Fehmi Koru sordu: 23 Haziran'da kazanamayanı ne bekliyor?

Fehmi Koru sordu: 23 Haziran'da kazanamayanı ne bekliyor?

"Binali Yıldırım seçilemezse sonuçta milletvekili sıfatı halen üzerinde bulunduğu için Meclis’teki odası kendisini bekliyor"

*Fehmi Koru

Dün gece iftarda hayli eski bir geçmişte bakanlık da yapmış bir işadamıyla aynı masayı paylaştım. Onun siyasetçi benim gazeteci olarak yaşadığımız olaylardan laf açılmışken, sohbet konusu oraya gelince, yeniden milletvekili seçilmesini kıl payıyla benim engellediğimi gülerek anlattı.

Doğrudur: Süleyman Demirel‘in Doğru Yol Partisi‘nin (DYP) en önemli isimlerindendi ve DYP’den koptuğu sırada kendisini listelerinde yer almaya davet eden Necmettin Erbakan‘ın Refah Partisi‘nden (RP) aday olmaya hazırlanıyordu. Benim bütün yaptığım, gizli tutulan bu gelişmeyi bir yazıyla okurlara duyurmam oldu. RP yönetim kadrosu konuyu öğrenince aday gösterilmesine karşı çıktı.

Gülmesinin sebebi, kendisini rahat hissetmeyeceği, içine sinmemiş bir partiden Meclis’e girmenin yanlışlığını o günlerde bile görebilmesiydi. Sonradan bana “Hacı annem de istemiyordu, sağol” dediğini de hatırlıyorum.

Turgut Özal’ın siyasi macerası

Siyasette içinde yer alınan partiyle uyum temel esastır. Farklı görüşler aynı parti çatısı altında buluşabilir elbette, ancak o çatının buna elverişli olması şartıyla. Turgut Özal Anavatan Partisi’ni‘dört eğilim’ adını verdiği genişlikte bir fikir platformu olarak oluşturmuştu.

Çok başarılı ve bu günlerdeki yeni parti arayışlarına da ışık tutabilecek bir örnekti o parti…

Turgut Özal’ın kendisi ‘dört eğilim’ ile barışık bir insandı; ANAP yapısını o sayede uzun süre koruyabildi. Turgut Özal‘ın ailesi fertlerinin de yardımıyla genel başkan seçilmeyi ve başbakan olmayı başarıp partiye bütünüyle hakim olmak için muhafazakar unsurları tırpanlamaya başlayınca Mesut Yılmaz, ANAP’ın ‘dört eğilim’ iddiası da budanmış oldu.

Kuruluş felsefesiyle sonradan aldığı biçim arasına sıra dağlar giren tek örnek de değildir ANAP…

Önümüzde olağanüstü kritik İstanbul belediye başkanlığı seçimi var. AK Parti adayı Binali Yıldırım mı, yoksa CHP adayı Ekrem İmamoğlu mu ipi göğüsleyecek, bunu seçim günü öğreneceğiz. Kim kazanırsa kazansın, herhalde hepimiz onu şanslı sayacağız.

Acaba gerçekten öyle mi? 

Her seferinde kazanan mı kendisini şanslı hissetmeli?

Sorumun sizlere tuhaf geldiğinin farkındayım; fakat benim de bu satırları yazarken yukarıdaki soruyu düşünmemi sağlayan bir olay belleğimde capcanlı duruyor.

Turgut Özal 1977 yılında Necmettin Erbakan‘ın lideri olduğu Milli Selamet Partisi‘nden (MSP) İzmir birinci sıradan milletvekili adayı olarak seçime katılmıştı. Kampanyasını yakından izlediğim için biliyorum, kazanmayı da çok arzu ediyordu. Seçimi birkaç bin oy az aldığı için kaybetmiş ve çok arzu ettiği halde Meclis’e girememişti.

Şanssız saymamız gerekiyor Turgut Özal‘ı, değil mi?

Oysa, seçimden üç yıl sonra Türk siyasi tarihinin uğursuz olaylarından biri daha yaşandı ve MSP kadrosu siyasetten tasfiye edildi; lider düzeyinde olanlar, Turgut Bey‘in kardeşi Korkut Özal da dahil olmak üzere, cezaevlerine dolduruldu, özel yetkili mahkemede yargılandı, 1987 yılına kadar da siyasi yasaklı kaldı.

Üç yıl önce seçilemediği için MSP’den Meclis’e girememiş olan Turgut Özal ise…

Darbe olduğunda başbakanlık müsteşarı konumundaydı Turgut Özal; 24 Ocak ekonomik kararlarının mimarı bilindiği için, askerler kendisini kurdukları hükümette ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığı koltuğuna oturttular. Siyasi hayata yeniden geçildiğinde kurduğu Anavatan Partisi ile ilk seçimde iktidara gelmeyi başardı.

Milletvekili seçilemediğinde kendisi kazansın diye geceli gündüzlü çalışmış yakın kadrosu üzülür, sevenleri karalar bağlarken, kampanya günleri sırasında İstanbul’da kalmayı yeğlemiş Semra Özal‘ın, eşi seçilmedi diye kurban kestirdiği duyulmuştu.

Onun haklı olduğunu daha sonraki gelişmeler herkese gösterdi.

Bugüne ve İstanbul seçimine gelirsek…

Binali Yıldırım seçilemezse sonuçta milletvekili sıfatı halen üzerinde bulunduğu için Meclis’teki odası kendisini bekliyor. Sıradan milletvekili olmayı içine sindiremezse, en son görevi TBMM başkanlığı olduğu için, eski Meclis başkanlarının üyelik daveti aldıkları Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu‘na kapağı atabilir.

Tabii, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan‘ın iki seçim üst üste katlandığı zahmetleri göz önünde bulundurarak ona Külliye’de bir görev vermesi, kendisine yardımcı ataması da pekala mümkün.

Bana baştan beri belediye başkanlığı adaylığına pek olumlu bakmadığını düşündüren de kazanamadığı takdirde önündeki farklı seçenekler Binali Yıldırım‘ın… Hepsi de, belediye başkanlığından daha cazip duran seçenekler…

CHP adayı Ekrem İmamoğlu ise aynı zengin seçeneklere sahip bulunmuyor.

Kazandığı popülerlik sebebiyle “CHP’ye genel başkan olur” diyenler var, ama bu o kadar kolay değil. Politika başarısızlığı pek kaldırmaz. Milletvekili sıfatı olmadan parti genel başkanlığının zorluğunu geçmişte SHP’de Murat Karayalçın yaşamıştı, şimdilerde Meral Akşener aynı durumda.

Belediye başkanı seçilemeyen Ekrem İmamoğlu zora düşer, dönebileceği ilçe belediye başkanlığı bile yok onun; bu sebeple de İmamoğlu mutlaka kazanmak zorunda.

İstanbul seçmeni bu durumun farkında mı acaba? Seçilemediği takdirde kayıp hissi yaşamayacak, seçildiğinde çok fazla sevinmeyeceği görüntüsü veren bir aday ile seçilemediği zaman kenara çekilmekten başka önünde bir seçenek bulunmayan bir başka aday arasında tercihte bulunacağını biliyor mu?

Bilmeyenler de bu yazımdan sonra öğrendiler işte.

[Özal 1977’de milletvekili seçilemediği halde sonrasında kazandı, ama o çalkantılı günlerde Türkiye farklı bir yapıdaydı; bugün kazanamayan gerçekten kaybedecektir.]

*bu yazı fehmikoru.com'dan alınmıştır

Etiketler : , , , ,
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.