İrfan Sarı

İrfan Sarı

2020 ve 2020 TL

2020 ve 2020 TL

Gecenin körüdür, kafama 2020 yılı takılıyor. Zaten sayılı gün kalmış. Havadisler, kış ve kar diyor. İnsanların 2020 TL’ye geçindiği hayatı, şimdi daha zor. Kömür, doğalgaz, elektrik giderek zam alıyor. Geçim öyle çekilmez olmuş ki, oturup ağlayası var insanın.

Vatandaş artık “bitpazarına” gitmeyi de lükse yoruyor. Pazarda tek domates, tek soğan, tek patlıcan kalmış. Bayat ekmek alan da var bu devirde…

Oysa beraber yürümüşlerdi bu yollarda, beraber ıslanmışlardı yağan yağmurda. Şimdi dinledikleri tüm şarkılarda bilemezlerdi “tek adam” olacağını. Bilemezlerdi, çünkü kendilerine benzeyen biriydi. Şimdi makas açılmış, arada ulaşılamaz engellerin olduğu, şöyle kuşbakışı bile bakılamayan saraydan, gözle görülemez küçüklükteki gecekondu evlerine gerçekten ulaşılamaz bir yol…

Haktan, adaletten insan haklarından, eşitlikten konuşup; Anadolu’nun tüm yoksullarını, işçilerini meydanlara toplayacak kadar Adil, Allah’tan korkan bir politikacı… Zaman hızla ilerledikçe, katlanan taraftar, çoğalan yandaş, artan akraba ile bir büyük kartopuna dönüyordu. Nereden bilecekler bu kartopunun çığ olup üstlerine doğru geleceğini…

Gecenin körüdür ve ben hala bu yazıyı yazıp yazmama arasında cezaevindeki hücremin duvarları ile konuşup duruyorum. Dışarıda kış olmasına karşın yağmur yağıyor. Çünkü avlu dedikleri yere doğru şarıltılar, yere çarpmasıyla kendine has bir çığlığa dönüyor, yankılanıyordu çift camlı hücrenin içine. Bu benim halim oldukça normal çünkü ben beraber yürümemiştim ki şimdi yağan yağmurda ıslanayım, elbette ki hücremde oturup kısa ömür hanemin en güzel zamanlarını geçiriyordum. Ailemden, arkadaşlarımda, dostlarımdan, sevdiklerimden, memleketimden uzak…

Bir yandan muhtarları sarayda ağırlayıp ayar çekerken, bir yandan yoksul mahalleleri öğütüyor, bir yandan patronlara ‘kendi uçağımız, kendi tankımız, kendi otomobilimiz’ diyordu. Bir yandan da ‘Ey Kılıçdaroğlu. Ey Amerika’ deyip sözünü esirgemiyordu.

Geride “üç beş çapulcunun” üç ağaç için yaptıkları yanlarına mı kalsın? Derken 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin FETÖ terörizmine mal edilmesi çıkarılıyordu. 7 Haziran seçimlerinde ise “Bu olmadı, yeniden..” dedi.

Bunlar olurken, ülke baştanbaşa üretimden düşmüş, var olan üretim de piyasa koşullarıyla rekabet edemeyecek duruma gelmiş, artık üretici ürünlerini çöpe, yollara boşaltmaya başlamıştı. Tepeden tırnağa her şey zamlanıyor, buna mukabil, alım gücü giderek düşüyordu. Tüm ülkedeki esnaf ve işçi; banka kredileri, kredi kartları, çek-senet protestoları altında kalıyordu.

Türkiye’nin hatırı sayılı şirketleri, holdingleri iflasını veriyor, konkordato ilan edip, bir yandan da ülke dışına sermaye göçüne başlamış, kalanlar da sarayın duvarlarının dibinde kendilerine yer kapmaya çalışıyorlardı.

Dolmabahçe’de masaya tekme atılması ayrı bir gündem, ayrı bir “kandırıldım” hikâyesiydi. Ama ne zaman başı dara düşse gidip onun tepesinde yoksullara “vatan, millet” çekebiliyordu. Kendi otoritesini üretemez olunca, otoyollar paralı ve zamlı geçişlerle mega projelerin sonucu oluyordu. Üçüncü köprü, üçüncü havaalanı derken, kişi başı yoksulluk Avrupa’dan kopup Afrika’nın gerisine düşüyordu. Et alamaz, tavuk tüketemez olunca, dışarıdan Angus, Limuzin ithali başladı.

Kindar nesil değil, “dindar” nesil deyip İmam Hatiplerin reklamı yapıldıkça, eğitim kurumları neredeyse Diyanet İşlerine havale edilmiş çeşitli cemaatlerin ulaşabileceği hale getirilmişti. 41 ülkenin arasında 40. olmak her babayiğidin harcı değil.

Öyle ya; ne zaman tabanda, iş-aş-ekmek denildiyse “terörist” ilan edileceklerin başında Kürtler hep vardı ama şimdi o “teröristler” çoğaldı. Her önüne gelen aynı yaftayı yiyip içeri gönderiliyordu. Hatta beraber yürüdükleri de zaman zaman aynı akıbete yürümeye başlamışlardı.

Ben de tutturmuşum gecenin köründe asgari ücret ne olacak diye düşünüyorum. Olacak iş değil ama insan bazen böyle de düşünmekten alamıyor kendini. Çünkü insanlar yoksullaşıp çocuklarına bakamaz duruma düşünce, kendi kıyımızda da olsa düşünen olarak en azından vicdanen sormak ve sorgulamak gerekiyor. Bu insan olmanın bir gereğidir her şeyden önce.

En son NATO’nun ‘Londra Zirvesi’nde, dış politika ile ilgili yalnızlaşmayı, ülkede yaşayan vatandaşlar göremedi çünkü izole edilmiş bir basın ve medya görselliği var ortada. Fakat aklı başında her insan, Suriye’deki yayılmacı politikayı okuyabilmelidir. “Barış Harekâtı” için Pakistan, Azerbaycan ve Katar’ın yarım ağızla “He” dediği bir pozisyona tanıklık edildi. Yine Libya ile yapılan “Kıta Sahanlığını Birleştirme Mutabakatı” gösterdi ki durum hiç de iyiye gitmiyor. Öncesinde Doğu Akdeniz’deki doğalgaz, petrol arama durumu aynı ölçekte tepki ile karşılanıyor. Yani dış politikada da artık bir adım yol alınmadığı ortadayken, iktidar bu konuyu mülteci kartını oynayarak ve  HDP’yi baskılayarak gündemden uzaklaştırıyor. Fakat içerideki “tek adamlık” ve dışarıdaki “tek başınalık” öyle bariz bir şekilde kendini gösteriyor ki artık gündem saptıracak konu kalmadı diyecekken birden Davutoğlu çıktı ortaya.

Akp’nin il danışma meclisi toplantısında Erdoğan’ın, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Mehmet Şimşek ve Feridun Bilgin’i “şehir üniversitesine’ tahsis edilen araziyi “bağışlama” ve “Halkbank’ı dolandırmak” üzere açmış olduğu tartışma bir anda gündemdeki yerini almış oldu.

Acaba diyor insan, eski dostlar bir araya gelip böylesi bir sırrı şimdi açıp gündemi, yeni bir yıla giderken, hazırlanan bütçeyi ve dış politikadaki yalnızlığı kapatmak için mi açtılar? Yoksa yeni kurulacak bir ya da iki partinin iktidar partisinde açacağı bir deliği önlemek adına bilerek mi gündeme getirilmişti bu konu?

Bunları düşünürken, muhtemelen asgari ücret tespit komisyonu çalışmalarını nasıl sonlandıracağına dair tutanaklarını hazırlamıştır. 2020’de 2020 TL olan maaşların çocuklara verilen bayram harçlığını geçmeyecek şekilde ilan edileceği de kararlaştırılmıştır. 

Öyle ya da böyle bir sonuca varılacaktır. Fakat Erdoğan’ın atamış olduğu bir başbakan olan Davutoğlu’nun karşı atağında sarf ettikleri öyle kolay hazmedilecek boyutta değil. Erdoğan’ın suçlaması “dolandırıcı” şeklindeydi ki Davutoğlu da hemen yanıt verdi, “hiçbir şahsi çıkarımın olmadığı; kızıma, oğluma, damadıma, gelinime bırakmayacağım bir eğitim kurumuna arazi devri olmasından sadece onur duyarım.” TBMM de dâhil olmak üzere hangi vakıflara ve şirketlere nasıl kredi verdikleri, hangi şirketlerin borçlarının yapılandırıldığı, kimlerin hangi yöntemlerle kurtartıldığı, kimlerin batmasına seyirci kalındığı şeffaf bir şekilde ortaya konmalıdır.

Bu açıklama ile birinci derece aile bireylerinin de mal varlıklarının bir komisyonca, araştırılması istenmektedir. Böyle bir açıklama “erken seçim önerilerinin” ve içte-dışta daralmanın yaşandığı bir döneme manidar bir şekilde düşmüştür. Ama öyle yabana atılır cinsten değil ayrıca. Hal böyle olunca “yolsuzluk”, “dolandırıcılık” ithamlarının arasında gerçeğin ortaya çıkmasına vesile olacak mıdır zaman gösterecektir. 

İkinci kayyım atamalarını da ayrıca milliyetçi dalgaya yönelik bir siyasi manevra biçimi olarak düşünürsek (çünkü Akp’nin kayyım atamalarıyla hiçbir kazancı yok.) işçiler ve emekçiler asgari ücretin artmasını, en azından yaşanabilecek kadar artışını beklemekle hayal kurmuş olurlar. Akp’nin “beka”, “devletimize yüklenmeyelim”, “dış güçler” söyleminden etkilenir mi, onu da bilmiyorum. Bu tartışmaların gölgesinde yitip kalacaktır. Ve el ele – baş başa daha gerilere doğru giden maaşla yeni bir muhasebe mucizesi yaratıp, çocuklarına ve kendilerine yaşam belirlesinler. Kimseye ekmek çıkmaz bu durumda. Ayrıca kendi silah arkadaşlarıyla bu kadar kutuplaşırken ve bunları tüm Türkiye’nin karşısında sergiliyorken, kamu yönetiminde çalışanlar da paylarına düşeni anlamalılar. Kimse baki değil. “Dolandırıcıya” çıkma ihtimalini göz önünde bulundurmakta fayda var.

09/12/2019

Elazığ 2.Nolu Kapalı C.İ.K - C26 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum
İrfan Sarı Arşivi