Son fırsat kaçmadan

Son fırsat kaçmadan

Kürtlerin kapılarına gelmiş bu tarihi fırsatı değerlendirmelerinin en önemli unsuru, şüphesiz ki Türkiye’de barış sürecinin hiçbir şekilde akamete uğramamasıdır.

20. Yüzyılın başlarında talihsiz bir şekilde dört parçaya bölünen ve dört farklı ülkenin sınırları dâhilinde kalan Kürtler; neredeyse 100 boyunca olmadık trajediler yaşayıp sağa sola savruldular. Kürtlerin bu trajik durumu, Sovyet Devrimi ve Soğuk savaş olmasaydı, belki bu kadar uzun sürmezdi. Hem Sovyet Devrimi hem de Soğuk Savaş, Ortadoğu’daki güç dengesinin korunup devam etmesini gerektiriyordu. Kürt meselesine el atmak ve Kürtler lehine bir çözüm ortaya atmak,  tek bir ülkede değil,  bölgedeki bütün dengeleri alt –üst edebilirdi. Bu yüzden ne Batı ne de Sovyet Bloğu, daha önce kurban edilmiş Kürtlerin sorunlarına bulaşmak istemediler. Eğer Halepçe soykırımı, Soğuk Savaş’ın son anına yetişmemiş, 1980’lerin başında bile vuku bulsaydı, unutulur ve giderdi. Soykırımın uluslararası kabul görmesinde, Soğuk Savaşın Sovyet aleyhine son bulmasıydı. Zaten Sovyetler Birliği de dağıldığı son ana kadar Halepçe Soykırımını kabullenmedi.

Kürt Davası Uluslararası Meşruiyet Kazandı

Irak ve Suriye’deki gelişmeler, Kürtlere inanılmaz bir fırsat yarattı. Kürt davası tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar uluslararası meşruiyet kazandı. Esat yönetiminin daha olayların başında Suriye’de meşruiyetini kaybetmesi ve Kürtlerle fiili bir çatışmayı göze almaksızın Batı Kürdistan’dan çekilmesi, kimsenin hayal bile edemeyeceği bir fırsatı Kürtlerin kapısına getirdi. Evet, Esat doğru bir strateji belirleyerek Kürtleri de kendisine karşı silahlı mücadele veren Suriye muhalefetinin bir bileşeni yapmak istememişti. Çünkü Kürtler bu savaşta belirleyici bir role sahiptiler ve hangi taraftan yana tavır almış olsalardı, o taraf savaşın galibi olarak çıkacaktı.  Bu arada Suriye muhalefeti de Kürt halkının haklarını tanımada, Esat’tan bile daha inkârcı politik bir çizgide ısrar edince, Kürtler ister istemez başlarının çaresine bakmak durumunda kaldılar.

Kürtler Fırsattan Yararlanabildi mi?

Ancak durum ne olursa olsun Kürtler muazzam bir fırsat yakalamıştı.  Peki, Kürtler bu fırsattan yeterince yararlanabildi mi? Bütün mesele bu soruyu doğru bir analize tabi tutmaktan geçiyor. Kanımca Kürtler bu tarihi fırsatı yeterince iyi değerlendiremedi. Şüphesiz bunun en önemli sebebi de, kendi aralarındaki siyasi ve ideolojik ayrılıkları iyi yönetememeleri, birliğin yaşamsal önemini yeterince kavrayamamalarıydı. Eğer PYD ve PDK çizgisindeki siyasi oluşumlar ortak bir zeminde buluşabilselerdi, İD (IŞİD) Kürtlere saldırma politikasında bu denli pervasızca davranamazdı. Uzlaşma neticesinde üretilecek siyasi çözüm de kanton şeklinde bir yapılanma olmazdı. Her şeyden önce Kürtler,  bütün topraklarını kapsayacak bir siyasi egemenlik formülünü geliştirebilirdi. Birbirleriyle fiziki teması olmayan, yan yana farklı üç ada şeklindeki kantonlar, ta başından beri her türlü saldırılara açıktı. Nitekim İD ilk fırsatta Kobani’ye saldırarak bunu gösterdi.

Türkiye’nin İD Tavrı

PYD, daha İD’in ilk saldırılarından beri Türkiye’nin bu örgüte destek olduğunu iddia etti. Uluslararası toplumda da, Türkiye’nin İD konusunda yeterince duyarlı davranmadığı yönünde eleştiriler yapılmaktadır. Türkiye de Rojava’daki tek taraflı bir Kürt yönetimine dostça bakmadığını zaman zaman dile getirdi. Ancak bildiğimiz bir şey var: Türkiye kendi sınırının bitişiğindeki bu kantonları ortadan kaldırma anlamında herhangi fiili bir müdahalede bulunmadı. Bu arada kantonlarda da Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden herhangi bir saldırı olmadı. Hatta kantonlar, Türkiye’nin sınırlarını korumada, adeta bir tampon bölge rolünü oynadılar. Dolayısıyla eğer Kürtler kendi aralarında anlaşıp güç birliği ederek, Batı Kürdistan’ın tamamında bir egemenlik kurabilmiş olsalardı Türkiye buraya fiili bir müdahalede bulunmayacaktı. Üstelik Irak Kürdistan’ı örneğinde olduğu gibi, zamanla burasıyla da iyi bir diyalog geliştirebilirdi. Bu durumda kanton gibi ara bir çözüm değil, ileri bir özerklik, federe bir yönetim, hatta bağımsız bir devlet dahi kurulabilirdi.  İD’in Irak ve Suriye’de devlet ilan ettiği bir ortamda, kimse Kürtlerden bu gayri insani devletin özerk bir bölgesi olarak kalmasını talep etmezdi.

Kobani’nın Kazanımları

Gelinen aşamada Kobani, Kürtler açısından inanılmaz bir fırsat yaratmış bulunmaktadır. Bu fırsatın iki önemli kazanımı var: 1) Kürt birliğinin sağlanmış olması 2) Uluslararası meşruiyet.  Artık dünya, Kürtlerin Rojava olarak bilinen bölgede kendilerine has bir yönetimlerinin olmasını, en azından özerk veya federe bir yönetime sahip olmalarını istemektedir.  Pêşmerge’nin Kobani’ye müdahalesi de fiili bir gerçeği hukuki bir kazanıma dönüştürmektedir. Bu hukuki kazınım da şudur: Dört ülke arasında bölünmüş olan Kürt halkı bir bütündür. Bağımsız bir devletleri yoksa da birbirlerinin yardımlarına koşmaya ve kendi varlıklarını hedef alan bir terör örgütüne karşı direnme hakları vardır.

Türkiye’deki Barış Süreci Belirleyici

Kürtlerin kapılarına gelmiş bu tarihi fırsatı değerlendirmelerinin en önemli unsuru, şüphesiz ki Türkiye’de barış sürecinin hiçbir şekilde akamete uğramamasıdır. Esasen Kürtler Türkiye’de, özellikle bu süreçten sonra silah ve şiddetin çözüm olmayacağını, Kürt meselesini daha da içinden çıkılmaz bir hale geleceğini bilmelidir. Kürtler artık Türkiye’de demokratik yol ve yöntemlerle hak arayışlarını sürdürmelidir.  Kürt meselesinin çözümü konusunda irade beyan etmiş güçlü bir iktidar mevcutken, Kürtler yaratıcı politikalarla bu şansı çok iyi değerlendirmelidir. Türkiye’de değil, ancak Suriye ve Irak’ta Kürtlerin çok ciddi bir silahlı güce sahip olması, kendi fiziki varlıklarını korumaları açısından elzemdir. Üstelik Barış süreci, Kürtlere bu silahlı güçlerini Suriye ve Irak’a taşıma fırsatını da sunmaktadır. Kürtler Suriye ve Irak’ta kendi yönetimlerini, uluslararası kabul gören hukuki bir zemine taşıdıklarında,  Türkiye’de Kürt meselesinin çözümü çok daha kolay olacaktır.

Gelinen aşamada, bu uluslararası meşruiyet ortamında Kürtler mutlaka Cezire’yi Kobani, Kobani’yi Afrin, hatta Afrin’i Akdeniz’le buluşturmanın bir yolunu bulmalıdır. Belki de bu Kürtlerin son şans ve son fırsatı.  Acaba Kürtler bu kez başarır mı?

Doç. Dr. Abdullah KIRAN (MŞÜ, Siyasetbilimci)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum