İsmail Beşikçi bu ödülü iade etmeli

İsmail Beşikçi bu ödülü iade etmeli

Anlaşıldığı kadarıyla, Türkiye’de Ermeni jenosidi hakkında teori ve araştırmalarıyla devletin inkâr politikalarını eleştiren şahıslara “Gevork Surenyants” nişanı verilmek üzere çağrılmış.

MUSTAFA BALBAL

Sosyolog-yazar İsmail Beşikçi, Batı Ermenistan Kongresi ile Erivan devlet Üniversitesinin daveti üzerine 30 Ekim 2014 tarihinde Ermenistan’a bir seyahatte bulunmuş. Beraberinde Diyarbakır eski belediye başkanı Osman Baydemir ve Beşikçi Vakfı başkan yardımcısı avukat Ruşen Aslan da varmış. Anlaşıldığı kadarıyla, Türkiye’de Ermeni jenosidi hakkında teori ve araştırmalarıyla devletin inkâr politikalarını eleştiren şahıslara “Gevork Surenyants” nişanı verilmek üzere çağrılmış. Nihayetinde de kendisine bu nişan layık görülmek üzere verilmiş. İsmail Beşikçi, bu nişanı alırken yaptığı teşekkür konuşmasında hızını alamamış olacak ki, 1915 tehcirinde Ermeni halkının canını ve malını kast ve gasp eden devleti görmezden gelerek, Kürd’leri işbirlikçilikle itham edip bunu yüksek perdeden dile getirmiş. Yaptığı bu açıklama, kendi mesleği olan sosyoloji disiplininin ana teması olan “olguların perde arkası irdelenmeli” metoduyla tezat oluşturması nedeniyle ortalamayı aşan bir talihsizliktir. Çünkü o dönem olup biten tüm gelişmelerin “kimler tarafından, niçin ve nasıl vuku bulduğunu bir sosyolog olarak göz ardı etmiştir. İsmail Beşikçi’nin mesleğini kendisine öğretmek haddim değil, sadece burada eleştiri hakkımı kullanmak istediğimi belirtmek isterim. Diğer bir talihsizlik ise, klasik baskıcı bir devlet ideolojisinin doğrudan etkisinde olan bir Üniversite ile Kongre organının daveti üzerine nişan/ödül almasıdır. Osmanlının Ermeni halkına karşı estirdiği terörü eleştirdiğinden dolayı kendisine ödül verenler, Ermenistan devletinin de Kürd’ler üzerinde estirdiği terörü de dile getirmiş olsalardı kuşkusuz hepimizin içini ısıtan bir ödül olurdu. Yâda Ermenistan’daki ilerici bir yapının daveti üzerine bu ödüle icap etmiş olsaydı jenoside olmuş Ermeni halkının çığlığına kuşkusuz daha reel bir ses kattığına kalben hep beraber sevinebilirdik. Ama üzüldüğümüzü belirterek, mazlum Ermeni halkına uygulanan jenosidin müsebbibi olan Osmanlı devletinin bu konudaki mirasçılığını yapan Türkiye cumhuriyetinin bu jenosidi inkâr etme safsatalığı nasıl ret edilmesi gerekiyorsa, Ermenistan devletinin resmi ideolojisi doğrultusunda ağza uzatılacak mikrofona belirsiz belirlemelerde bulunanın söylemleri de ret edilmesi gereken benzer bir acı hadisedir.

Türkiye, İran, Irak ve Suriye gibi Ermenistan devleti de Kürd’ler üzerinde etnik ve dinsel baskı uyguladı ve hala uygulamaya devam etmektedir. Bu nedenle İsmail Beşikçi’nin Ermenistan devleti güdümlü bir ödül alması Kürd’ler açısından anlaşılır bir durum değil. Konuşmasının bir paragrafında Kızıl Kürdistan’nın dramına dikkat çekerken, bu dramın o dönemdeki sorumlularından Ermeni bilim insanı Komünist Parti Sekreteri Galust Galoyan ve Bilimler Akademisi öğretim görevlisi Babik Asetyan gibi kafatasçı Ermeni ideologların iğrenç politikalarından bahsetmemektedir. Bu Ermeni ideologların Kürd’lere dönük yok etme politikasının uzantısı olarak 1990’lardan itibaren Ermenistan devletinde yerleşik olan Kürd’ler üzerindeki faşizan baskıya da hiç değinmediği görülüyor. Özellikle Ermenistan bölgesindeki Kızıl Kürdistan’a sığınan Kürd’lerin ilerleyen tarihlerde neredeyse tamamına yakını Ermeni devleti tarafından nasıl öldürüldüğü, nasıl göç ettirildiği, nasıl asimilasyona tabi tutulduğu ve yerleşkeleri nasıl işgal edildiğine ise hiç değinmiyor. Son asrın Kürdolog’u sayılan İsmail Beşikçi’nin, Ermenistan devletinin Kürd’ler üzerinde yarattığı deformasyondan haberdar olmaması mümkün değil. Eğer durum böyle ise, ki böyledir, buradaki tavrı geçmişteki devrimci tavrıyla tezat oluşturmaktadır. Konuşmasının önemli bir paragrafında da neyazık ki, Kürd’leri işbirlikçilikle itham etmektedir. Kendi tabiriyle işbirlikçi Kürd’lerden bahsederken acaba 1915’te Kürd’lerin alternatif bir muhtariyeti mi vardı? Çünkü işbirliği, ancak orantılı iki güç arasında olabilir. O dönem Kürd’lerin Osmanlı devletiyle orantılanacak herhangi bir gücü yokken, böyle bir işbirliğinden bahsetmesinin izahatıyla kendisi mükelleftir.  

Bilindiği gibi Kürd Mirliklerinin Osmanlı tarafından tamamen ortadan kaldırıldığı 1856’dan 1915 tarihine kadar, Türkiyede Kürd’lerin herhangi bir muhtariyetinden yâda bölgesel gücünden bahsetmek mümkün değil. Bunu en iyi bilenlerden biri de İsmail Beşikçi’nin kendisidir. Bu dönemlerde Kürd’lerin kolu ve kanadı tamamen kırık olduğundan, Osmanlı’yla işbirliğine gidecek herhangi bir otoritesi yoktur. Eğer Hamidiye Alaylarının yaptığı tahribatı Kürd halkına mal etmek maksadıyla söylemişse bu da ayrı bir suçlama olur. Eğer Kürd coğrafyasındaki Ermenilerin canına ve taşınmazlarına Kürd işbirlikçileri tarafından gasp ve kast edildiği düşünülüyorsa, İstanbul, Ankara, İzmir, Trabzon, Amasya, Adana, Kayseri, Konya, Tokat, Afyon, Sinop, Rize, Muğla ve daha birçok batı illerindeki Ermenilerin canına ve taşınmazlarına kast ve gasp edenler neden işbirlikçi olarak lanse edilmiyor? Eğer Ermeni taşınmazlarının gasp edilmesi işbirlikçilikse, ozaman Türkiye’de yaşayan herkes işbirlikçidir. Dolayısıyla Türkiye nüfusunun üçte biri Kürd olduğuna göre en büyük işbirlikçi olarak Türkler öne çıkmaktadır. Durum bundan ibaret iken, neden sadece Kürd’ler işbirlikçi olarak lanse edilmeye çalışılıyor? Bu çok manidar bir durumdur! Meseleye sosyolojik açıdan bakıldığında, burada Kürd halkı da Türk halkı da işbirlikçi sayılamazlar. İşbirlikçilikse, katliamcılıksa, talancılısa ve her ne haltsa tamamen suçlu Osmanlı devletinin kendisidir. Suçu halklara mal etmek, suçlu olan devleti temize çıkarmaktan başka bir şey değildir. Kuşkusuz İsmail Beşikçi’nin böyle bir anlayış içerisinde olduğu düşünülemez. Ama maalesef bu konudaki talihsiz beyanatı, Osmanlı devletinin gerçekleştirdiği tahribatın bir bölümünü özellikle Kürd’lere mal etmeğe çalışan Kemalistlerin sürdürdüğü kirli politikaya güç kazandırmak anlamına gelmektedir. Bu tür beyanatlardan sakınmak, Kemalistler tarafından Hamidiye Alayları safsatasıyla Kürd halkını haksız yere hedef tahtasına oturtulmasına engel anlamına gelecektir.

Kürd’lerden, Türk’lerden, Arap’lardan, Türkmen’lerden ve Terekeme’lerden müteşekkil olan karma Hamidiye alayları doğrudan devlete bağlı bir ordu idi. Bu ordunun, eğitimi, her türlü gereksinimi, terfisi, etki alanı ve savaşıp savaşmama yetkisi tamamen Osmanlı devletine bağlıydı. Osmanlı devletinin teşkilatlandırdığı ve yönettiği 50-60 bin kişilik bu ordunun yaptığı tahribatları milyonlarla ifade edilen Kürd halkına mal edilmesi yine Kemalist rejimin yürüttüğü kirli politikanın bir parçasıdır. Bugünkü “Korucu ordusu” nasıl ki Kürd’leri bağlamıyorsa, Hamidiye alayları da aynı şekilde Kürd’leri bağlamayan devlet menşeli karma bir ordudur.

Diğer yandan, Ermenistan devleti kendilerini jenoside eden bu Osmanlı ordusunun tahribat faturasını kendi içindeki Kürd’lere ödeterek tıpkı Osmanlı devleti gibi insanlık suçu işlemiştir. Ne yazık ki, bazı Kürd şahsiyetleri de aynı şekilde bilgi yoksunluğu yaşayarak zaman zaman bu tür hatalara düşüp Kürd’leri zan altında bırakmaktadırlar. Ne Türk halkı, ne Kürd halkı, nede Ermeni halkı işbirlikçi olacak kadar suçlu değildir. Suçlu aranacaksa devletlerin kanlı ellerine bakmak yeterli olacaktır.

Ermenistan devleti de tıpkı Türkiye gibi baskıcı politikalar yürüterek Kürd’leri önce Ezidi ve Sünni diye ikiye ayırdı. Nüfuzlu Ezidi Şéx’lerinden Keleş, Kerem ve Hesen gibi önemli kişileri kendi kirli politikasına alet etti. Sonuç alamayınca da öfkeyle Kürd’lerin tümüne yönelmeye başladı. Ermenistan devleti doksanlı yıllarda Sünni Kürd’leri tamamen baskılayarak Ermenistan’dan kovdu. Daha sonra etnik temizlik politikasını olanca hızıyla devam ettirerek, Ezidi Kürd’lerinin çoğunu da peyderpey kovdu. Erivan Radyosunun önemli Kürd ses sanatçılarından Aslika Qadır, sınıf arkadaşı olduğu ve Ermenistan devlet başkanlığına seçilen Levon Ter-Petrosyan’ı makamında ziyaret ederken, Petrosyan; etnik bir temizlikle tüm Kürd’leri Ermenistan’dan kovduğunu övünçle bahseder. Bu faşizan politikalar nedeniyle daha sonra tüm Kürd’ler gibi Aslika Qadır’da Ermenistan’dan çıkmak zorunda kalarak Avrupaya yerleşir. Çerkezé Reş, Karlané Çaçani, Xalıt Çetoyev, Prof. Dr. Şerefé Eşiri, Prof. Dr. Şakıré Mıho, Prof. Dr. Seidé İbo, Prof. Dr. Celilé Celil ve Emerké Serdar gibi aydın, yazar ve akademisyenler de tıpkı tüm Kürd’ler gibi Ermeni devletinin faşizan politikalarının birer muzdaripleridir. Bu ödül töreninde, Ermenistan devletinin faşizan baskılarını ihtiva eden sayısızca çalışmaların sahipleri olan bu yazar ve aydınların çığlıkları neden duyulmadı, yâda önemsiz kılındı?

Daima ezilmiş halk kitlelerinden ve özelliklede Kürd halkından sevgi ödülleri alan sayın İsmail Beşikçi, baskıcı Ermenistan devletine doğrudan bağlı ve devlet ideolojisiyle yoğrulmuş olan Erivan Üniversitesinden aldığı ödülü iade etmesi için, yukarıda sıralanan negatif nedenler sanırım yeterli olacaktır. Bu konuda sayın İsmail Beşikçi’nin Mandela örneğini görmezden gelemeyeceğine dair Kürd halkının kendisine olan inancı tamdır. 1992 tarihinde “Uluslararası Atatürk Barış Ödülü” Türkiye devleti tarafından Nelson Mandela’ya verilmek istenmesine karşın, Mandela bu ödülü almayı ret etmişti. Gerekçe olarak; “Kürd’lerin Türkiye’de çektikleri eziyeti görmezden gelmemiz mümkün değildir” diye tüm dünyaya açıklamada bulunmuştu. Sayın İsmail Beşikçi’nin de oradaki Kürd’lerin Ermenistan devletinden çektiği eziyeti “bir ödül uğruna” görmezden gelemeyeceğini umuyoruz…

[email protected]

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum