IŞİD İslamiyetin kendisi mi?

IŞİD İslamiyetin kendisi mi?

IŞİD’in islami referansla cihad ettiğini görmezden gelen islami otorite ile sokağın ortak tanı ve kanısı IŞİD’in islamiyetle bağdaşır bir yanının olmadığı istikametindedir.

MUSTAFA BALBAL / Araştırmacı-yazar

IŞİD’in islamiyetin kendisi olup olmadığıyla alakalı olarak Türkiye’de dini otoriteler ve geleneksel sokak islamcılarınca sığ çıtadan tartışmalar yapılmaktadır. Söz konusu cenahın ortaya koyduğu teşhis ve tariflere bakıldığında, kendilerinin ya islamiyetin referans noktasıyla alakaları yoktur, ya da islamiyeti orijininden koparıp kendi kolaylıklarına ve hesaplarına göre biçimlendirerek IŞİD’i sapkınlıkla nitelendirirler.

IŞİD’in islami referansla cihad ettiğini görmezden gelen islami otorite ile sokağın ortak tanı ve kanısı IŞİD’in islamiyetle bağdaşır bir yanının olmadığı istikametindedir. Bu da gösteriyor ki, bu cenah, IŞİD’i tanımlarken hem Kuran’ı hem de hadisleri esas almadıklarından Allahın, Peygamberin ve islamın orijin emirlerini çarpıtmaktadırlar.

Bunlar, IŞİD’in gayrimüslimlere uyguladığı katliamı ve onlara ait para, mal, kadın ve kızlara cebren el koyduğu ve bu kabul görmez eylemlerinin islamiyetle alakasının olmadığını iddia ederler.

Oysa bin dörtyüz yıl evvel yapılan ve Kuran’ın birçok ayetinde ve hadislerde bahsedilen islami din savaşlarında islam olmaya karşı direnen gayrimüslimlerin nasıl öldürüldüğünü ve bunlara ait para, mal-mülk, kadın ve kızlara ganimet olarak nasıl el konulduğunu görmezden gelmektedirler.

Dolayısıyla IŞİD’in bu yönlü eylemlerinin islamiyetle bağdaşır bir yanının olmadığını pragmatistçe iddia edenler Enfal suresinin 69’cu ayeti ile ganimetlerle ilgili diğer ayetleri inkâr etmiş sayılırlar.

Çünkü İslam devletinin ekonomik ve sosyal temeli ganimetlere (Para, mal-mülk, erkek köle ve kadın köle) dayanır. Kuran’ı ve hadisleri ölçüt almadan IŞİD’i islam dışı nitelendirenler dogmatik islam dinini ve buna inanan müslümanları reformize ederek islamiyetin sıfır noktasını aşağı çekmeye sebep olmaktadırlar.

Bu da, Allahı, Peygamberi ve onun Kuranı’nı inkâr etmek anlamına geldiğinden, islamiyete göre tartışmasız olarak kâfir sayılırlar. Çünkü IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) isminden de anlaşılacağı üzere, hilafete dayalı bir devlet kurmak için cihad veren islami bir harekettir. Bu nedenle, sünni-islamı tercih etmemekte direnen Şii’lerin, Hıristiyanların, Ezidilerin ve buna benzer gayrimüslümler ile kendilerine yardım etmeyen müslümanların öldürülmesi, mal varlıklarına, kadınlarına ve kızlarına ganimet olarak el konulması gerektiğini söylemektedirler.

Nitekim IŞİD tarafından binlerce Ezidi, Şii ve gayri-müslüm erkekler katledilip mal-mülklerine, kadınlarına ve kızlarına ganimet olarak el konuldu ve götürüldü. Bu kadınların ve kızların çoğunu kendilerine cariye olarak alırken fazla kalan kadınları da köle pazarlarında sattılar. Bu durum Peygamber dönemi ile daha sonra kurulan Emevi ve Abbasi islam devletlerinde de mevcuttu.

IŞİD, Kuran ve hadisleri kriter almakla beraber, kesintiye uğrayan hilafet devrinin yeniden dirilişi için cihad eden ve bu amaçla savaş yürüten islami düşünce tarihinde önemli bir sünni akımın devamıdır. IŞİD örgütünün temel islami felsefesinde “Selefilik” odakta yer almaktadır. Selefilik; islam tarihinde “ilk yaşanmışlığı” yani ilkliği savunmaktadır. Emevi, Abbasi ve sonraki dönemlerde dejenere olduğuna inandıkları islami anlayışı “aslına” çevirip Peygamber döneminin islami hukuk ve kurallarının günümüzde tekrar uygulanmasını savunmaktadır. Dört mezhebi dışlamayan bu sünni akım, kendini Ehl-i Sünnet (bütün sahabelere güvenmek) olarak görmektedir. Peygamberin, sahabeler konusunda önemseyerek söylediği; “ashabım yıldız gibidir, hangisine uyarsanız hidayeti bulursunuz” sözünü umumiyeten rehber alırlar.

Daha da önemlisi, Peygamber’in kullandığı mühür ve yine Peygamber zamanında kullanılan ve üzerinde “Lailahe İllallah Muhammedun Resulullah” yazısının bulunduğu dikişsiz kara sancağı bayrak olarak kullanmalarıdır. Kısacası, bütün açılardan bakıldığında Peygamber dönemiyle birebir örtüşen anlayış ve pratiğe sahip olduğu görülmektedir. IŞİD’i islami açıdan biraz daha tanımlayabilmek için orta çağ din savaşları dönemine de uzanmak ve bu kanlı savaşların amacına bakmakta fayda var. O dönemin gerek İslam ve gerekse Hıristiyan dünyasının savaş mantalitesinin odağında Allah yâda Tanrı yolunda savaşmak ve mücadele etmek (Cihad) vardı. Yani “Cihad” islam dininin yâda ona yakın bir iktidarın Allah yolunda kendini mücadeleye adaması ve dolayısıyla diğer bir dini yada iktidarı etkisizleştirip kendini önceleme ve kutsallaştırma aktivasyonudur. Odakta her ne kadar karşıt dinler savaşı olarak görünse de, aynı din içerisinde bireysel iktidar savaşları ağır basmaktadır. VI.yy’da Peygamber dönemindeki cihad savaşlarından sonra Muaviye ile Hüseyin’in çatışmasıyle müslümanların Şii ve Sünni olarak ikiye ayrılması ve buna müteakiben birçok mezhebin türemesi kanlı bireysel iktidar savaşları cihad olarak öne sürüldüğü görülmektedir. Hıristiyan dünyasında ise; başta XI. ve XIII. yy’daki Haçlı seferleri “Tanrı” adına yapılmıştır. XVI.yy’da Fransa’da baş gösteren Protestan ve Katolik mezheplerin kanlı çatışması da “Tanrı” adına yapılan savaşlara örnek verilebilir. XVII.yy’da Avrupa’daki “Otuz Yıl” savaşlarıyla devam edip XIX.yy’da Çin’de baş gösteren “Taipin” din savaşıyla son bulduğu söylenebilir.

XV ve XVI.yy. Avrupa’sında bilim, sanat, mimarlık, felsefe ve deneysel yaklaşımlar matbaa’nın buluşuyla seküler reformasyonel geçerlilik kazanarak Kilise sorgulanır hale getirildi. Böylece insan odaklılığının öncelenmesiyle Hıristiyan dini markaj’a alınıp reformize edilirken, islam dini hiçbir değişim dönüşüme müsaade etmeyecek şekilde dogmatik yapısını muhafaza edip son peygamberini ilan etti.

Daha sonra sayısızca kişiler kendilerini peygamber olarak ilan etti ise de, rağbet göremediler. Ama halifelik için bu durum söz konusu değildi. Dört halifeden sonra, 14 Emevi, 38 Abbasi, 14 Fatimi, 18 Memluk, 30 Osmanlı, 1 IŞİD (Ebu Bekir El Bağdadi) olmak üzere toplam 114 halifeden bahsetmek mümkündür.

Ama, Ali’den sonra hiçbir halife kendini genele kabul ettirememiştir. 1517’de Yavuz Sultan Selim Mısır’ı işgal ederek Abbasi halife islam iktidarına son verince kendini islam halifesi ilan ettiyse de zerre kadar rağbet göremedi.

Kendisinden sonra gelen diğer Osmanlı halifeleri de sadece kağıt üzerinde varsayıldılar. Kabul görmüş ya da görmemiş tüm bu halifeler son peygamberin birer temsilcisi olarak islami kanun ve kuralların birer temsilcileri ve uygulayıcılarıydılar.

Buna bağlı olarak, ilk halife olan Ebubekir’den tutun son Halife Ebu Bekir El Bağdadi’ye kadar Allah yolunda savaşmanın yani islam dininin yayılmasının Allahın emri olduğunu söylerler. Bu uğurda savaşmayanın, allah yolunda öldürmeyenin ve ölmeyenin yeri cehhennem olduğuna dair Kuran’ı örnek gösterirlerdi. Örneğin Maide suresinin 33. ayetine göre Allah ve resulünün emirlerine karşı gelenlerin (muhtemelen Putperestler, Hıristiyanlar, Yahudiler, Zerdüştler ve çeyrek asır sonraki Aleviler vs. olabilir) acımadan öldürülmeleri yada asılmaları, yada el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi emredilir. Dolayısıyla Allah, Peygamber ve islamiyet yolunda savaşmanın, öldürmenin ve öldürülmenin allahın emri olduğu Kuran’nın bir çok ayetlerinde ve hadislerde yer aldığı görülmektedir. Örneğin: Tevbe suresi: 111, Enfal suresi: 16 ve 17, Bakara suresi: 154, 216 ve 251, Maide suresi: 33, Tevbe suresi: 38, Hadid suresi: 10, Mümtehine suresi: 1, 8 ve 9 gibi ayetler mevcuttur.

Ganimet meselesine gelince, Peygamber döneminden asırlar sonrasına dek yapılan savaşlarda kadın, erkek, hayvan, para ve ziynet eşyalarının tümü islami hukuka göre Allah ve Peygamber adına ganimet olarak alıkonulurdu.

Kuran’da: Enfal suresi: 1 ve 41, Haşr suresi: 6 ve 7’de açık bir şekilde savaşta talan edilen ganimetin Allahın emri olduğunu ve bu savaş ganimetlerinin Allaha ve peygamberine ait olduğu açıkça yazılmaktadır. Savaşta ganimet olarak esir alınan mevlatlar ve mevlalar (köle kadınlar ve köle erkekler) pazarlarda satılırdı.

Peygamberler ve savaşçıları sayısızca mevlatı (Köle kadını) cariye olarak alırlardı. Öreneğin bu konuda Tarihu’l-Hamis (2/178-179) Peygamberin sahip olduğu köle sayısı 69 erkek ve 15 kadın (Cariye) olarak verir. İbnü’l Cevziye (2/181) ise, bu sayıyı 43 erkek köle ve 11 kadın köle olarak vermektedir. Birçok kaynak bu sayıları daha fazla vermektedirler. Bu kültür islam dininde asırlarca sürdü. Örneğin arap tarihçi El-Mesudi (896-956) bu konuda şöyle bir örnek aktarmaktadır; Basra’da, Kufe’de, Fustat’da ve İskenderiye’de evleri bulunan Ben-u Zübeyir öldüğünde bin at, beş yüz mevla (köle erkek), beş yüz mevlat (köle cariye) çocuklarına miras olarak bırakmıştı (943-944). İslami iktidarın yaşatılabilmesi adına, savaş esnasında müslüman olmak istemeyenler korkunç ceza-i müeyyidelere maruz bırakılırdı. Örneğin, onların öldürülmesinin, mal-mülklerine, kadın ve kızlarına ganimet olarak el konulup köle olarak alınıp satılmasının ve kendilerine cariye olarak alınmasının hiçbir mahsuru olmadığını ve hatta islami bir gereklilik olduğu yukarıdakı ayetlerin çoğunda yer almaktadır.

IŞİD, islamiyeti kabul etmemekte direnen insanları topluca katlederken, para ve mallarını gasp edip kadın ve kızlarını esir ederek kendilerine cariye olarak alırken, artanları da köle pazarlarında satarken tamamen islami kanun ve gelenekleri esas almaktadır. Kuran ve hadisler objektif bir bakış açısıyla baştan sona kadar okunduğunda, IŞİD’ın islamın orijini olduğu, bunun tam tersini düşünenlerin ise, Kuran’a göre islami orijinlikle alakalarının bulunmadığı kolaylıkla görülecektir…

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
16 Yorum