İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

Hallac-ı Mansur

Hallac-ı Mansur

Sufi el Hüseyin İbn Mansur İran"ın Beyza Köyünde dünyaya geldi. Kökeni Zerdüştü bir aileye dayanıyordu. “Dedesi Muhamma Zerdüşt dinine bağlıydı.” “O da Ebu Müslüm"ün yol halifesi olarak Zerdüst inancının kurallarını sürdürmüş bir düşünürdü.” Ailesi dinler, efsaneler, destanlar ülkesi İran"da oturuyordu. İslam"la tanışmasına rağmen eski inancın izlerini de taşıyordu. “Vericiler babamı İslam"dan yüzyıllar önce Zerdüşt tarafından mistik zamanlarda vaaz edilen din ile halkımızın eski inancıyla tanıştırdılar” diyordu.

 

Felsefe, teoloji, matematik, astronomi, edebiyat ve sanatın tartışıldığı Basra kenti ile tanıştı. Bu kent aynı zamanda Mutezililer gibi akılcı bir akıma da kucak açmış, beşiklik yapmıştı. Kimi hocalarının “imanın çekirdeği aşktır” sözü kendisini çok etkilemişti. Üstün bir zekaya sahipti. Dinsel konuların temelini irdelemek istiyordu. Fazla soru karşısında rahatsız olup tepki gösteren hocalarına; “Hedefe ulaşmak mümkün değilse, yolda yürümenin ne anlamı var” diye karşı çıkıyordu. Hocası Cüneyd Bağdad"i insan beyninin derinliklerini sarsıp çelişkiler yaratan tartışmalarını küfür kabul ederek: “Küfürlerine devam edersen günün birinde darağacında öleceğim muhakkaktır” diyor ve kendisini uyarıyordu. Kendisiyle tanıştığı bir Hindo"nun: “Dünyanın yapısı birlikten başka bir şey değildir. Brahman sen kendinsin” sözleri bu konuda var olan düşüncelerini daha da pekiştirmişti. Varlıkların birlikteliğini savunan Hallaca göre: “Dünyadaki karanlık yada başka bir değişle kötülük, yaratılış gerçeğinde değil, insanın içinde bulunmaktaydı.” “Kürt düşünürlerinden Hallac-ı Mansur "Enel Hak" derken Tanrı ile bütünleşmeyi murat edinmişti.” Bağdat sokaklarındaki bir sohbetini şu sözlerle bitiriyordu: “Sevdiğim olan o, benim; ve sevilen olan ben, oyum!” O dönemlerde bilge sufilerin kendilerine şiar edindikleri ve dillerden düşmeyen bir söz vardı: “Hiçbir yara bize kalbimiz kadar acı vermez, hiçbir ilaç bizi kalbimiz kadar çabuk iyileştirmez.” Ölüme adeta meydan okuyordu. Zindanda iken yüksek sesle okuduğu şiirin iki dizesi şöyleydi:

 

            “Yüce Mevla şudur senden niyazım:

              Bu hapisten çağır beni yanına!”

 

Sevdiklerine: “Din senin içinde durmaktadır” diye öğüt veriyordu. “Onun amacı kalplerin Hallac-ı olmaktı.” Bağdat"ta en fazla uğradığı ve sohbet ettiği mekanlar fakirlere ait olan yerlerdi. Bağdat"taki Abbasi hanedanını zorbalıkla suçluyor, “yönetim adil olmak zorundadır” diyordu. Düşüncelerini ezilen ve sömürülenlerden yana tavır koyarak açıklaması yönetimi harekete geçirmişti. Güney Irak"ta gelişen Hambeli ayaklanmasına korkusuzca sahip çıkıyordu. Bu yönüyle geniş kitleleri etkilemesi saray çevresindeki rantçı çeteleri endişelendirip saldırganlaştırıyordu. Miladi X. Yüzyılın birinci çeyreğinde Abbasi hanedanının başında bulunan Halife Mutazid"in zayıf yönetimine karşı sesler yükselmeye başlamış, Hambeliler"in ayaklanma tehditleri, “binbir gece masalları”na konu olan Dicleye nazır Bağdat saraylarının duvarlarını sarsıyordu. İran ve Mezopotamya düzlüklerinden efsanevi başkente doğru gelen yüzlerce ganimet yüklü kervanlarda azalma olmuş, buna bağlı olarak kentte ve çevresinde buğday kıtlığı baş göstermişti. Ekonomik sıkıntıdan etkilenmeyen, mevcut rantı paylaşan ve sarayı kuşatan bir avuç azınlık, halkın ilgisini başka yöne çevirmek için yeni entrikalar çevirmeye yönelik tezgahlar kurmak ve bir suçluyu bulma arayışındadır. Aranan kurban kısa sürede bulunur. “Enel Hak” (Ben Tanrıyım) diyen tasavvuf bilgini Hallac-ı Mansur halkın gözleri önünde işkenceyle öldürülürse hem isyanın eşiğine gelen halk korkutularak sindirilecek, hem de ekmek bulamayan kent sakinleri “şeriat kurtuldu” diye açlıklarını unutacaklardı. Sinsi planı bir an önce hayata geçirmek için kollar sıvanır. Çünkü bundan daha önemli bir bahane bulunamazdı. Yakalanan fırsatı değerlendirmek gerekiyordu.

Bağdat Kadısı Nail al Kurra İbn Mucella başkanlığında toplanan mahkeme heyeti verdiği ölüm fermanını Halife Mutazid"e onaylatmayı başarır. Hallac-ı Mansur"un “önce kamçılanmasına, sonra bedeninin dilim dilim edilmesine, daha sonra da bir darağacına asılarak teşhir edilmesine ve sonra da kellesinin bedeninden ayrılarak yakılmasına karar verilir.”

 

Suçu, egemenlerin bin yıllardır dillerinden düşüremedikleri bir söylemdi: “Halkın arasına fesat soktu, şehrimizin çalışanlarına, meydanlara ve sokaklarına nifak tohumlarını ekti. Halkı isyana teşvik etti.” Bağdat kolluk kuvvetlerinin komutanı İbn. Davut, kadılara cezanın bir an evvel infaz edilmesi için baskı yapıyordu. Kadılardan biri: “Adalet ve ilahi aşk anlayışını dile getirdiler diye, köleler bir kez daha ayaklanıp devlet otoritesini parçalasın mı?” diye feryat ediyordu. Mahkeme çevresinde Hallac aleyhinde slogan atan halkın öfkesi ılımlı mahkeme üyelerini korkutmuş ve sertlik yanlısı olanların safına itmişti. “Sanık dine küfretmekten ve insanları isyana teşvik etmekten suçlu bulunmuştu. Cezası idamdı.”

 

“Hallac-ı Mansur"un suçu olmaktan öte siyasi olduğu fikri oldukça yaygındı. Hallac, büyük imparatorluğun “kibar”larıyla çatışmıştı ve bu ne yazık ki çok kötü bir zamanda, Abbasi sülalesinin parlaklığını ve şöhretini yitirmeye başladığı bir anda gerçekleşmişti. Gerek halifenin imparatorluğunda, gerekse başka yerde en iyisi pamuk tarlalarına gitmek ve fazla konuşmamaktır diyen yazarlar da vardı.

 

Bugün bile geçmişi, kökeni ve sisteme karşı düşüncelerinden dolayı Ezidi Kürtler içinde büyük bir saygınlığa sahiptir. Ezidiler, Hallac"ın da kutsal perestgahları olan “Laleş a Nurani” de Şeyh Hadi"nin mekanında yattığına inanırlar. Yine kendisine karşı olan saygılarını “som bakırdan bir tavusla” simgeleştirmişlerdi.

 

 “Çarmıha gerili adamı başka türlü tarif etmek imkansızdı. Tüm işkencelere rağmen insanlığından bir şey yitirmemişti. Acı çektiğine dair herhangi bir emare göstermeyen adam, etrafına insanı büyüleyen bir kudret saçıyordu.” Onu son yolculuğunda yalnız bırakmayan fakat çaresizlik içinde olan dostları da vardı. Hayranlarından Ebu Bekir Şıbli “çarmıha çok yakın duran ve elinde kırmızı bir gül tutan adamdı.” Kendisine yapılan işkenceler karşısında ağlayan sempatizanlarına: “Ben ancak ölürsem yaşayacağım” diyerek teselli etmeye çalışmıştı. Bu sözleri celladın yüzüne karşı da tekrarlamıştı. Rejime karşı olanlara ve ekmek derdine düşen halka biraz daha gözdağı vermek için Hallac"ın cesedi bir süre darağacında teşhir edildi. “Tanınmayacak haldeki vücudu, herkes tarafından görülebilmesi için, bir süre daha idam sehpasında rüzgarın okşayışlarına bırakıldı. Sonra da kafası kesildi ve vücudu yakıldı. Olağanüstü bir yok etme şekli.”

 

Takvimler miladi 922"yi gösteriyordu. Cinayetin işlendiği yer: Arap İslam devletinin yönetim merkezi BAĞDAT"tı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
24 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi