İrfan Sarı

İrfan Sarı

Doğru zamanda doğru yer

Doğru zamanda doğru yer

Bu gün 18 Şubat 2024 ve günlerden Pazar. Wikipedia’ya nın Japon İmparatoru, Manzhouguo’un Çin’den bağımsızlığının ilanı, Osmanlının Islahat fermanı ilan etmesi ve Amerikan bilim adamının teleskopla Plüton’u keşfinden söz ediyor olmasını saymazsak, tamamen sıradan bir gün.

Biliyorsunuz uzun zamandır kar altında Gever (Yüksekova). Daha da uzayacak ve üşüyeceğiz sanki.

Şubat kışı çok ayrıdır, sulusepken kar, sis, don birbiriyle yarışırcasına mevsimin sonuna doğru hızlı, emin adımlarla koşar.

İtiraf edeyim ki sıkıcı bir o kadar da sıkışık bir gün aslında, Hellen şiirinin Homeros’tan sonra gelen şairi Hesiodos’un “Tanrıların Doğuşu” kitabını okuyorum. Bir buklesini sizinle paylaşayım:

“Birisi çift sürüp, ekin biçer
Diğeri evini toplayıp zenginleşirken,

boşu boşuna beklenir mi? Sen de komşuna benzemek
istersin,
işte ölümlülere yararlı kavga budur.
Çanakçı çanakçıyı, ağaççı ağaççıyı kıskanır.

Aynı şekilde dilenci dilenciyi, şair de şairi kıskanır
Evet, Perses bunları unutma, kötü kavgayla işini

kaybetme
Agora’daki kavgalara bulaşma”

Normal koşullarda bu mevsimde balkona çıkıp kitap okumak için deli olmak lazım, ancak bu gün şubatın bonkörlüğü üzerinde. Bir bulut aralığından aşırıp getirmiş güneşi evin balkonuna.

Balkondan bakınca, çatılarda kalan karların yüzeyi, güneş ışığında tabii beyazlığının ötesinde bir parlaklıkta ve sanki kabuk tutmuş.

Seyrek de olsa, evlerin bahçelerindeki ağaçların ince, yorgun, çıplak dalları ile kim bilir kaç kış görmüş mağrur gövdeleri bu kışı bitirip, bahar için damarlarından en yüksek yerine kadar su dolmak istiyor gibi.

Şiir, kitap dedim ya? Gömüldüğüm sanılmasın. Esasen bu güneşli günün aurasına kapılmışım. Hatta annesi tarafından dışarıya çıkmama cezası almış şımarık çocuklar gibi, balkonun korkuluklarına çıkmak isteği içimde debeleniyor.

Bu atmosferin içinde, yüksek basınçlı oto yıkama pompasından çıkan tazyikli suyun, araç kaportasına çarpan garip ama iğretilik sesini de unutmamak lazım. Dedim ya, şubat ayının bu toleranslı gününde bir oto yıkamacıya koşmuş araç sahibi de böylesi istifade ediyor.

Tabi kopmuyorum günden. Gökyüzünde bir bulut hareketliliği de var. Güneşi kapamak ve ışığını kesmek için sözleşmişler sanki. Ya da bulundukları yüzeyde dağılan koyunları toplayan çoban köpeği misali bir rüzgâr var peşlerinde…

Gökyüzünün ve pırıldayan karın birde misafirleri vardı. Güvercinler, kargalar, serçeler. Kanatlarını havaya kurşun sıkar gibi çırpıyor ve bir ani manevra ile iniyorlardı damlara, yere. Kar üzerindeki oynaşlarından acaba sık sık kanatlarını ve vücutlarını yıkıyorlar mıdır? Diye saçma sapan bi şeyler takıldı kafama.

Bir gökyüzünde, bir yeryüzünde, bir kitabın ve şiirin içinde gidip gelirken, ambulans bağırtısıyla ötede geçen yola dikildi gözlerim.

Ambulans, neredeyse boş olan yolda o endişe verici “siren” sesi ve diğer araçlara göre daha suratlı trafik akışındaydı.

Düşündüm: Acil olarak hastaneye yetiştirilmeye çalışan hasta, ambulansın bu eğreti sesini duyunca acaba “ölüyor muyum” korkusuna kapılıyor mudur? Ya da anlık bir fenalıktan, kalıcı bir fenalığa kalıyor mudur? Neyse ki yol boştu, hava güneşliydi, yeryüzü karlıydı…

Sıkıcı bir günde balkona çıkıp şiir okumak, kuşların uçuşuna kalmak, rastlantı da olsa şubat ayında güneşle karşılaşmak, şehrin mecburi hareketliliğine tanık olmak insana; doğru zamanda doğru yerde olmanın mükâfatı mı dedirtiyor…

Bu cümle merak edenler için, “bulutlar güneşi erken kapattı, hava üşüdü, içeri kaçmak zorunda kaldım.”

Gün ile tinsel bir buluşum sonrası, muhteşem bir ambiyansa sürükleniş ve bu yazı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
İrfan Sarı Arşivi