İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

Lozan'a ek madde

Lozan'a ek madde

2009 yılında Avrupa’ya gittiğimde Almaya’nın Axın kentinde misafirleri olduğum akrabam beni Almanya – Hollanda ve Belçika sınırlarının kesiştiği görkemli bir parka götürmüştü. Parkı gezerken gözlerime inanmamıştım. Sık ağaçlı yeşil alan bir ziraat mühendisliği harikasıydı. Asansörlü, yüksek bir kulenin dışında, oldukça geniş olan parkta çok sayıda oturma, eğlenme ve gezinme mekanları vardı. Onların arasında dolaşırken çapı yaklaşık 5 metre olan betonlanmış dairesel bir yere geçtik. Belirli aralıklarla yerleştirilmiş ve yeşile boyanmış üç madeni oturma bankı vardı. Dairesel alanın bir kenarında yan yana duran küçük direklere üç ülkenin bayrakları asılıydı.

Alanın tam ortasında boyu1 metre civarında anıtsal bir sınır taşı dikilmişti. Beton zeminde 2 cm genişliğinde yeşile boyanmış geometrik bir biçimde kesişen ve üç ülkenin sınırlarını sembolize eden çizgiler çekilmişti. Bankta yan yana oturan iki insandan biri Almanya diğerleri ise Hollanda veya Belçika topraklarında oturma şansına sahip olduğu gibi bankın tam ortasında oturan iki ayağını farklı ülkelerin topraklarına yerleştirebilirdi. Zaman zaman banklardaki yerimi değiştirerek üç ülkenin topraklarında oturma şansını yakaladım. Oturaklar birbirlerine çok yakın bir biçimde daracık alana yerleştirilmişti. Parka gittiğimizde mesai saati bitmişti. Bu vesileyle Kuleye çıkma şansımız olmadı. Tahminen 90 – 100 metre yükseklikte kuleye çıkanlar; üç ülkenin civarındaki yerleşim ünitelerini daha yakından görebiliyorlarmış.

c1.20131107151818.jpg

 Sınırlarının böylesine anlamsızlaştığı Avrupa’da; birliğe üye olan ülkenin vatandaşları pasaport yerine sadece kimliklerini görevlilere göstererek sınır kapılarını geçebiliyorlar. Bu anlayışın egemen olduğu yaşlı kıtada; yukarıda dediğim gibi sınırların kesiştiği alanlarda farklı ülke insanlarını buluşturan, tanıştıran parklar eğlence mekanları kurulmuş. Yaklaşık yarım asırdır Avrupa Birliği’ne üye olmak için ilgili ülkelerin kapılarını aşındıran Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinin demokratikleşme ve insan hakları açısından önemli adımlar attıklarını söylenemez. Kürt sorununun çözümünde olduğu gibi. Avrupa Birliğine karşı da hep oyalama taktikleri devreye sokulmuştur. Türkiye’nin ne kadar demokratikleştiği; Nusaybin – Kamuşlu arasında öreceği duvarla su yüzüne çıkmıştır. Bunu açmadan Kürt coğrafyasının geçirdiği tarihsel bölünmeyi kısaca hatırlatmak istiyorum.

c2.20131107151744.jpg

Med imparatorluğunun İ.Ö. 550 yıllarında ortadan kalkmasıyla doğu ve batıda birbirlerine hasım olan imparatorluklar kuruldu. Doğuda Persler, Partlar, Sasaniler, Emeviler, Abbasiler ve Safeviler tarihteki yerlerini alırlarken batıdaki karşıtları Yunanlılar, Romalılar, Bizans’ın erken ve geç dönemi ile Osmanlılar tarih sahnesindeki yerlerini aldılar. Kürdistan coğrafyası bu iki güç arasında çekişme ve hesaplaşma alanı oldu. Yüzyıllar bunların arasında meydana gelen savaşlarla geçti.  Zamanın Kürt hanedanları da yaşadıkları dönemin koşulları gereği coğrafi konumları ve kendi hanedanlarını korumak şartıyla mevzilendiler.  Kimileri batıdaki gücün yanında yer alırken kimileride karşıt imparatorluğun egemenliğini tanıdı. Bu yüzyıllar boyunca Kürt coğrafyası resmi bir bölünme geçirmedi. Doğu – batı imparatorluk güçleri de Kürt hanedanlarını bir denge unsuru olarak görüp yanlarında tutmaya özen gösterdiler ve iç işlerine karışmayarak yerel özerk statülerini tanıdılar.

Kürt coğrafyası ilk olarak 1514 yılında gerçekleşen Çaldıran Savaş’ıyla fiili bir bölünme yaşadı. Osmanlı Padişahi Yavuz Sultan Selim ile Safevi hükümdarı Şah İsmail arasında yapılan savaş Kürdistan coğrafyasında yapıldı. Savaş İran sınırları içinde kalan Kaleni (Qeleni) ye yakın Çardêran (dört kilise) ovasında gerçekleşti ve İran güçlerinin yenilgisiyle sonuçlandı. Türkiye’de Cumhuriyet döneminin yöneticileri son toprak paylaşımında Türkiye sınırları içinde kalan “BAZİDAĞA” köyüne “Çaldıran” adını vererek Osmanlı galibiyetini ülke içinde sürekli çağrıştırmak ve canlı tutmak istediler. Oysa İran sınırları içinde kalan ve savaşın yapıldığı gerçek Çardêran ile bugün Van’ın bir ilçesi olan ÇALDIRAN (Bazidağa) ovaları arasında 40-50 km. bir uzaklık vardır. Çaldıran Savaş’ında Kürt coğrafyasının yaşadığı fiili bölünme ancak 125 yıl sonra gerçekleşen KASR-I ŞİRİN anlaşmasıyla resmiyet kazandı. Öyle ki savaşın yakınında gerçekleştiği VAN vilayeti dahi Çaldıran Savaş’ından 34 yıl sonra, yani 1548 yılında Osmanlının egemenlik alanı içine alındı. Ancak 1639 yılında her iki imparatorluk arasında Doğu Kürdistan’ın Kasr-ı Şirin kasabasında yapılan anlaşma ile Kürdistan resmen bölündü. Zaman zaman yapılan bazı sınır değişikliklerine rağmen bu anlaşma 374 yıldır yürürlüktedir. Mazlum millet Kürtler, onları ezenlerde din kardeşleri olunca anlaşma da yüzyıllara yayılarak günümüze ulaştı. Çünkü dindar Türk, Fars, Arap egemenleriyle, işbirlikçi dini bütün Kürtlere göre bu bölünme Tanrısal bir buyruktur, yani ‘’Allah’ın emridir’’ Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman İran seferi dönüşünde kendisine sınırların güvenliği için nasıl bir önlem aldığını soran annesine Kürtleri kast ederek ;  “ben iki ülkenin arasında etten bir duvar ördüm” yanıtını vermiştir. Uzun süren esarete rağmen etten örülen Kürt duvarı özgürlük direnişleriyle biçim değiştirince; bu kez de tel örgüler ve ardından da beton duvarlar dönemi başlatıldı.

Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları; Lozan paylaşımı sonrasında bölgede bulunan batılı emperyalistlerle uzlaşarak Kürt coğrafyasının sosyal ve kültürel kriterleri ayaklar altına alınarak ve kendi aralarında paylaştılar. Öyle ki günümüzde beton bloklardan oluşan duvarın çekileceği bölgede yer alan Nusaybin İlçesi “Güney Doğu Anadolu” olurken onun sadece dört kilometre güneyinde kalan KAMUŞLU kentinde “ARABİSTAN” oluvermişti.

20. Yüzyıl başlarında ilgili bölge devletlerinin otoriteleri zayıf olunca, sınırların güvenliği özellikle dağlık bölgelerde yerleşik Kürt aşiret reislerine havale edilmişti. Bu konuda Güney Kürdistan’ı işgal eden İngilizlerin Bağdat’taki temsilcilerinin Londra’ya sundukları yazılı belgeler vardır. Günümüzde o silah da işlevini yitirmiştir. Artık sınırlardaki korucu aşiretler de sınırın güvenliğini koruma sorumluluğundan kaçınıyorlar. RÛBÛZİK katliamının bir nedeni de, sanırım köylülerin sınır güvenliği alanındaki isteksiz davranışlarına karşı bir cezalandırma operasyonuydu. Devlet, Uludere köylüleri üzerinden sınır boylarındaki tüm Kürt aşiretlerine mesaj vererek onlara gözdağı vermek istedi ve 34 suçsuz insanı öldürme talimatını verdi. Lozan paylaşımıyla sınırlar çevresinde birbirlerine birinci derecede akraba olan binlerce aile parçalanarak, karşılıklı ziyaretleri bile engellendi. Sınırların her iki yakası mayınlı alanlara dönüştürüldü. Tel örgüler çekildi, birkaç kilometrede bir gözetleme kuleleri inşa ederek tüm geliş geçişleri denetledi. Dağlık bölgede geçen sınırın yakınındaki tüm Kürt köyleri boşaltıldı. Bazen boşaltılan sınır çevresinde derinliği 150 km.yi bulan şeritler oluşturuldu. Bu şeritlerin önemli bir bölümü halen de sahiplerinin yerleşimine kapalıdır. Tüm geçim kaynakları kurutulan bölge halkı; sınırları ihlal ettikleri gerekçesiyle cezalandırıldılar. Her yıl onlarca insan kurşunlanarak infaz edildi. Parçalanan Kürt aileler bir asıra yakın birbirlerini göremez oldular. Yakınlarının taziyelerine gitmek suçtu. Tüm bu insanlık dışı uygulamalar dört devletin ortak girişimleriyle hayata geçirildi. Amaç sınır boylarındaki Kürt insanını zorla Araplaştırmak, Türkleştirmek ve Farslaştırmaktı. Duvar çekme siyasetinin başlatılması yüz yıldır uygulanan baskıcı, asimilasyoncu politikadan istenilen sonucun alınmadığının göstergesidir.

c3.20131107151708.jpg

Peki, Suriye ile Türkiye sınırları içinde kalan Kürtler arsında; dünyada duvarların işlevini yitirdiği 21. Yüzyılda yeniden duvar çekmek ne anlama geliyor sorusunu; birkaç başlık altında cevaplandırmak istiyorum:

Birincisi Kürdistan’ı paylaşım savaşından bu yana ilgili bölge devletlerinin korkulu rüyası olan "BÜYÜK KÜRDİSTAN"ın doğuşundan duyulan endişedir. Kürt önderlerinin, Kürtler adına siyaset yapan parti temsilcilerinin; siyasal geleceklerini; sınırları içinde kalmaya mecbur bırakıldıkları ülkelerde demokratik özerk bir statüyle yaşama isteklerine sıcak bakılmıyor, tahammül edilmiyor. Sınır boylarında yüzyıldır açılan toplumsal yaranın, aradan nice yıllar geçse de kapanabileceği korkusu yaşanıyor. Türkiye, Kürtlerin birleşmesini kendisi için en büyük tehdit olarak görüyor ve Kürtlerin açık açık seslendirmelerine rağmen; federasyon demokratik özerklik gibi kavramları ciddi ve tatminkar bulmuyor.

İkincisi, bir sürahiyi andıran Kürt coğrafyasının Batı Kürdistan’da kalan musluğunun, ancak Kuzey Kürtlerinin desteğiyle Akdeniz’e açılıp, tüm Kürtlerin nefes borusu işlevini göreceği gerçeği; başta Türkiye olmak üzere bölge devletlerini tedirgin ediyor. Çekilecek duvarla kuzey – güney Kürt dayanışmasını daha uzun bir süre çekilecek bir setle engellenmesi tasarlanıyor.

c4.20131107151623.jpg

Üçüncüsü; Suriye’de Kürtlere karşı savaşan çetelere verilen desteğe rağmen; gittikçe gelişen ve bir türlü bastırılmayan PYD hareketine; süreç içinde gerek batı, gerekse güney Kürdistan alternatif olabilecek muhalif Kürt guruplar oluşturmak için zaman kazanmak. Sağlanan bu süre içinde Kürt silahlı güçlerini sürekli çatıştırmak. Yüzyıllardır uygulanan ‘’ KÜRDÜ KÜRDE KIRDIRMA ’’ politikasını sürdürmek.

Dördüncüsü; bu engellemeler sonucu Kuzey Kürdistan da örgütlenen siyasal İslami iktidara taşımanın zeminini hazırlamak,  bunları Batı ve Güney Kürdistan’daki yandaş güçlerle buluşturarak PKK ve PYD hareketini içten kuşatarak içten zayıflamasını sağlamak. Ankara, Şam, Bağdat ve Tahran’da iktidarda kurumlaşması düşünülen “dindar nesillerin” kalıcı olarak önünü açmak. Kısacası Kürtlerin ulusal birlik hayallerini yok etmek. Kürt demokrat güçleri ile yurtsever İslamcı güçler arasında kurulacak ulusal ittifakı önlemektir. Zaten sürekli ertelenen Kürt ulusal kongresinin temelinde yatan anlayış da budur. Parçalanmış yapısıyla Kürtleri “büyük Kürdistan” hayalinden tamamen vazgeçirmek. Kısmen de olsa zayıflama sürecine giren denenmiş “böl yönet” politikasını yeniden canlandırmak. Bir süre için serum görevini görebilecek beton duvarla çürümeye yüz tutmuş bünyenin yeniden yaşatılmasını sağlamaktır. Türkleştirme, Araplaştırma ve Farslaştırma politikasına canlılık ve süreklilik kazandırmaktır. Yok, edilemeyen, fakat eritilerek zayıflatılan, bölge egemenlik sistemleriyle uyum sağlayan; eğilmiş, kırılmış, çok seslilikten ve çok renklilikten arındırılmış, kendi kaderini tayin etmekten tamamen vazgeçirilmiş; kendi topraklarında yarı köle bir yaşam tarzına mahkum etmeye, boyun eğmeye mecbur bırakılmış. Bölge egemenlerinden icazetli Kürt kuşaklar yetiştirmektir. Türkiye Suriye sınırının duvarlarla güçlendirmek; Pekiştirilen Lozan Anlaşması’na tek taraflı bir ek maddenin eklenmesi kadar anlamlıdır.    

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
14 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi