Ne Kaderi, Cinayet Bu Cinayet!

Ne Kaderi, Cinayet Bu Cinayet!

Kader anlayışı insanların acısını hafifleten bir etkiye, insandaki dayanma gücünü ve moral motivasyonunu artırmaya yarar. Bir ölçüde anlaşılabilir bir durumdur. Ancak devletin hiçbir kurumu, ölümlere sebep olanlar, kaderleri böyleymiş diyemez.

HÜSEYİN ŞENGÜL yazdı:

Soma’daki kömür maden ocağında 15 Mayıs Perşembe günü saata 20.10'da yapılan açıklamaya göre 283 insan öldü.

Ne kolay, 250, 300 veya 350 rakamının telaffuzu.

Ölüm kolay mı?

İnsan hayatının sona ermesini hiçbir matematik, fizik vb. bilimler ifade etmeye yetmez.

Ölen ölür ve geride, tıpkı durgun suya atılan bir taşın merkezden başlayarak yayılan dalga etkisi gibi, acısını bırakır. Anası, babası, çocukları, karısı ve diğer akraba ve dostları bu yıkımın en yakın ve etkili dalga boylarını yaşarlar. Kimi ölümlerin acısı daha geniş bir çevreye; mahalleden şehre, şehirden ülkeye ve hatta uluslararası alana yayılır.

Soma’da kömür madeni ocağında hayatını kaybeden canların acısı böyle bir şey.

Kader anlayışı, insanların acısını hafifleten bir etkiye, insandaki dayanma gücünü ve moral motivasyonunu artırmaya yarar; çünkü yaradılış inancına göre emir büyük yerdendir! Ona karşı gelinmez, itiraz edilemez vs.

İnsan o acıyı yaşarken, o yası tutarken bir yandan da kader diyerek kendini avutur!

Bu bir ölçüde anlaşılabilir bir durumdur.

Ancak devletin hiçbir kurumu, yönetenler, ölümlere sebep olanlar, kaderleri böyleymiş diyemezler.

Hükümetten bürokrasiye ve işverene dek sorumlu olanlar, sorumluluklarını yerine getirmeyecekler ve bu olanlara kader diyecekler, öyle mi?

Kiminin ayakkabı kutularında paraları olur, kimi üç kuruşa çalışır!

Kimilerinin vakıf adı altında soygunlarını legalize eden kuruluşları vardır, kimileri maden ocaklarında ölür!

Demek bunlar kader ha!

Geçin bu yalanları!

Egemenlerin egemenliklerini yürütmek için insanların beyinlerine enjekte ettikleri yalanlar, egemenlerin kasalarını doldurmaya, ezilenlerin ise sürünmelerinin devamına yarar.

İş kazası demek doğru değil; cinayet bunlar, cinayet.

Soygun düzeninin burjuva kılıklı kasabalı iş adamları güruhu, çalışma koşullarını düzeltmek için gerekli yatırımları yapmıyor ve kazaları önlemek için gerekli önlemleri almıyorlar. Daha çok kar elde etmelerinin yanında insan hayatının değeri ne ki?

İnsanı katlediyorlar, doğayı katlediyorlar, daha çok kazanıyorlar.

Peki, zorbalara bu ortamı sağlayan kim?

Sistem, devlet, devleti yönetenler!

Sonra, bol bol yaratandan söz edin!

Sizi gidi yalancılar, sizi gidi zalimler!

Biraz olsun utanın ve saygı duyun!

Bu ülkenin iktidarı fütursuz.

Güç sarhoşluğunun dengesizliğiyle herkese ayar vermeye çalışan, hoşuna gitmeyen herkesi azarlayan dikta heveslisi, nobran bir başbakan var. 

İktidarı körlük yaşayan bu toplumun bir kesimi de körlük yaşıyor.

Muhalefet ise, siyasi feraseti nedeniyle yetersiz ve eski kafalı.

Bu iktidarın serbest atışları, büyük ölçüde dönemin gereklerine uygun politikalar üretemeyen muhalefetin yapısından kaynaklanıyor.

Şımarık iktidar, pısırık muhalefet!

Soma faciası üzerine Başbakan Erdoğan’ın ve kimi bakanların açıklamaları, tam da zihniyetlerinin dışavurumu.  Bu zihniyetin merkezinde insan değil, maddi kazanç, ideolojik ve ego tatmini var. Böyle siyasetin rengini de, yalan ve şiddetten oluşur!  

Bundan 50 – 100 yıl öncesinde çeşitli ülkelerde meydana gelmiş maden ocaklarındaki kazalardan söz eden Başbakan Erdoğan, “Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında, fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey yok” dedi.

50 – 100 yıl öncesi örnekler yoluyla analoji yapan ve bunlar olağan şeylerdir diyen Başbakan Erdoğan,  faciayı sıradanlaştırma ve olağanlaştırma kurnazlığı yapıyor. Kaldı ki Başbakan Erdoğan’ın yaptığına analoji değil, çarpıtma denir! Bundan 100 yıl önce tifo, sıtma, kızamık, kolera gibi salgın hastalıklar vardı. Bu hastalıkların o tarihlerdeki varlığı, bugün olmalarına bir gerekçe olamaz. Bu tür salgın hastalıklar bugün yok, neden?

“Bunun fıtratında ölüm var” korkunç cümlesini kurmak, nasıl bir yapının dışavurumudur? Ölüm, insanın fıtratında vardır, madencinin değil! Elbette iş kazaları vardır.  Ancak kaza ayrıdır, cinayet ayrıdır. Azami kar hırsıyla çalışma koşullarını güvenli ve sağlıklı hale getirmeyen patronlardan ve bunları denetlemeyen, gerekli yasalönlemleri almayan hükümetten kaynaklı ölümlere iş kazası değil, iş cinayetleri denilir.

Refik Durbaş’ın “Çırak Aranıyor” şiirinde, “Ölüm hep bana / Bana mı düşer usta?” dediği gibi, bu ülkede emekçilere ölüm düşüyor. Emekçilere ölüm düştüğü için de, ayakkabı kutularına da dolar düşüyor! Bir ülkedeki yolsuzluk ve dikta ile insan haklarının çiğnemesinin ve işçi ölümlerinin paralellik gösterdiğini bir kez daha yaşıyoruz.

Köle efendi ilişkisi

Muktedirlerin fütursuz, vicdansız ve nobran açıklamalarından daha vahim olanı, bu toplumda yakın geleceği ipotek altına alacak denli bir anlayış oluştu: Başbakan Erdoğan ne eylerse doğru eyler!

Bu öyle bir siyasi körlüktür ki, köle – efendi ilişkisinde olduğu gibi, kölenin efendisine teslimiyetidir.

Siyasi tercihin, taraf tutmanın efendiye bağlılık düzeyinde olması, düşünmeyi ve kişiliği iğdiş eder. Robotlaşan insan, insani değerlerin taşıyıcısı olamaz. Anahtarı efendinin elinde olan bir oyuncaktır o; oyuncağın kişiliği olmaz!

Bu hale getirilmiş/gelmiş bir insanda utanma olmaz!

Çünkü o insanın yüzü kızarmaz!

Böyle bir insan vicdansız ve saygısızdır!

Özellikle Gezi direnişiyle başlayan ve 17 Aralık yolsuzluk operasyonu ile tavan yapan taraftar körlüğü, basının amigoluğunda alçalarak devam ediyor.

Her olumsuzluğu iktidarı savunmak adına paralel yapıya, Gezi muhalefetine bağlayacak kadar körleşmiş iktidar trolleri, Soma katliamına ve oraya giden Başbakan Erdoğan’a tepkileri de paralel yapıya bağlamakta.  Bu zihin yapısında soru sormaya, eleştirmeye, acaba böyle midir diye şüphelenmeye yer yoktur.

Bu komplocu mantığın pohpohçusu medyanın midelerine bağlı beyinleri, arsızlıkta sınır tanımıyorlar.

Bu toplumda iktidarıyla, medyasıyla, taraftarıyla bilcümle ciddi bir seviye kaybı yaşanıyor.  Bu durum, utanmazlığı ve saygısızlığı alabildiğine yaygınlaştırıyor. Siyasetteki otoriterleşme ve ötekileştirme vicdan, adalet, empati, hak, ahlak gibi temel insani verileri yok ediyor.

Soma’da derdest edilmiş protestocuya tekme savuran fotoğrafa bakınız. Başbakan’ın Özel Kalem Müdür Yardımcısı Yusuf Yerkel adındaki bu şahıs, herhalde kendini kolluk gücü sanıyor. Kaldı ki kolluk gücü olması da, ona tekme atma hakkını vermez. Peki, bu bürokrat nasıl olurda protestocuya tekme atar? Çünkü onun Başbakanı herkesi azarlıyor, herkese ayar çekiyor ve bu köle de, efendisini protesto edene tekme atma hakkını kendinde görüyor. Bir tür imam cemaat ilişkisi! Bu fotoğraf, iktidarın fotoğrafıdır: Kölenin suratından akan kin, efendisini aratmıyor! Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir rezillik görülmemiştir. İktidarın saldırganlığının en açık ve en rezil ifadelerinden biridir bu fotoğraf.

Efendi – köle ilişkisi bağlamında muktedire tabi olan ve onun her koşulda savunusu yapan kesim; bilesiniz ki, kölelerin kurtuluşu efendilerin elinden olmamıştır! Efendi/efendiler ve onların kemik yalayıcı tayfası bir gün mallarıyla, mülkleriyle, paralarıyla köşelerine çekilecekler.

Ya sen, neyinle nereye gidecek, ne yapacaksın?

Aynı yerinde sayacaksın, biraz daha yaşlanmış olacaksın ama en önemlisi de, vicdanını ve utanma duygusunu yitirmiş bir yüzü taşıyabilecek misin? 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum