IŞİD: Kürtler Kaybederken Türkler Kazanır mı?

IŞİD: Kürtler Kaybederken Türkler Kazanır mı?

Adına IŞİD denilen caniler sürüsü, Ortadoğu’daki kadim Kürt varlığını ortadan kaldırmak için her türlü yol ve yönteme başvuruyor.

Doç. Dr. Abdullah KIRAN (Siyasetbilimci)

Kürtler, tarihteki en ciddi soykırım tehdidiyle karşı kaşıya. Adına IŞİD denilen caniler sürüsü, Ortadoğu’daki kadim Kürt varlığını ortadan kaldırmak için her türlü yol ve yönteme başvuruyor. Sadece Kürtler hedefte değil, Hıristiyan azınlıklar, Kakayiler, Feyliler, Şii Türkmenler ve sahipsiz, pardon devletsiz bütün etnik ve dini azınlıklar, bu barbarca saldırıların hedefindedir.  IŞİD etnik ve dini temizlik yapıyor; ancak bu rastgele bir politika değil. Oldukça derin bir plan çerçevesinde,  adeta İttihatçı bir nüfus mühendisliği titizliğiyle, başta Suriye ve Irak’ta olmak üzere bölge yeniden dizayn edilmek isteniyor.

IŞİD’in Egemenlik Alanı Mücadelesi

Hem Irak ve hem de Suriye’de Kürtlerin birincil hedef olarak seçilmesinin çeşitli nedenleri var.  Birincisi Kürtler, bu kirli hesapların hayata geçmesi önünde en büyük engel olarak görülmektedirler. Kürdistan coğrafyasının stratejik konumu, zengin su ve petrol yatakları üzerinde yer alması, işgalci zihniyetin iştahlarını inanılmaz düzeyde kabartmaktadır. Irak ve Suriye’deki Sünni Arap nüfusun yoğunlukta olduğu yerleri üs olarak seçip egemenlik alanı olarak belirleyen IŞID canileri, adeta çöl niteliğindeki bu coğrafyada, sağlıklı ve güvenli bir gelecek inşa edemeyeceklerini bilmektedirler.  Bu nedenle, egemenlik sahalarını zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklara sahip alanlara doğru genişletmek istemektedirler. Hal böyleyken, yönelebilecekleri iki alan mümkün görünmektedir: Daha çok Şii Arap nüfusun yoğun olduğu Arap toprakları ve Kürdistan.   Irak’ta Şii Arapların meskun olduğu topraklara yönelmek, bütün Arap âleminin tepkisine yol açacağından ötürü, mümkün olduğu kadar oralara saldırmak istememektedirler.  Doğrudan doğruya Şii egemenlik sahalarına yöneleceklerine, daha çok Şii Arapların denetiminde olan Sünni yerleşim yerlerini kontrol altına almaya çalışmaktadırlar. Kuşkusuz bu yerlerin başında da,  halifelik merkezi ve tarihi bir Sünni kenti olan Bağdat gelmektedir. Ancak Şii Araplar, başta Bağdat olmak üzere, IŞİD’in hedefleri ve saldırabilecekleri yerleri az çok bildiklerinden dolayı, çok ciddi tedbirler almış bulunmaktadırlar.

Kürt Toprakları No Man’s Land

Bu durumda IŞID için egemenlik alanını Kürdistan’a doğru genişletmek seçeneği ön plana çıkmaktadır. Kürtlerin uluslararası düzlemde tanınmış bir devletleri olmadığından dolayı, yerleşik oldukları topraklar no man’s land (kimseye ait olmayan topraklar)  olarak değerlendirilmektedir. Kimseye ait olmayan bu toprakları elde tutmanın en kolay yolu, burada yaşayan nüfusu, baskı, terör, şiddet ve hatta soykırım yoluyla yerinden ve yurdundan etmektir.  Şüphesiz IŞİD bir insan öldürme makinesi olarak çok gaddar bir yapı, ancak bütün bu vahşeti, önüne koyduğu siyasi hedefi gerçekleştirmek amaçlı uygulamaya koymaktadır. IŞİD’in, Kürt topraklarına ilaveten, egemenlik alanını genişletebileceği diğer yerler, Türkmen ve Hıristiyanların yerleşik olduğu yerlerdir. Türkmenler hedef alınırken, Türkiye’nin politikası mutlaka dikkate alınmaktadır. Özellikle Şii Türkmenler daha kolay bir hedef olarak görülmektedirler.

Neden Kobani Kolay Lokma

IŞID, Irak Kürdistan’ında istediğini elde edemeyince bu kez derhal Batı Kürdistan’daki Kobani’ye yöneldi.  Kobani  ve Afrin kantonlarının, Cezire ile fiziki bir temaslarının olmaması, buraları saldırılara açık, kolay bir lokma haline getirmektedir. Özellikle Kobani ve Cezire arasında yer alan Girê Spî’nin (Tel Abyad) IŞİD’in elinde olması, Kürtleri, kendilerini savunacak ve lojistik bir destek alacak imkanlardan alıkoymaktadır. Oysa tarihi bir Kürt yerleşimi olan ve 1962’den sonra Arap Kemeri politikasıyla Kürtlerin çıkartılarak Arapların yerleştirildiği Gırê Spi, Kobani ve Cezireyi birleştirseydi, IŞİD bu saldırı cüretini kendisinde bulamazdı. Eğer Kürtler,  Cezirey’i Kobani, Kobani’yi Afrin ve Afrin’i Akdeniz’le birleştirme hususunda başarılı olmazlarsa, korkarım ki Kantonlar, amiyane deyimle birer karton gibi tek tek yıkılacaklarıdır. Çünkü Irak ve Suriye’de bir bölüşüm, bir paylaşım savaşı yaşanmaktadırlar. Hangi güç nereyi ele geçirirse, yeni yapılanmada buraların sahibi o olacaktır. Esad ve Nusayriler, eninde sonunda Şii nüfusun yoğunlukta olduğu yerlere çekilmek ve Şam’ı ellerinde tutmak için mücadele edeceklerdir.

Tampon Bölge Talebi

IŞİD’in Kobani’ye saldırması akabinde,  150 000 civarındaki Kürdün Türkiye topraklarına akın etmesi, hükümet çevrelerinden, tekrar tampon bölge oluşturma yönündeki düşünceler dillendirilmeye başlandı.  Üstelik tampon bölge oluşturma isteği sadece Suriye için değil, bu kez Irak için de konuşulmaktadır. Hukuki anlamda, sınır ötesinde bir tampon bölge oluşturma eylemi,  BM’nin onayını gerektirmektedir. Ancak BM’nin, buna evet demesinin mümkün olmadığı ortadadır. Türkiye’nin Suriye ile sınırı 910, Irak ile sınırı 331 km’dir. Türkiye’nin 1250’lik sınırda ve üstelik sınırın ötesinde tampon bölge oluşturması, Ortadoğu bataklığına tam anlamıyla bulaşması demektir. Haydi, Suriye’de bir yönetim boşluğu var, peki ya Irak Kürdistan’ı? Burası Irak’ın, hatta Ortadoğu’nun en güvenli ve istikrarlı bölgesi değil mi? Üstelik Türkiye’nin de hem ticari hem de siyasi anlamda en önemli paydaşlarından biri.

Kürt Yönetimler Türkiye İçin Koruyucu Tampon

Türkiye’nin Suriye sınırına gelince, Kürt yönetimlerin egemenliğindeki bölgelerden şimdiye kadar Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden herhangi bir olay yaşanmadı. Son IŞİD saldırılarına kadar, Kürt yönetimler adeta Türkiye için bir koruyucu tampon görevini oluşturdular. Bu anlamıyla Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden, Kürt yönetimler değil, IŞİD’dir. Irak ve Suriye’nin dağıldığı bir ortamda, Kürtler de kendi başlarının çaresine bakmak ve üzerinde yaşadıkları topraklarda kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptirler. Kimse Kürtlerden boyunlarını cellatlarına uzatmasını beklememelidir ve bu insani değil.

Türkiye, Kürt meselesini yeni bir toplumsal sözleşme çerçevesinde çözüme kavuşturduğunda,  nerdeyse 1000 yıldır bir kader ortaklığı olan Türkler ve Kürtler, aynı devlet çatısı altında, güvenle birlikteliklerine devam eder. Ancak Türkiye, hiçbir zaman Araplarla birleşmemiş Suriye ve Irak Kürtlerinin, kendi geleceklerini belirleme ve öz yönetimlerini oluşturmaları önünde bir engel ve engelleyici olarak ortaya çıktığında, bundan hem Türkler ve hem de Kürtler çok büyük bir zarar görür. Yarın Türkler ve Kürtler, kalıcı bir barış tesis ettiklerinde, tarihi Kürdistan coğrafyasının tüm toprakları Türk ve Kürtlerin mülkü sayılır. Kim bilir belki de, ilerde federal bir yönetim oluşturarak dünyanın en zengin ve en saygın ülkeleri arasında yer alırlar. Hem zaten Osmanlı dağıldığında Misak-i Milli olarak ifade edilen sınırlar, Türkler ve Kürtlerin üzerinde yaşadıkları topraklar değil miydi? İsmet İnönü ne diyordu: “Biz Lozan'da milli davamızı 'Biz Türkler ve Kürtler' diye bir millet olarak müdafaa ettik ve kabul ettirdik.” Şimdi Suriye ve Irak yeni bir Lozan sürecinden geçerken,  Kürtler yeni bir efendiye mi ittihat etmeli, yoksa başlarının çaresine mi bakmalıdırlar?

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.