Burada 'devlet' kim?

Burada 'devlet' kim?

Güvenlik güçlerinin “bireysel!” olarak bu kadar sorumsuz davranmalarının ardında yatan psikolojiye değinmek ve bunun sonuçlarının neler olabileceğine değinmek için doksanlı yılları anlatmak gerekiyordu.

MEHMET RON

Doksanlı yılları hatırlamak ve hatırlatmak “doksanları” yaşayan Kürtler için çok zordur. Geceler boyu rutinleşmiş özel harekâtçıların ev baskınları, sabahlara kadar süren şehir çatışmaları, bombalamalar, faili meçhuller ve psikolojik harbin medya ayaklarıyla her gece TV’lerde boy gösteren siyasetçilerin “Katliam” tehditleri, “Ölüm” listeleri olağan olmuştu.

80 kuşağından sonra bölgede yaşayan herkeste etkileri bugün bile devam eden derin travmalar oluştu. Devletin, bölgede kontrolü sağlamak adına “çetelere, mafyalara” havale ettiği Kürt Sorunu büyük bir katliama dönüşmüş, sayıları 17,500’le ifade edilen faili meçhuller ortaya çıkmıştı.

Cizre’de Lice’de güpegündüz sokak ortasında öldürülen onlarca sivil, Şırnak’ta bir Kürt köyüne savaş uçaklarıyla yapılan baskın ve ülkenin neredeyse her şehrinde bir gece ansızın alınan ve kendisinden bir daha haber alınamayan binlerce insanın akıbeti gibi olaylar Kürtler üzerinde derin travmalar oluşturdu.

Bu travmalar karşısında dağın yolu güçlendi. Diyarbakır zindanlarından çıkanların yolunu tuttuğu dağlara, doksanlı yılların baskı altına alınan gençleri dâhil oldu.

İktidarı elinde tutan Çiller hükümeti bölgeden yükselen çığlıklara elindeki ölüm listeleriyle cevap vermiş, Kürt iş adamları birer birer infaz edilmişti. Bunca hukuksuz işlem karşısında Çiller’in tutumu “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir.” Demesi oldu. Bu şekilde sadece Kürtlere değil ülkede kendisini sosyalist, demokrat olarak adlandıran binlerce insana karşı çeteler cesaretlenmişti.

Böylelikle sadece halk değil bölgedeki diğer güvenlik görevlileri ve siyasetçiler, desteklenen bu çetelerden korkmaya başladı. Bu çeteler de arkalarındaki güçle bölgede terör estirdiler. Kendilerine karşı çıkan emniyet müdürlerini, yüksek rütbeli askerleri ve önemli siyasetçileri teker teker öldürdüler.

Bölgede iyi bir izlenim bırakan ve çetelere izin vermeyen Gaffar Okkan’ın öldürülmesi olayı bir dönemin sonu oldu. Kontrol dışına çıkan çeteler, kara para trafiğinin çarkları içinde eritildi.

Susurlukla ortaya çıkan uyuşturucu, silah ve kan paralarının kirli ilişkileri hükümeti esir edince toplum kısmen ayaklanmış ve devlet aklı kısmi bir değişikliğe gitmek zorunda kalmıştı.

Çiller’e yöneltilen CIA ajanlığı ve uyuşturucu ticareti ile ilgili iddiaların ise üstü örtüldü.

İktidarların koltuklarını sağlama almak için gözlerine kestirdikleri en büyük güçlerin başında “Emniyet” gelmektedir. Buraya ele geçiremezlerse kendilerine bağlı güçlü bir kontra yaratıp işlerini yaptırırlar. Eğer hepsini yapabiliyorlarsa da “Jandarma”yı da kendilerine bağlarlar.

Geçtiğimiz günlerde Yüksekova’da bir gözaltı operasyonu için çıkan polislerin tepkiler karşısında megafonlardan “Ananızı, bacınızı…” diye başlayan küfürleri medyada yer aldı.

Ondan önce Kobani olayları sırasında göstericilere “Yaşasın İŞİD” diye müdahale eden güvenlik güçleri de kameralara yansımıştı.

Güvenlik güçlerinin “bireysel!” olarak bu kadar sorumsuz davranmalarının ardında yatan psikolojiye değinmek ve bunun sonuçlarının neler olabileceğine değinmek için doksanlı yılları anlatmak gerekiyordu.

Çiller’in meşhur sözünü hatırlatan başka sözler yakın zamanda tekrar siyasetçiler tarafından kullanıldı. Birçok sivilin hayatını kaybettiği Diyarbakır olayları sırasında Başbakan “Çocuk da olsa kadın da olsa gereken yapılacaktır.” Diyerek güvenlik güçlerine arka çıkmıştı.

Kobani olayları sırasında valiliğin izin vermesine rağmen çadırlarını söken askere karşı çıkan Diyarbakır Belediye Başkanı Kışanak’a,  görevli asker“ Burada devleti ben temsil ediyorum.”diyerek mutlak otoritenin kendisi olduğunu ifade etmiş bunu takip eden günlerde de Genelkurmay Başkanı o askeri çağırıp bizzat makamında ödüllendirmişti.

İleri demokrasi hedefiyle yola çıkan bir iktidarın ülkenin en sancılı bölgesinde otoritesini tamamen güvenlik güçlerine devretmesi büyük sorunların ortaya çıkmasına sebep olur.

Ortaya çıkan hayati sorunlar karşısında ise iktidar sahiplerinin “Güvenlik güçleri içinde paralel odaklar var. Provokasyon peşindeler.” Diyerek topu birkaç memura atmaları ve onları kurban olarak göstermeleri “Dış güçler” paranoyasının bir başka versiyonu olarak “sorumluluktan kaçma” hamlesidir.

Kaymakamlığın inisiyatif alarak “Halkımızdan özür diliyoruz.”  Açıklaması ve ardından STK yöneticileri ile yaptığı toplantı bir ilk olması bakımından önemli ve değerlidir. Ancak bunun bir daha tekrarlanmaması için gerekli caydırıcı yaptırımların uygulanması ve bunun halka açıklanması gerekmektedir.

Çözüm Süreci’nin yaşatılması için yapılan üst düzey girişimlerin yerelde etki etmesi isteniyorsa siyasi iradenin halka olan bakış açısını ve son günlerdeki sert üslubunu değiştirmesi gerekiyor.

Ayrıca polise tanınan son yetkilerin kullanımının denetlenmesi için düşünülen kurul ya da komisyonların tatmin edici çalışmalarla hayata geçirilmesi demokrasiye kısmen nefes aldırabilir.

Aksi takdirde kontrolsüz ve denetimsiz güç odaklarının yaratacağı kaotik ortamda telafisi mümkün olmayan çok daha büyük olaylar cereyan edebilir.

Ve kim bilir belki bu odaklar günün birinde son yaşanılan Aralık olaylarından çok daha farklı bir şekilde iktidarlara da yönelebilir!

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum