçe özelinde anlatan Emir Celadet Ali Bedirhan mektubunun bir yerinde “Kürtleri ve dillerini bu şekilde tetkik eden muharrir nihayet Kürtçe kelimeler hakkında Doktor Friç isminde bir Alman tarafından telif ve vaktiyle aynı maksatla yani Kürtleri Türk göstermek emeliyle aşarin ve muhacirin müdüriyeti umumiyesi tarafından neşrolunan bu esere istinaden…(age, s. 37)” sözleriyle bu kişiden duyduğu şüpheyi belirttir. Neyse ki yapılan araştırmalarla Dr. Friç diye birinin olmadığı anlaşıldı. Bunu İsmail Beşikçi “Daha sonraki incelemelerle anlaşılmıştır ki, Dr. Friç denen kişi, gerçek adı Naci İsmail (Pelister) olan Osmanlı Milli Emniyet görevlisi, Arnavut kökenli bir ittihatçıdır. Çevirmen olarak görülen Habil Adem de bizzat kendisidir.” sözleriyle ifade eder.

Kürtleri Türk sayma ülküsü, 1980’li yıllardan itibaren biraz da siyasi ortamın hareketli olmasından dolayı hızlandı. Bu dönemde de bazı Türkologlar, Kürtçe üzerine hazırladıkları propaganda kitaplarıyla bunu hızlandırmışlardı. Ki bu çalışmaların çoğu da üniversitelere bilimsel tez olarak sunulmuştur. Bu çalışmalar, Orta Asya Türklerini asimile etme çalışmalarını yürüten Türkolog İlminsky’yi anımsatıyor bana. Şimdi ben de devlet üniversitelerinin kütüphanelerinde bulunun bazı çalışmaları sunmak istiyorum:

●Doc. Dr. Tuncer Gülensoy, Kürmanci ve Zaza Türkçeleri Üzerine Bir Araştırma, 1983: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü (TKAE) tarafından basılan bu kitapta Kürtler “Zaza Türkleri, Kürmanci Türkleri” olarak adlandırılır. Kürtlerin yaşadığı coğrafya “Türklüğün kalbinin attığı bir vatan parçası” olarak değerlendirir. Yazar, “başla-“ fiiline Kürtçe karşılık olarak “başle-“; “çocuk” sözcüğüne karşılık olarak “çıcuh”; “bütün” sözcüğüne karşılık olarak ise “bıtun” sözcüklerini vererek Kürtçeyi Türkçe sayar. Ki bu sözcüklerinin karşılığını yanlış veren yazarın Kürtçe bilmediğini anlayabiliyoruz.

●Hayri Başbuğ, Göktürk-Uygur Zaza Kürmanci Lehçeleri Üzerine Bir Araştırma, TKAE, 1984: “Kürttürkleri” ifadesini kullanan yazar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da “Kürt” sözcüğüne Saka/İskitlerin gelmesine kadar rastlanmadığını savunur. Yine Kürtlerin Türklüğünü yukarıda açıkladığımız gibi Eleges Yazıtını yanlış yorumlayarak kanıtlamaya çalışır.

●Kazım Mirşan, Prototürkçeden Bugünkü Kürtçeye, TKAE, 1983: Bu kitapta Kürtçe, köken olarak Prototürkçeye dayandırılır. Yazar Türkçe olan bazı sözcüklerin Kürtçeden Arapçaya geçtiğini söyleyerek Arapça bazı sözcükleri Türkçe sayar. Kürtçeyi Türkçe saymak için kelime karşılaştırmalarında birçok lehçeden yararlanma yoluna gider.

●Doc. Dr. Saime İnal Savi, Bir Kürt Ağzı Üzerinde Osmanlıca-Türkçe Denemesi, 1992: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı (TDAV) tarafından basılan bu kitabın “Sunuş” bölümünde Prof. Dr. Turan Yazgan imzalı “…Batı’nın bazı ülkelerinin ırkî bir karakter kazandırma girişimleri olmuştur” sözleriyle Kürtlerinin Türk olduğu varsayımına gidilir. Kitabın diğer bölümlerinde de Kürtçenin, Osmanlı Türkçesinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki bir uzantısı olduğu tezi vurgulanır.

●Edip Yavuz, Doğu Anadolu’da Dil-Onomastik İlişkileri Üzerine Bir Deneme, TDAV, 1983: Yine bu kitapta da çeşitli sözcük benzerlikleriyle Kürtlerin Türklüğü ispat edilmeye çalışılır.

Buna benzer çalışmaları çoğaltmak mümkün; ama özellikle bu kitapları birkaç yıldır incelediğim için bunları veriyorum şimdilik. Özellikle ‘80’li yıllarda yaygınlaşan bu tür çalışmaların ‘90’lı yıllarda da devam ettiğini söyleyebiliriz. Osman Nedim Tuna’nın Sümerce-Türkçe ilişkisi üzerine yaptığı ve 1997’de yayımladığı çalışmayı da bu kapsamda değerlendiriyorum. Ki zaten Tuna, bu çalışmaya ‘80’li yılların başında başladı. Bu çalışmanın o yılların etkisinde kaldığı olasıdır. Bazıları bu çalışmayı uygarlığın kaynağı olarak Türklüğü gösterme için delil olarak sunarken bazıları da Kürtlerin coğrafyası sözkonusu olduğunda Türklerin Kürt coğrafyasına gelişinin 3000 yıl öncesine dayandığına kanıt olarak kullanmaktadır. Ki aslında Tuna da bu çalışmasında Sümerleri Türk saymıyor. 1930’lardan bu yana yapılan bu tür çalışmalar bana Descartes’in Aklın İdaresi İçin Kurallar adlı kitabında geçen “İnsanlarda öyle bir alışkanlık vardır ki, iki şey arasında bir benzerlik gördükleri her defada, birinde doğru buldukları şeyin, hatta onları birbirinden ayıran noktalarda bile, ötekinden de doğru olduğunu söylerler (s. 7)” sözlerini anımsatıyor.

Bugün de geçmişte uydurulmuş efsanelere, propaganda çalışmalarına inananlar var. Kimisi kendi ideolojik varlığının devamı için bunu bilinçli olarak yaparken kimi de geçmişin acı gerçeğine kendini hazır hissetmediği için bu tür şeylere itibar ediyor. Ki bugün Osman Pamukoğlu’nun her fırsatta dile getirdiği akla ziyan düşüncelerine şahit oluyoruz. Bunu bilinçli yapıyor şüphesiz. Zaten katıldığı Teke Tek programında (01.11.2009) Kürtlere kesinlikle dil ile ilgili haklar verilmemesi gerektiğini dile getiriyordu. Pamukoğlu, hak verilmesinin Kürtleri millet haline getireceğine dair korkusunu dile getiriyordu. Yine 2009’da MHP’li bir milletvekilinin “Kürtçe diye bir dil yoktur” söylemine şahit olduk. Bunların yanında altında “Isparta-2002” yazan bir doktora tezinde Kürtleri aslı astarı olmayan çabalarla Türk sayan ifadelerle karşılaşabiliyorum. Ki bu tezde Şeref Han’ın Şeref-name adlı eserinde Kürtlerin Oğuzların soyundan geldiği dile getiriliyordu. Şeref-name’de yazıldığını iddia ettiği bu ifadeyi, sayfaları birkaç defa okumama rağmen Şeref-name’de bununla ilgili bir ifadeye rastlamadım. Her şeyi çarpıtabilen bu zihniyetin yanlış bilgi vermesine de şaşırmamak gerek tabi! Öyle ki “Bir şey bilmediğini itiraf etmek alim bir adama yakışmadığına inanarak, yanlış delillerini o derece güzelleştirmeye alışmışlardır ki, sonunda buna kendileri de inanmış ve onları bu şekilde doğru göstermişlerdi(Descartes, age, s. 11).”

SONUÇ

Bu çalışma boyunca genel olarak Türkoloji bölümlerinin temel kaynaklarından ve önemli şahsiyetlerinden aktardığım veriler, bazı noktaları daha anlaşılır kılmak amacı taşımaktadır. Burada, kimse Türkçeyi küçümsediğim anlamı çıkarmasın. Bütün diller, benim için değerlidir. Bu sebeple de en ilkel bir dil olsa bile bu dilin varlığına çalışırım. Ki bu sebeple de Türkçenin yozlaşmaması noktasında da çalışmalarımın olması, her dile karşı gösterdiğim sevginin kanıtıdır.

Tarihin bir cilvesidir ki gün gelir horlanan ve küçümsenen bir dil, zamanla zenginleşip gelişebiliyor. Bu bakımdan Türkçenin gelişim serüveni bize çok şey anlatıyor. Bugün, ülkemizin resmî dili de olan Türkçenin öğrenilmesini önemli buluyorum. Yalnız, diğer halkların da anadillerini devlet okullarında öğrenmesi ve üniversite kürsülerinde araştırma alanı olarak kullanması gerekiyor.

Bu konuda Kürtlerin istemleri doğru anlaşılmalı. Kürtçe bilmeyen ve bilgisi olmayan insanlar, bu dile saldırmaktan vazgeçmelidir. Bugün, isminin önünde “prof” unvanı olanların bile Kürtçeye asılsız gerekçelerle saldırdıklarına şahit olmak üzücü bir durum. Çünkü bilimsel anlayış, bu kolaycılığa kaçmaya fırsat vermez.

Kürtçenin yıllardır asimilasyona ve imhaya direndiği gerçeğini gözden kaçıranlar da Kürt lehçeleri arasındaki farkları abartmamalılar. Bu, Sovyet Rusya’nın Orta Asya Türklerini birbirinden uzaklaştırmak için başvurduğu yöntemdir. Ki Kürtler, yeri geldiğinde Türkçe okumak ve konuşmaktan sıkılmazlar. Lehçeler arası anlaşma zorluğu her dilde söz konusudur. Hatırlayın, 2005’te Kazakistan’da yapılan “Kökenimiz Bir Sempozyumu”nu. Bu sempozyumu takip eden Yeniçağ gazetesi yazarı Arslan Tekin yazısında “Bu sempozyumda ortak dil maalesef Rusça idi” ifadesini kullanıyordu.

Ülke olarak, ülkemize fayda sağlamayacak her türlü inkar, imha ve asimilasyon düşüncesinden sıyrılıp geçmişteki yanlışları soğukkanlılıkla değerlendirmeliyiz. Bu sebeple de kendi dilimiz ve kültürümüz için istediğimizin, başka dil ve kültürler için istenmesini saygıyla karşılamalıyız.

KAYNAKÇA: 

Agah Sırrı levend, Dil Üstüne, TDK yay.

Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil, Dergah yay.

Prof. Dr. Doğan Aksan, Türkçenin Zenginlikleri, incelikleri, Bilgi yay.

Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Arkadaş yay.

Jean-Paul Roux, Türklerin Tarihi, Kabalcı yay.

Ziya Gökalp, Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak, Akçağ yay.

Prof. Dr. M. Osman Toklu, Dilbilime Giriş, Akçağ yay.

Prof. Dr. Muharrem Ergin, Türk Dil Bilgisi, Bayrak yay.

Tahir Nejat Gencan, Dilbilgisi, TDK yay.

Murat Belge, Türkçe Sorunu

www.tdk.gov.tr

Ahmet Kabaklı, Türk edebiyatı, cilt 3

Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri

Emir Celadet Ali Bedirhan, Mustafa Kemal’e Mektup, Doz yay. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
İbrahim Genç Arşivi