Kobani ve 'Kürtlerin Çanakkale'si'

Kobani ve 'Kürtlerin Çanakkale'si'

Demirtaş’ın Kobani’yi Azerbaycan’la kıyaslamasının aslında çok derin bir temeli var. “Kardeşimin ölümünü izleyip belki de ölümüne destek de verirsen nasıl beni kendi barışına inandırabilirsin” demektir kısaca.

Mehmet Ron

Türk hükümeti ve medyası İŞİD çetelerinin Kobani’ye yönelik saldırıları karşısında Kürt Siyasi Hareketi’nin yaptığı açıklamaları “tehdit ettiler” diye görürken bazı mühim noktaları görmüyorlar.

Kürt açılımının başlarında çeşitli argümanlar kullanarak “Türk-Kürt” birlikteliğine atıfta bulunan söylem ve hareketlerde en çok kullanılan malzemelerden biri de “Çanakkale Savaşı”ydı.

Kürtlerin bir hak talebi karşısında, milliyetçi muhafazakâr çevreler derin bilinci uyandırmaya çalışarak psikolojik baskılar ile “Bakın o gün orda hepimiz beraber savaştık” gibi cümlelerle Kürdün gözlerini Çanakkale Şehitliği’ndeki Kürtlerin mezar taşlarına çevirirler.

Ülkede kendini “sol”olarak gösteren kesimler ise konu Kürtlerin hak talebine gelince sadece “Emperyalizme karşı” olma temelinde birleştiklerini söylerler. Ancak yüzyıldan uzun süredir Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın yani Kürdistan’ın sömürüldüğüne katılmaz, Kürtlerin legal illegal hak talepleri karşısında onları “Emperyal” çevrelerle işbirliği yapmakla suçlarlar.

Kürtler ise yüzyıllık bir süreçte Türkiye’deki mevcut siyasi yapılanma içinde hiçbir zaman özgür olarak siyaset yapamadılar. Halkın siyasi iradesinin temsil edildiği mecliste seksen küsur yıl boyunca temsil edilmediler. Kurdukları partiler kapatıldı, meclise giren vekilleri yaka paça tutuklandı, siyasi yapılanmaları engellendi.

Ama bu hiç önemli değildi çünkü Türkiye’de yaşayan halklar kardeşti ve bunun en büyük göstergesi Çanakkale Savaşı’ydı. Türkler de kendisini “aşiretsel” yapılarından dolayı yönetemeyecek kardeşlerine yardım ediyor hatta tüm İslam dünyasına demokrasisi ve laikliğiyle örnek oluyordu. Türkiye büyük bir ülkeydi ve “büyük düşünmeliydi” gerisine ne gerek vardı ki, zaten kardeş değiller miydi?

Davutoğlu’nun Davos’ta söylediği gibi bugün yapay sınırlarla bölünmüş, bir köyü ortadan ikiye bölen sınırların bir anlamı yok. Tel örgünün her iki tarafı da aynıydı, bin yıllık kardeşliğe tel örgüler engel olamazdı.

Bugün İŞİD terör örgütünün canice saldırılarda bulunduğu Kobani’ye saldırıların 15. Günü. Ve karşı taraftaki “kardeşleri(!)” ağır silahlarla vurulurken, sınırlarda çağın en büyük trajedileri yaşanırken, sınırı geçmeye çalışan çocuklar mayına basıp ölürken, aç kalırken, tarlalarda yatarken ve sınırdaki polislerden biri elindeki sigarayla, belindeki silahıyla sınırı geçenleri hizaya sokup “Lan siz kimsiniz ki, adam olun!” diye hakaret edip bağırırken Kürtlerin sınıra dayanmasının bir mantığı olabilir miydi?

Sınırda toplanıp kendi halkına sahip çıkmaya çalışan binlerce insanagüvenlik güçleri silahlarla, gaz bombalarıyla, karşıdaki çeteler havan toplarıyla saldırmışsa ne olmuş ki? Ne olmuş yani çocuklar açlıktan, mayından, korkudan ölmüş. Siz asıl şu milletvekiline bakın! Taş atıyor!

Akil adamların bölge gezilerinde derlediği raporlarda “Çocuklarını kaybeden bölge halkının yaşanan her ölümle daha çok sarsıldığı, birlik düşüncesinden koptuğu ve her ölüm haberinden sonra katılımların daha çok arttığı” belirtiliyordu. Erdoğan’ın seçim meydanlarında açılımın arkasındaki duruşunu koruyarak “Çocuklar dağlarda ölmesin, gelecekler ve bu sorun artık inşallah bitecek” sözleri bölgede büyük umutlar yaratmıştı.

Davutoğlu Davos’ta çözüm sürecini Ortadoğu’daki tek başarılı siyasi çalışma olarak gösterdi ancak son dönemde attıkları adımlarla bu süreci gerçekten ne kadar sabote ettiklerinin farkındadırlar herhalde. Ülkesindeki Kürdü Çanakkale Savaşlarındaki kardeşçe birliktelikle kazanmaya çalışıp son zamanlarda bir Kürt siyasetçisinin “Bizim Çanakkale”miz diye belirttiği Kobani karşısında neredeyse düşmanca bir tavır sergilemek Çözüm Süreci’ni gerçekten de büyük hasara uğratır.

Psikolojik dengeleri çok iyi belirleyen ve gerektiğinde algı operasyonlarıyla kitlelere yön çizen devlet aklı, Kürtler nazarında böylesi bir psikolojik duvarın bulunduğunu iyi bilmelidir. Bu KCK böyle söylediği için değil, gerçek bu olduğu için böyle.

Demirtaş’ın Kobani’yi Azerbaycan’la kıyaslamasının aslında çok derin bir temeli var. “Kardeşimin ölümünü izleyip belki de ölümüne destek de verirsen nasıl beni kendi barışına inandırabilirsin” demektir kısaca.

Hükümetin bu değişiminin ardında yatan en büyük sebeplerden biri de etraflarındaki “danışmanlar”. Bu danışmanlardan biri olan Yiğit Bulut’un son yazısında “Türkiye uyanıyor, ayağa kalkıyor... Özüne yapay yollarla, zorla YERLEŞTİRİLEN PARADİGMA Sayın Erdoğan liderliğindeki hareket tarafından kırılıyor... Bu yeni bir BAŞLANGIÇ ve Türk Halkının da bu YENİ ALGILAMAYA göre zihnini “şartlanmalardan” kurtararak ileriye bakmayı denemesi, sınırları zorlaması gerekli.” Diyerek zorlanacak sınırları açıklıyor.

Yiğit Bulut, göz ardı edilmeyecek kadar önemli tespitlerde bulunuyor ancak “danışmanlığa” getirildiği günden beri hükümete sürekli sürrealist tablolar çizip “Sen Türkiye’sin Büyük Düşün” diyor. Büyük düşünmek elbette önemlidir ancak hayalperest olmanın da bir getirisi olmadığı gibi “Türkiye’yi Osmanlının güçlü zamanlarına çevirme” hayalleri ile komşu ülkelerle savaşa girmenin yaratacağı büyük kaosun saatli bir bomba olan Ortadoğu’da nasıl ters tepeceğini de bilmeli.

Türkiye ileri demokrasi, güçlü ekonomi gibi hedeflerine geçmişin yayılmacı politikalarıyla ulaşamayacağını aksine kendi öz gücünü kullanarak, kendi iç barışını sağlayarak ulaşabileceğinin farkında olan bir ülke olarak, ayakta durabilir. Devletin en üst kademesinin bile artık kabul ettiği çeşitli yapıların halen iktidar üzerindeki baskıları sürerken bir savaş bataklığına yürümek, içeriyi kontrolden çıkarır. Olası bir “tampon bölge” girişimi sırasında gelecek ölüm haberleri bile bu yapıları “yekvücut”yapmayacak, aksine iyice güçlendirecektir.

Ortadoğu’da büyük güç dengeleri varken, üstelik son zamanlarda karşınıza Avrupa’yı ve ABD’yi almışken kalkıp“Tampon Bölge” gibi fikirlerle komşu ülkeyi kısmen ilhaka yeltenmek pek mantıklı değil. Aşırı özgüvenin kusurlarını ifade eden“El yumruğu yemeyen kendi yumruğunu balyoz sanır”atasözünden de ders alınmalı. Hasta Adam’dan Şizofren Adam’a dönmenin bir yararı yok.

Evet, Türkiye büyük bir ülke ama “Sarı Öküz”ü gözden çıkarırsa yarın kurtlara av olmaktan kurtulamaz. Çoğunluğu ülkesinde olmak üzere Kürtlerin dört parçaya yayıldığı gerçeğini ve her birisinin diğerini savunma refleksini anlamalı ve buna büyük devlet olmanın vereceği insani bir bakış açısıyla yaklaşmalıdır. 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.