Süleyman Karataş

Süleyman Karataş

Zeliha, Seni Çok Özledim!

Zeliha, Seni Çok Özledim!

Bu söz, önündeki kâğıda kurşun kalemle karalayan Zilan"ın sözüydü. Gelişigüzel yazmıştı. Bir de resim çizmişti. Bir anne ve elini tutan ufak bir kız çocuğu. Gizliden çiziyordu. Gözüm ilişince, hemen çekiverdi kâğıdını. Utandı. Kızardı. Sırtını bana dönüp yazdığını karaladı. (Zeliha, seni çok özledim) Kâğıdını sehpaya bıraktı. Tekrar dönüp gülümsedi. Ama bu gülümseme, bir sevinçten ziyade, bir acının ifadesiydi. Bir acının. Bir özlemin. Derin bir hasretin.

 

Zilan yedi yaşında. Ufacık bir kız çocuğu. Zayıf, çelimsiz, kuru, kısa… Yaşının çok ufağında gösteriyor. Dersiniz ki beş yaşında. Büyüyememiş. Öyle kalakalmış. Ama güleç, şirin bir yüzü var. Bu güler yüz, mutluluğun ifadesi değil. Bir hüznü, bir acıyı gizler, yalanlar gibi duruyor yüzünde. Emanet gibi, yalancı bir tebessüm gibi. Yapmacık,  sahte… Yapamıyor, gizleyemiyor yaşadıklarını. (Ölü yorganın altında saklanmaz Zilan!)

 

Zeliha: Zilan"ın annesi. İki yıldır göremiyor. O zaman kendisi beş yaşındaydı. O yıldan sonra büyümedi Zilan. Hala beş yaşında gibi. Bedeni hiç gelişmedi. Buna karşın aklı şaşırtıcı. Olgun. Oldukça zeki. On yaşındaki bir insanın akli melekesine sahip. Davranışları ve konuşması görenleri hayran bırakıyor. Boşuna dememişler: “Acılar insanı olgunlaştırır” diye.

 

Ferhat: Zilan"in abisi. Kendisinden iki yaş büyük. Bir zamanlar yerinde duramıyordu. Hareketliydi. Şen şakraktı. Şimdi hiç gülmüyor. Neşesiz. Buruk. Sakin. Sessiz. Suskun.

                                                                   

Artık Ferhat ile Zilan büyümüşlerdi.

 

Zeliha üçüncü çocuğuna hamiledir. Aylar ilerleyince Zeliha"nın sancıları da artmaya başlar. Yalnız bu sancılar başka. Daha önce hiç böyle olmamıştı. Defalarca kocasına: “Beni doktora götür” diye çırpınsa da nafile. Kocası: “Her zamanki halin” der geçiştirir. “Merak etme, geçer; hamilelik sancıları” der savar başından. Günler günleri, günler ayları kovalar. Zeliha hamile olalı bir sefer bile doktora görünmez. Hem de sancıları günden güne artar, şiddetlenirken... Kocası bununla da kalmaz, inanmaz ona, aldırmaz. Hiçbir şey yokmuş gibi davranır. Karısı sobanın etrafında kıvranırken, o hiç oralı olmaz. 

 

Hamileliğinin son ayına girer Zeliha. Sancıları şiddetlenir. Yemeden içmeden kesilir. Rengi an be an sararır. Beti benzi solar. Titremeler başlar vücudunda. Halsizleşir. Güçsüzleşir. Baş dönmeleri başlar. Midesinde bulantılar, kusmalar… Yediği azıcık yemek dahi midesinde durmaz, kusar. İyicene elden ayaktan düşer. Zar zor oturup kalkar. Zeliha ölüm rengini tutmuştur kaç gündür. (Sen, ölüm rengi nedir bilir misin, ey okuyucu?)

 

Bir gece yine uzanmışken, fenalaşır. Şiddetli bir sancı saplanır karnına. Ansızın bir çığlık atar. Bayılır. Yıkılır yerlere. Kocası, bebek geliyor endişesiyle apar topar hastaneye kaldırır. Derhal ameliyata alınır. Alelacele başlar ameliyat. Doktorlar endişeli, telaşlı, ümitsiz…   

 

Ameliyat olanca hızıyla sürer. Dakikalar geçer. Saatler geçer. Zaman akıp gider.

 

Doktorların alınlarında boncuk boncuk terler. Doktorlarda telaş. Doktorlarda korku.

 

Ölümle burun buruna gelir Zeliha. Nefesi daralmaya başlar. Canı bir gider, bir gelir. Kalp atışları hızlanır. Soğuk terler birikir alnında. Gözleri kararır. Nefesi sessizce çekilir bedeninden. Bembeyaz kesilir rengi.  Vücudu yavaştan soğumaya başlar. İki eli yanlarına sarkar. Göz kapakları ağır ağır süzülür ve bir daha açılmamak üzere kapanır. 

 

Doktorlar karnından bir bebek ölüsü çıkarır. Hafif katılaşmış, kurumuş bir bebek ölüsü… Yaklaşık bir ay önce karnında ölmüş. Zaten son ayda sancıları iyice şiddetlenmişti. Zeliha bu bebek ölüsünden zehirlenmiş ve günden güne erimeye başlamıştı.

 

Zilan, o gün bu gündür annesini beklemekte. Ne zaman kapı çalınsa annesidir gelen. Ne zaman kapı açılsa... Ne vakit telefon çalsa arayan annesidir. Baktığı her yerde annesi. Her yazıda annesinin ismi. Her tabloda annesinin resmi. En çok yazdığı isim Zeliha ve en çok söylediği isim…

 

Zilan annesi öldükten sonra, kaç defa aldı fotoğrafını gitti banyoya öptü öptü, kokladı, ağladı, saatlerce gözyaşı döktü. Hala dedi: “Annem gelirse bir gün, onu öyle öpeceğim, öyle öpeceğim, öyle sarılacağım ki…”

 

Ne zaman Zilan"a baksam aklıma bu sözü geliyor. Sarılıp öpüyorum ve ağladığımı görmesin diye saklıyorum gözyaşlarımı.

 

Ah Zilan"ım! Ah acılar çiçeği, ah kadersizim, talihsizim, çaresizim… Kanadı kırık kuşum, yaralı ceylanım, kömür gözlüm, şirin sözlüm… 

 

Anneleri öldükten sonra kendilerine manidar bir açıklama yapılmadı. Ölüm nedir, anlatılmadı. Annelerinin nereye gittiklerini hala bilmiyorlar. Çoğu zaman boş gözlerle bakıyorlar etraflarına. Bir gidip bir daha gelememenin izahını yapamadılar. Sahi, ölüm nasıl anlatılır? Nedir ölümün rengi?

 

Aradan iki yıl geçti. 

 

Zeliha"nın kocası baldızıyla, Melek"le evlendi. Baldızı, bir insanın yapabileceği en büyük fedakârlığı yaptı. Yeğenleri için kendisini feda etti. Ablasının bıraktığı derin boşluğu biraz olsun doldurmak için eniştesiyle evlendi. Adı gibi (Melek) davrandı. İnsan olma kisvesinden sıyrılıp tam anlamıyla m(M)elek oldu.

 

(Yöremizde gelenektir: Kadın ölse; erkek, baldızıyla evlendirilir. Erkek ölse; kadın, kaynıyla evlendirilir. Bütün bunlar çocuklar ve aile şerefi için yapılır. Yalnız, son zamanlarda bu geleneğin etkisi zayıflamıştır.)

 

Mevzu bahis çocuklar olunca vurulur yüreklere kelepçeler. Melek"in vurduğu gibi ve vurulduğu gibi.

 

Zilan ve Ferhat"ın teyzeleri, şimdi anneleri oldu.

 

Teyze anne yarısıdır derler. Ama teyze Melek (melek) olunca, annedir. Çünkü tüm anneler melektir.(Melek)

 

Melek az da olsa acılarını hafifletti Zilan"la Ferhat"ın. Ama Zeliha"nın yeri dolmadı.

 

Zilan"ın yazmayı söktüğü günden bu yana, en güzel yazdığı isim Zeliha oldu.

 

Ve en içten kurduğu cümle, en derin hasretlerle yaktığı ağıt:

 

Zeliha, Seni Çok Özledim!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süleyman Karataş Arşivi