Şengal dağının üşüyenleri

Şengal dağının üşüyenleri

Ova sıcak, ovada güneş sadece ısıtmıyor kavuruyor. Göz bakarken uzaklara güneş sıcaklığının ovanın üzerinde dans eder gibi dalgalanan sıcak hava çıplak gözle görünüyor.

Sinan Deniz / ANF

Şimdi soğuklar, yağmur ve çamur. Onlar alışkın da diyemiyor kimse çünkü uzun yıllar bu dağlarda yaşamamışlar. Ezidiler geçmişte bu dağın zirvelerinde ve eteklerinde yaşamış ama son 40 yıldır ovada köy kent anlamına gelen mücemmalarda yaşamışlar. Baas rejimi ve diktatör Saddam zorla dağın koynunda yaşayan bu insanları ucu bucağı görünmeyen ovanın içine konumlandırarak dağdan uzaklaştırmış. Bir kuşak ovada büyümüş ve bu kuşak şimdi dağın zirvesinde kalan insan yoğunluğunun çoğunluğunu temsil ediyor.

Ova sıcak, ovada güneş sadece ısıtmıyor kavuruyor. Göz bakarken uzaklara güneş sıcaklığının ovanın üzerinde dans eder gibi dalgalanan sıcak hava çıplak gözle görünüyor. Bu sıcaklıkla büyümüş bir kuşak ve unutmuşlar Şengal dağının üzerindeki yazın serin kışın dondurucu olan soğukluğunu.

Ovada büyüyen bu kuşak neyse ama ya hiçbir şeyden habersiz büyüyen ve ne olduğunu anlamadan apartopar bir Ağustos günü dağın zirvesinde kendini bulan çocuklar. Onlar hala hiçbir şeyi farkında değil ve ellerini koltuklarının altına sokup çadırlar arasında dolaşmaya devam ediyorlar.

Bir kaç gündür burada Sengal dağının zirvesinde aralıklarla devam ediyor yağmurlar. Ama soğuk hiç ara vermiyor. Şengal dağının zirvesinde on binden fazla insan var. Bu insanların büyük çoğunluğu çocuklar ve kadınlar.

Dağda sadece iki köy var; Kolka ve Kerse. Burası katliamdan kurtulup yurtlarını terk etmeyen insanlarla dolu. Ama geri kalan insanlar kuzey Kürdistan ve Rojava halkının dişinden tırnağından biriktirerek gönderdiği çadırlarda yaşamlarını sürdürüyorlar.

Son bir kaç gündür yağan yağmur var olan bütün çadırları etkiledi. Bütün çadırların içi suyla doldu. Çadırların içi de dışı da soğuk. Çadırlar içerisine giren araba yolu çamur. Yürürken bir kaç  kiloyu buluyor ayakkabılarımız. Ve havada görüş mesafesi en fazla on metreyi bulan bir sis.

Bu çadır kamplarda hayat yine kadınların, hareketlilik ise çocukların etrafında dönüyor. Sisli havanın içerisinde açık havada buraya kurdukları yeni hayata bir de tandırlarını ekleyen kadınlar ekmek yapıyorlar. Yanlarına gittik durumlarını sormak için verdikleri. ‘Hun revşame dibinin’ cevabını aldık. Aslında sorarken de biliyorduk ne söyleyeceklerini. Bize ekmek almamızı söylediler. Biz “çocuklar yesin” dediğimizde ‘ma hun ji zaroke me ne’ dediler. Bir kısmı zaten yağmurdan ıslanmış olan özellikle çocukların elbiselerini yıkayıp asmışlar gelişi güzel yaptıkları elbise iplerine. Bir kısmı tankerlerin etrafında toplanmış kovalarına su dolduruyor çoğunun ayakları çorapsız ve naylon ayakkabı ve etrafta kovalar omuzda taşınan sular. Ve bir kısmı da ellerinde kürekler çadırlarının etrafını düzenliyorlar kanal açıyorlar yağmur bir daha içeriyi basmasın diye.

Ve çocuklar; üşüyorlar ama hala dışardalar. Bir kısmının elleri koyunlarında bir kısmının varsa eğer cepleri elleri ceplerinde. Ortak bir yanları da bu çocukların çoğunun ayakkabısının olmaması. Bir kısmı çıplak ayakla basıyor ıslak toprağa ve bir kısmı da yazdan kalan terlikleriyle yürüyorlar oynuyorlar,  üşüyorlar. Çoğu da çorapsız ve eğer varsa ayağında çorap olan onların ortak yanı da bir hepsinin rengi çamur rengi olması. “Üşümüyor musun” diye soruyorum ve aldığım cevap şaşırtıyor beni ‘na nacemidim’.

Yaşları çok küçük de olsa kız çocuklar daha duyarlı görünüyorlar. Anneleri oradan oraya koştururken onlar kendilerinden bir yaş küçük kardeşlerine ablalık yapıyorlar. Küçücük bir ocağa dağdan binbir zahmetle topladıkları odunları atıyorlar minik elleriyle.

Şengal çocukları da şeker yiyebilsinler. Gözümüzün önünde olsun bu çocuklar gözümüzün önünde büyüsünler.

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.