Cephe savaşlarında Kürtler

Cephe savaşlarında Kürtler

Ortadoğu’yu yeni bir ateş çemberine dönüştüren “insanlık düşmanlarının” temel hedefleri haline dönüşen Kürtlerin, 21. Yüzyılın başındaki konumları ve hareket tarzları, önlerindeki yüzyılın da nasıl geçeceğinin işaretlerini veriyor.

MEHMET RON'un yazısı

Ortadoğu’yu yeni bir ateş çemberine dönüştüren “insanlık düşmanlarının” temel hedefleri haline dönüşen Kürtlerin, 21. Yüzyılın başındaki konumları ve hareket tarzları, önlerindeki yüzyılın da nasıl geçeceğinin işaretlerini veriyor.

Birinci dünya savaşının kazananları olan emperyal devletler, Ortadoğu haritasını kendi çıkarları yönünde şekillendirirken sadece petrol yataklarını değil aynı zamanda bölgede yaşayan etnik ve dini kimlikleri de göz önünde bulundurdular. Stratejilerini “böl-yönet” taktiklerine hizmet edecek şekilde gerçekleştirdiler.

Osmanlıya karşı savaşan güçlü Arap aşiretlerini daha sonra kurulacak olan manda Arap devletlerinin başına getirerek, Ortadoğu’yu haklar temelinden uzak olan “aşiretsel” çekişmelere bırakan İngiliz önderliğindeki koalisyon, yüz yıl sonra bugün Ortadoğu’ya tekrar müdahale ediyor.

İşsizlik, yoksulluk ve yolsuzluklara isyan olarak “Arap baharı” adıyla başlayan sürecin bir noktadan sonra egemen koalisyonun “Piyonları”na yönelen isyana dönüşmesi, bugün namlusunu Kürtlere çevirmiş, geneli Avrupa’nın kaotik ortamında beslenmiş, kopuk “kanlı haçlı ordularının” Ortadoğu’ya akın etmesine sebep oldu.

IŞID adıyla ortaya çıkan sözde İslam odaklı terörist çetenin on binlerce Müslümanı katledip, azınlıkları soykırıma uğratma girişimleri, insanlık onuruna yönelik tecavüz, linç, yağma ve tarihi kutsal mekânları yok etmeye yönelik saldırılarını anlamak için Ortadoğu’nun kadim “işbirlikçilerine” bakmak gerekiyor.

İngiliz derin düşüncesinin dünyayı değiştiren iki fikrinden bir olan Vehabbilik tohumları Arabistan’da Suudların elinde filiz verince şiddete bulaşan, kendine Müslüman ideoloji, Arap prenslerin, kralların milyar dolarlarıyla kök salıp yayıldı. Diğer fikir ise Evanjelizm olarak ABD topraklarında boy verdi. Her iki fikir de dışlayıcı, ötekileştirici özellikleri ile saldırgan bir tutum benimsedi.

ABD başkanı Obama’nın da içerisinde bulunduğu cephenin Ortadoğu’nun dönüşümünde “demokrasi”yi kullanma talebine yine ABD merkezli evanjelist ikinci cephenin cevabı Libya’da ABD konsolosluğunu basma ve büyükelçiyi öldürme şeklinde gerçekleşti.

Bu sert cevaptan sonra karşılıklı operasyonlarla birbirlerini sınayan iki güç odağının restleşmesi devam ediyor. Dünyanın en büyük ekonomilerinden birine ve askeri gücüne sahip olan ABD’nin büyük borç bataklığından sıyrılmak istemesi ve önümüzdeki yüzyılda da güç dengesinin başında olabilmesi için önünde iki seçenek bulunuyor.

Bugüne kadar savaşarak, sert güç kullanarak alt etmeye çalıştığı güçlerle yine aynı şekilde mücadele etmek ya da küreselleşmesine büyük katkılarda bulunduğu dünyanın yani en büyük öncülerinden olduğu Kapital düzenin gereklerine uymak ve dünyanın uyumlu bir parçası haline gelmek… 

Bu iki düşüncenin çatışması artık Ortadoğu’yu aşıp Ukrayna’ya yani Doğu Avrupa’ya, Avrasya’nın sınırlarına dayandı. Suriye’ye karşılık Ukrayna kozunu masaya koyan Rusya aynı zamanda Ortadoğu’da bağımsız olması durumunda ABD yanlısı olabilecek Barzani önderliğindeki Kürdistan’ın yerine hala “soğuk savaş kafasıyla” baktığı 2000ler öncesi PKK önderliğindeki bir Kürdistan arzuluyor.

Buna karşılık ülkesi bombardıman altındayken ve binlerce Filistinli hayatını kaybetmişken geldiği Türkiye’de başbakanla görüştükten sonra çıkar çıkmaz “Bağımsız Kürdistan’a karşıyız.” Çıkışı yapan Filistin devlet başkanı Mahmud Abbas da ABD’ye ve İsrail cephesine yaranmanın derdinde. Oysa ki Ramazan bayramı mesajında “kardeş Filistin halkına yapılan Siyonist zulmü” sert biçimde eleştiren KCK yönetimi, tüm dünya sağır dilsizi oynarken, insanlığa yönelik vahşi saldırılar yapan IŞID’e müdahale ediyor, Şengal’den kaçan binlerce insanı Türkmen, Kürt, Arap ayırmadan kurtarıyor.

Çağın derinleşen düşüncesiyle yenilenen, Öcalan’la dönüşen ve devrimleşen PKK, bugün tüm dünyanın dikkatini çekiyor.

Peki, çağın ezilen halkları üzerinden yürüyen bu savaşın çözümü nerde?

Ezilen, dışlanan emeğin, hakkıyla yerini bulması ve adaletin tecelli etmesinin yolunu kim gösteriyor?

İflas bayrağını açmış ideolojileri inatla sürdürmek yerine çağdaş, insancıl ve çevreci bir umut fısıldayan kim?

Demokratik modernite, temel unsurları gerçek barışa yatkın olan bir sistemdir. Demokratik ulus anlayışı en küçük bir ulusal topluluktan bir dünya ulusuna kadar açık çözümleyiciliğiyle aynı zamanda değeri çok yüksek bir barış seçeneği oluşturmaktadır. Eko-Endüstri unsuruyla hem toplum içi endüstrinin verimli kullanımı ile başta işsizlik, yoksulluk ve açlık olmak üzere, modernitenin topluma karşı savaşının bir nevi sonuçları olan ağır toplumsal sorunlar çözüm yoluna girmekte; hem de endüstrityalizmin çevreye karşı açtığı savaşı sona erdirip toplum-çevre barışını gerçekleştirebilmektir.  Demokratik komünalite unsuru ise, her toplum birim ve bireyine ahlaki ve politik toplum olabilme seçeneğini sunarak, en radikal barışçı yaklaşımı sunabilmektedir. Açık ki demokratik modernite sistem olarak geliştikçe, onurlu bir barış imkânı çok daha fazla gelişebilmektedir.” – Özgürlük Sosyolojisi s. 387 – Abdullah Öcalan

1999 yılından beri tutuklu bulunduğu cezaevinde zor koşullara rağmen yayınladığı savunmaları kitaba çevrilen ve 5 Temmuz 2012 tarihinde Yargıtay kararı ile kitapları özgür bırakılan Abdullah Öcalan çağın sorununu tarif ettikten sonra çözümünü bu şekilde sunuyor.

PKK’yi soğuk savaş zihniyetiyle gören Rusya, Öcalan önderliğindeki bu hareketin değişimini anlayamazken ABD cephesi de Ortadoğu halkları için “kurtarıcı” olma yönünde epey yol kat eden PKK için strateji değiştirmek durumunda kalıyor. Meselenin temel muhataplarından olan Türkiye ise Öcalan ile yürüttüğü müzakereler sonunda sorunun barışçı bir yöntemle sonuçlanması için ikna oldu.

Muhafazakâr kitlenin oyunu alan Erdoğan, İsrail’in Filistin’e uyguladığı şiddet ve Ortadoğu’ya ihraç ettiği ideolojisine vurulan darbeler karşısında “eli kolu bağlı durmak zorunda olmaktan” yorgun.

Hristiyan batı cephesinde, kapısında on yıllardır beklediği AB’de halkını memnun edecek bir “yol” göremediği için yakınlaştığı Şangay Beşlisi de “Kızıl” geçmişiyle onu ürkütüyor. Ona, geleceğinde barış, kardeşlik, refah ve şan olan bir insanlık yolu öneren tek kişi ise Abdullah Öcalan.

Türkiye cephe savaşlarına kurban olmak istemiyorsa – ki başlattığı çözüm süreci, istemediğini ortaya koyuyor- Ortadoğu’da Öcalan’ın işaret ettiği yöne evrilen, birliğini sağlama yolundaki Kürtleri ve diğer halkları desteklemeli ve onlarla insanlık onuru temelinde ilişkilerini sürdürmelidir.

IŞID türevi örneği görülmemiş bir vahşilik sergileyen, insanlık onurundan zerrece beslenememiş, dini, kültürel ve ahlaki değer karşıtı olan ve bu yüzden “tarihi bir yenilgiye” mahkûm olacak çetelerin “işbirlikçileri” de tarih karşısında mutlaka hesap vereceklerdir.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum