Türkiye bir Arap sorunu mu yaratıyor?

Türkiye bir Arap sorunu mu yaratıyor?

Türkiye Suriye’den gelen Arap mültecilere kendi ana dillerinde eğitim olanağı tanırken, Kürtler için bu hak tanınmamaktadır.

Doç. Dr. Abdullah KIRAN (MŞÜ, Siyasetbilimci)

BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, 30 Kasım 2014 itibariyle ülkelerini terk ederek farklı ülkelere göç etmiş Suriyeli mültecilerin sayısını 3.322.487 kişi olarak vermektedir. Bu mültecilerin ülkelere göre dağılımı şu şekilde gerçekleşmiş bulunmaktadır: Türkiye 1.165.279, Lübnan 1.147.244, Ürdün 620,441 Irak 228, 484, Mısır 137,671.  En çok mülteci kabul eden bu ülkelerin kendi nüfuslarına baktığımızda, Türkiye’nin 76,  Lübnan’ın 4.2, Ürdün’ün 6.300,  Irak’ın 36, Mısır’ın 85 milyon nüfusa sahip olduğu görülür.   Nüfus oranlı bir değerlendirmede, kendi nüfusuna göre en çok mülteci kabul etmiş olan ülke Lübnan’dır.   Kuşkusuz Suriyeli mülteciler dediğimizde sadece yurt dışına kaçmış olanları değil, yurt içinde de yerlerini terk edip, ülkenin “daha güvenli” yerlerine yerleşmiş olanları da dikkate almak durumundayız. Çünkü en az 3,5 -4 milyon insan da iç göçe uğramış bulunmaktadır.   Suriye krizi, 15 Mart 2011’de patlak verdiğinde,  ülkenin nüfusu 22.5 milyon civarındaydı. Demek ki krizden bu yana, nerdeyse her üç Suriyeliden bir yerinden olmuş ve bunların yarısı da ülke dışına çıkmıştır.

Uluslararası Dengeler Hesapları Bozdu

Krizin ilk yılında Türkiye Suriyeli mülteciler için “açık kapı” politikası uyguladı.  İlk başlarda 100 000 kişilik mülteci sayısı kritik eşik olarak verilmişti.  Genel algı, mülteci sayısının 100 bini aşması durumunda Türkiye’nin bir şekilde müdahale ederek bu akışı durduracağı veya sınırda bir “güvenli bölge” oluşturarak soruna bir çözüm getireceği şeklinde biçimlenmişti.  Ancak beklenen olmadı. Ne Esat düştü ne de Türkiye’nin “güvenli bölge,” “tampon bölge” ya da “ uçuşa yasak bölge” önerileri uluslararası toplum nezdinde kabul gördü. Krizin kronikleşmesinin önemli bir sebebi de uluslararası toplumun, atılması gerekli olan adımlar konusunda bir türlü uzlaşıya varamamasıydı.  Hatta uzlaşma bir yana,  BM Güvenlik Konseyindeki kutuplaşma, Suriye aleyhine karar alınması veya Suriye’ye müdahale meselesini imkânsız kıldı.  Böylece kriz uzadıkça,  Suriyeli mültecilerin trajedisi de kartopu gibi büyüdü.

Suriye’den Türkiye’ye gelen mültecilerin, sosyal statü ve zenginlik durumuna göre ülkenin nerdeyse tamamına yayıldıkları gözden kaçmıyor.  Birkaç il hariç, Türkiye’nin her ilinde Suriyeli mülteciler bulunmaktadır.  Ancak daha çok kampların bulunduğu ve yerleştikleri kimi sınır illerindeki yoğunlukları fazladır.   Kabaca harita üzerinde bakıldığında, İstanbul’u dışarıda tutmak kaydıyla, bu mültecilerin ağırlıklı olarak Hatay, Kilis, Gaziantep,  Şanlıurfa ve Mardin illerinde bulundukları görülecektir.  Mültecilerin doğudan batıya doğru, diğer bir deyimle Mardin’den Hatay’a doğru gittikçe yoğunlaştıkları gözden kaçmıyor.  Örneğin Temmuz 2014’te, henüz Suriyeli mültecilerin sayısı 1,385 000 iken, en çok yaşadıkları 10 ildeki sayıları şöyledir: İstanbul 330 000, Hatay 190 000, Gaziantep 220 000, Şanlıurfa 170 000, Kilis 49 000, Adana 50 000,  Mersin 45 000, Kahramanmaraş 44 000, Mardin 70 000,  Konya 45 000.

Türkiye, Suriyeli mültecilere kucak açmakla doğru olanı yaptı. Ancak sorunun kesin çözümü şüphesiz Suriye’deki iç savaşın bir an önce son bulmasına bağlıydı.  Mültecilerin ağrılıklı olarak sınır boylarında bulundukları ve kimi illerde, sosyal yapıda ciddi bir değişikliğe yol açacak kadar yoğun oldukları gözden kaçmıyor. Buna bağlı olarak zaman zaman kimi il ve ilçelerimizde mülteci karşıtı eylem ve gösterilere de tanık olmaktayız.  Türkiye Suriye sınır hattındaki yerleşik nüfusun ağırlıklı olarak Kürtlerden meydana geldiğini biliyoruz.  Tabi sınırın öteki tarafında da Kürtler otururdu ve 1956 yılına kadar ilişkiler kız alıp verme,  karşılıklı ticaret yapma, yas ve düğünlerdeki ziyaretler şeklinde devam ederdi. 1956-1960 yıllarında Türkiye- Suriye sınırı mayınlarla döşendiğinde artık her şey ciddi anlamda zorlaştı. Sınıra mayın döşenmesinin ardında asıl darbe Suriye tarafından gelmişti.  Suriye rejimi 1962’de, bir Arap Kemeri oluşturma politikasıyla kimi yerleşim yerlerindeki Kürtleri yerlerinden sürerek, kendisi için “ hassas” olarak gördüğü yerlere Arap nüfusu yerleştirmiş ve 100 000 kişiden fazla Kürdü, muhacir diyerek kimliksiz bırakılmıştı. Bugün Tel Abyad  (Girê Sipî) ve Cerablûs gibi yerlerin Kürtlerin değil de, IŞİD’in elinde olmasının en önemli sebebi,  bu demografik değişimden kaynaklanmaktadır.

Kürtler Türkiye’de Bile Araplaştırılırken

Türkiye Suriye’den gelen Arap mültecilere kendi ana dillerinde eğitim olanağı tanırken, Kürtler için bu hak tanınmamaktadır. Yani Türkiye Kürtlere kendi ana dillerinde değil de, ancak Türkçe ve Arapça eğitim verme konusunda “cömert ve misafirperver” davranmaktadır.  Kısacası Suriyeli Kürtler, Suriye devletinin dağıldığı bir ortamda bile, bu kez Türkiye eliyle Araplaştırılmaktadırlar.  Çünkü Türkiye Arapçayı değil, ancak belli ki halen Kürtçeyi bir tehdit olarak algılamaktadır.  Maalesef Yeni Türkiye, eski Türkiye’nin alışkanlıklarından bir türlü kurtulamamaktadır.

Ancak meselenin farklı bir boyutu da var. Suriye krizi uzadıkça bu insanların geriye dönüşü zorlaşmaktadır. Hatta gelenlerin büyük bir kısmı Türkiye’de de kalabilir. Öte yandan Türkiye de bu mültecileri, bölgedeki Kürt nüfusunu dengeleyici bir unsur olarak da görebilir. Sınır boyunda çoğunluk teşkil eden Kürtler bir anda yoğun Arap nüfusu karşısında azınlık bir duruma düşebilirler. Zaten Cumhuriyet rejimi de Kürt nüfusu dengelemek amaçlı bir yandan zorunlu iç göç politikası uygularken, diğer yandan da sürekli yurt dışından “Türk” veya “Türkleşmeye” hazır nüfus taşıdı.  Ancak bu kez farklı bir durumla karşı karşıyayız. Şüphesiz bu yeni durumun beraberinde getireceği yeni sorunlar da olacaktır.  Bir kere, daha önce Türkiye’ye getirilen nüfus çoğunlukla Balkanlar ve Kafkasya’dan gelir, geldikleri yerlerde Müslüman bir azınlık kimlikleriyle öne çıkarlardı. Dini kimlik ve aidiyetleri etnik kimliğin önüne çıkardı.

 Fakat Araplar öyle değil.  Dini kimlikleri yanında, güçlü etnik bir kimlik aidiyetleri var. Onun içindir ki Türkiye onlara kamplarda kendi ana dilleriyle eğitim yaptırmaktadır.  Dil haklarını elde etmiş bir topluluk olarak, şimdilik mülteci dahi olsa Araplar, Türkleşmeyi kabul etmeyecek ve buna karşı direneceklerdir. Bu duruşları Türkiye’deki mevcut Arap topluluğu da etkileyecektir.  Zaten Arapların Osmanlı’dan kopmasının en önemli sebebi de İttihat ve Terakki’nin kendilerine Türkçeyi zorla dayatması olmuştu.  Kısacası Türkiye,  sınırdaki Kürt nüfusu Araplarla dengelemeye çalışırken, Kürt sorununa ilaveten bir Arap sorunu da yaratabilir.

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.