Karanlık bir dönem...

Karanlık bir dönem...

Genellikle değişmiyor. Bugün yazı yok diye başlıyor gün. Sonra yine yazıyorum.

Çünkü her sabah vücut kimyamı bozan bir şeyler oluyor.
İnternette dolaşmaya başlayınca, haber kanallarını açınca, hay Allah diyorum kendi kendime...
Ve oturup iki satır olsun yazıyorum.
Dün de farklı değildi.
Yazı yoktu gündemde.
Tersine -her zamanki gibi- okunmayı bekleyen kitaplar vardı masamın üstünde.
Ahmet Altan’ın yeni romanı Ölmek Kolaydır Sevmekten henüz bitmedi.
Cengiz Çandar’ın uzun bir önsöz yazdığı, Jonathan Powell’ınTeröristlerle Konuşmak.
Tony Judt’ın When the Facts Change.
Hürriyet’in Washington temsilcisi, değerli meslektaşım Tolga Tanış’ın Potus ve Beyefendi.
Kissinger
’ın son kitabı World Order.
Carlos Fuentes’den Kendim ve Ötekiler...
Kaç zamandır hepsiyle bakışıp duruyorum.
Ne yazık ki öyle.
Okunmayan -ya da okumaya vakit ayıramadığım- kitapların bende yarattığı vicdan azabı hiç bitmez.
Bu dönem de öyle bir dönem.
Saray’daki Sultan devri yüzünden pek fazla okumaya da, kitap yazmaya da zaman kalmıyor.
Çünkü her gün bir şeyler oluyor..
Dün de öyle oldu.
Gündemde yazı yoktu!
Ama iki gazetenin birinci sayfalarına göz atınca, yine vücut kimyam bozuldu.
Dayanamayıp yazmaya karar verdim.

Davutoğlu’nun inandırıcılığı kalmadı 

Haberlerden biri Hürriyet’teydi:

Davutoğlu: Cumhurbaşkanı TARAFSIZDIR!

Haberin spotunda Başbakan’ın sözleri vardı.
Birinci cümlesi:
“Kurumsal olarak hem Cumhurbaşkanı’nın hem Başbakan’ın yeri bellidir.”
İkinci cümlesi:
“Cumhurbaşkanı siyasetin üstünde tarafsız konumdadır.” 
Üçüncü cümlesi:
“Listelere müdahil olma durumu söz konusu değil.”
Yanlış okumuyordum.

 Başbakan bunları bir gece önce NTV’de söylemişti.
Akıl alır gibi değildi.
Demek ki, Erdoğan ‘siyaset üstü’ymüş…
Demek ki, ‘tarafsız konumda’ymış…
Demek ki, milletvekili aday listelerine ‘müdahil olma durumu söz konusu değil’miş…
Gerçekten şaka gibi.
Her şey gözlerimizin önünde, çırılçıplak.
Ama daha hala Davutoğlu, gözlerimizin içine baka baka, Erdoğan’ın ‘tarafsızlığı’ndan, ‘siyaset üstü konumu’ndan dem vurabiliyor.
Demirel’in bir sözü vardır:
“Kendi yalanına inanmayan siyasetçi, siyasetçi olamaz”gibisinden bir söz…
Ama Davutoğlu, bu kadarı da olmaz dedirtiyor insana…
Yazık ki öyle.
Farkında değil herhalde.
Hiçbir inandırıcılığı kalmadı.
Bundan böyle bir başbakan olarak ciddiye alınması da mümkün değil.

“Aile boyu dava”

Dün sabah vücut kimyamı bozan ikinci habere gelince…
Cumhuriyet’in manşetindeydi:
“Aile boyu dava!”
Üst başlık ve spotlar:
(1) “Gazetemiz yazarları hakkındaki davanın şikayetçilerini Saray erkânı oluşturdu.”
(2) “Erdoğan, Charlie Hebdo’nun özel saysından seçki yayımlayanCumhuriyet’i hedef göstermişti.”
(3) “Özel sayının kapağını dayanışma amacıyla köşelerinde yayımlayan Hikmet Çetinkaya ve Ceyda Karan hakkında 6 yıla kadar hapis istemiyle hazırlanan iddianamenin 1280 kişilik şikayetçi listesinde Erdoğan ailesi ve avukatları göze çarptı.”
(4) “Erdoğan’ın oğlu Bilal, kızları Sümeyye ve Esra, damadı Berat Albayrak’ın yanı sıra Erdoğan’ın danışmanı Mustafa Varank, avukatları Ahmet Özel ve Ferah Yıldız da şikayetçi oldu.”

Türkiye hiç böyle bir dönem yaşamadı

Böyle bir ülkede ne ifade özgürlüğü olur, ne de yargı bağımsızlığı.
Twitter, Facebook ve YouTube’u sosyal bela olarak gören, bir seferde 166 internet sitesini karartabilen, İç Güvenlik Yasası’yla özgürlüklerin başına çuval geçirmek için her an mazeret yaratabilen, medyaya aile boyu davalar açabilen, böylesine yasakçı, sansürcü bir zihniyetle Türkiye’nin çıkmazı her geçen gün derinleşir. 
46 yıllık gazeteciyim.
Bunca yıldır siyaset izliyorum.
Ama emin olun böyle bir dönem anımsamıyorum.
Türkiye hiç böyle bir dönem yaşamadı.
Yazın bir kenara:
Saray’daki Sultan dönemi sona ermeden, bu dönemin hesabı sorulmadan Türkiye’de demokrasi ve hukukun üstünlüğü dönemi açılamaz.

HASAN CEMAL / T24

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.