2021'de ne yaşadık?

2021'de ne yaşadık?

İnsan hakları ihlalleri önceki yılda olduğu gibi devam etti: Cezasızlık, mafya icraatları, hasta mahpuslar ve hapishanelerin durumu, adil yargılama hakkının kaybı ve tabii ki COVID-19…

Geçen yılki almanağa, “2020: Neyse ki bitti” demiştik ancak geride bıraktığımız yıl öncekini arattı.

COVID-19 pandemisinin gölgesinde hak ihlalleri daha da arttı, bu karanlık gölge birçok olup biteni görünmez kıldı.

Bianet, hak haberlerinden bu yılın panoramasını derledi:

Ocak

Geçen yıl, sokağa çıkma kısıtlamalarından kaçmaya çalışan kişinin taksinin bagajında yakalanma görüntüsüyle başladı.

Sokağa çıkma kısıtlamalarına uymadığı gerekçesiyle binlerce kişi hakkında işlem yapıldı, kısıtlamayı veya maske yasağını ihlal edenlere 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 282. Maddesi uyarınca 3 bin 180 lira ceza kesildi.

Mahkemeler cezaların hukuka uygun olmadığına dair karar verse de cezalar kesilmeye devam etti…

Bu sırada aşı tartışması da sürüyordu. Ak Parti MKYK üyelerinden öncelik sıralamasında olmayanlar da aşı oldu, ardından Sağlık Bakanı Fahrettin Koca bazı yetkililere ve siyasilere “aşı daveti” yaptı.

Şartlı tahliye değişikliği yürürlüğe girdi

Pandemi dışındaki memleket gündemi ise her şeyden bağımsız akmaya devam etti.

Şartlı tahliyede yapılan yasa değişikliği, 1 Ocak itibariyle uygulamaya başlandı. Uygulama, siyasi hükümlülerin şartlı tahliye edilmesini fiilen ortadan kaldırıyor.

5275 sayılı Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hükümlülerin değerlendirilmesi ve iyi hâlin belirlenmesi” başlıklı 89. maddesinde yapılan değişiklikle oluşturulan İyi Hal Kurulu’nda, savcı ve hapishane görevlileri, mahpusun şartlı tahliye tarihi öncesinde rapor hazırlıyor ve değerlendirmede bulunuyor. Siyasi mahpuslarda, “pişmanlık”, “itirafçılık” gibi kriterler de değerlendirmeye alınıyor. Bu rapor da tahliyenin geciktirilmesi için kullanılıyor.

Şubat

“Market ve kargo çalışanlarının çalışma koşulları yoğunlaştı, saatleri uzadı ama bu ücretlere yansımadı. Harcamaları ise salgın sürecinde arttı.”

Pandemi kısıtlamaları, en çok çalışanları etkiledi. Yukarıdaki değerlendirme, Universus’un “Evde Kalamayanlar: COVID-19 Günlerinde Çalışma İlişkileri Araştırması”ndan:

Özellikle “Sağlık, güvenlik, güvence” başlığında edinilen veriler, salgının ilk döneminde gerek hükümet gerek diğer politika yapıcılar tarafından sık sık dile getirilen herkesin aynı gemide olduğu ve zengin-fakir gibi ayrımların belirsizleştiği iddialarının herhangi bir gerçekliğe tekabül etmediğini gösterdi.

Türk Tabipleri Birliği de bu yıl da tüm pandemi döneminde olduğu gibi kısıtlamaların kaldırılmasının bazı şartlara bağlı olduğuna dair uyarılarını sürdürdü.

Yeniden “yeni Anayasa” tartışması 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, şu konuşmasıyla “yeni Anayasa” tartışmayı başlattı: “Her kim 'bu ülkede yeni reforma ihtiyaç yoktur' derse o kişi Türkiye'den de dünyadan da toplumdan da bihaberdir. Belki de şimdi Türkiye'nin tekrar yeni bir anayasayı tartışmasının vakti gelmiştir.”

Muhalefetten bu kez itibar görmeyen tartışmayı biz de siyaset bilimcilerle konuştuk, ortak fikir, durumun böyle bir değişikliğe uygun olmadığı yönündeydi.

Ancak iktidardaki iki parti itirazları dikkate almayarak kendi çalışmalarını başlattı ve taslaklarını açıkladılar. Yılın sonuna doğru ekonomi gündeminin her şeyin üzerini örtmesi sonucu bu taslaklardan başka bir adım atılmadı.

Çıplak arama 

Hapishanelerdeki çıplak arama tartışmasını baştalan Ak Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin, tepkiler üzerine son olarak “Gelmiş geçmiş 60 yıldır belki bu arama var. Avrupa'da, ABD'de, İsrail'de var. Havaalanlarına gittiğinizdeki aramalardan bir farkı yok” açıklamasını yaptı.

Avukat Gökmen Yeşil ise yaptığı açıklamada, insan haklarına aykırı bir uygulamanın Avrupa’da da yapılmasının onu meşrulaştırmayacağını söyledi:

“Bu uygulamanın güvenlik ihtiyacından kaynaklanmadığı, şüpheli, sanık, tutuklu, hükümlü veya hapishane ziyaretçilerinde hakimiyet kurma ve baskı uygulama amacıyla yapıldığı açıktır. Yasadışı olan bu uygulama ile ilgili yasal bir düzenleme yapılsa dahi hukuka uygunluk hali oluşmayacağını, özellikle Meclis’teki yasa yapım süreçleri hatırlandığında bunun formalite bir düzenlemeden ibaret olacağını, ayrıca Anayasa’nın 5., 13. ve 17. Maddelerine aykırı olacağını belirtmek zorundayız.”

Hapishanelerdeki insan hakları aykırı uygulamalar ise pandemi döneminde daha da kötüleşerek devam etti.

Mart

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Adalet Bakanlığınca hazırlanan İnsan Hakları Eylem Planı’nı açıkladı.

İstanbul Barosu Başkanı Durakoğlu “İnsan Hakları Eylem Planı”nı değerlendirdi: “Bugün ifade edilen tüm cümlelerle mutabıkız ama sorun yazılı metinlerde değil, bunlar uygulamada hayatımıza yansımıyor.”

Dr. Mehmet Cemil Ozansü de İnsan Hakları Eylem Planı’na dair “Bu açıklanan, yapacakları siyasi ve hukuki hamlelere meşruiyet sağlamak için içeriğine itibar edilemeyecek basit bir propaganda metni” değerlendirmesini yaptı.

Pandeminin birinci yılı: Zoom’dan bitkin düştük 

Türkiye’de ilk vakanın 11 Mart 2020'de açıklanmasının üzerinden bir yıl geçti. Tüm hayatımızı değiştiren bu süreçte, “yakın ilişkilerimiz” nasıl etkilendi, hayatımızda neler değişti, karantinadan çıkışta bizi neler bekliyor? Aynı evde yaşayan partnerler, uzak mesafe sevgililer, yalnızlar, kalabalık aileler, çocuklar, yaşlılar, evden çalışan “ofis insanları”, arkadaşlar… Pandemi tüm bu ilişkileri nasıl değiştirdi? Ve en önemlisi, “ruh halimiz” ne halde?

Tüm bu sorularımızı, akademisyen ve psikolog, Yakın İlişkiler’in kurucusu ve direktörü Dr. Gizem Sürenkök’e sorduk.

Sürenkök, tüm ilişkilerimizi etkileyen kaygı durumunun bu dönemde arttığına dikkat çekti. Halihazırda sıkıntılı ilerleyen ilişkilerin bu süreçte bittiğini, tabiri caizse bir “temizlik” yaşandığını bazı ilişkilerin ise tam aksine yalnızlık korkusundan dolayı, isteksizce sürdürüldüğünü söyledi. Ev içi şiddetin arttığını, çocuklar ve kadınların bu süreçte daha fazla şiddete maruz kaldığını belirtirken, ofis yaşamının eve taşınmasıyla çalışanlar arasındaki iletişimin zorlaştığını, sınır ihlallerinin artmasının da ilişkilere gerginlik olarak yansıdığını anlattı.

Ve hepimizin zaman zaman deneyimlediği ancak belki de adını bilmediği o yorgunlukla ilgili bizi bilgilendirdi: “Zoom bitkinliği.”

Cumartesi Anneleri/İnsanları hakim önünde 

Cumartesi Anneleri/İnsanları’na açılan “700. hafta davası” 25 Mart’ta İstanbul 21. Asliye Ceza Mahkemesinde görülecek ilk duruşma ile başladı.

Önceki 799 haftada olduğu gibi yasalardaki toplantı ve ifade özgürlüğü haklarını kullanmak için bir araya gelen Cumartesi İnsanları bu kez ağır bir polis saldırısına maruz kaldılar. Saldırı yetmemiş olacak ki, bir de saldırı sonucu gözaltına alınan 46 kişiye “Kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama” suçlamasıyla, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet suçundan dava açıldı.

Nisan

Manşetler, emekli amirallerin Montrö bildirisi yayımlamasıyla yine ortaklaştı. Bildiride, “Montrö Sözleşmesinin tartışma konusu yapılmasına/masaya gelmesine neden olabilecek her türlü söylem ve eylemden kaçınılması gerektiği kanaatindeyiz” dediler ve soruşturmaya maruz kaldılar.

İlk gününden beri tartışmalı olan Kanal İstanbul, bu kez de bu bildiriyle yeniden masaya yatırıldı.

Muhalefetin, çevreyi, ekolojik dengeyi bozacağı gerekçesiyle başından beri itiraz ettiği Kanal İstanbul’un hukuken de Montrö Sözleşmesi’ne aykırı olduğu zaten dile getirilmişti.

Aşı olabilecek miyiz? 

Halkın gündemi ise uzun zamandır olduğu gibi COVID-19 aşısıydı. “Ha geldi ha gelecek” denen aşıların nasıl, ne zaman, kime yapılacağı konusu da en az aşının muhteviyatı ve üretimi kadar konuşuldu.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Haziran sonuna kadar 40 yaş üstündeki herkesin aşılanacağını açıkladı, İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Pınar Saip ise “Toplum bağışıklığı sağlanması için en az 70 milyon kişinin aşılanmış olması gerekiyor. Bunun için de 140 milyon doz aşı olmalı” dedi.

Yıl bitti, halen bu rakamlara ulaşamadık ve bağışıklık da çok uzakta.

Kobani davası başladı 

Kobani davasının ilk duruşması, Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde 26 Nisan’da görüldü.

Halkların Demokratik Partisi (HDP), dava öncesinde, “6 - 8 Ekim Kobanî protestoları” olarak bilinen, 2014 yılında yaşananlara dair kitapçık hazırladı. “Aslında ne oldu? Yalanlar ve gerçekler” başlıklı 28 sayfalık kitapçıkta, protestoların barışçıl başladığı ardından gelen şiddet olaylarında hükümetin tutumunun etkili olduğu ifade edildi.

Kobani davasının iddianamesinin de “AİHM’in Selahattin Demirtaş kararında da görüldüğü gibi, hukuki değil siyasi nedenlerle hazırlandığı, iktidarın siyasi hedefinin, yargı eliyle HDP’yi, seçilmişlerini ve yönetici kadrolarını demokratik siyasetten tasfiye etmek olduğu” belirtildi.

Mayıs

“Bu yıla damgasını” vuran olaylardan biri yaşandı: Sedat Peker YouTube kanalı açtı.

Buradan yaptığı ifşaatlarla uzun zaman konuşuldu, kendisi de bu süre ehem konuşmaya hem tweet atmaya devam etti. Açıklamalarının etkisi yılın sonuna doğru azalsa da etkileri halen devam ediyor.

Memleket gündemine yeni girse de kendisi yaklaşık 20 yıldır Susurluk da dahil birçok olayın yakın tanığı veya katılımcısıydı. Biz de yeni nesil için kısa bir biyografi hazırladık:

Tabii 90’lı yıllardan günümüze taşınan en meşhur isim, Mehmet Ağar oldu. Peker’in videolarıyla yeniden gündeme gelirken, yargılandığı dava da istinaf mahkemesince bozuldu. “Ankara faili meçhuller davası” diye bilinen davada, 90’lı yıllarda iş insanı ve yazarların cinayetleri yargı konusuydu.

Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 13 Aralık 2019’da verdiği beraat kararları, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesince 5 Nisan’da bozuldu. İstinaf mahkemesi, davadaki maddi delillerin yeterince araştırılmadığına hükmetti.

Dava yeniden görülüyor, bu kez ne sonuç çıkacağını da takip edip aktaracağız.

Cezasızlık devam etti

Dört davada gelişmeler yaşandı:

12 Eylül darbesinin ertesi günü gözaltına alınan ve yaklaşık bir ay sonra işkencede öldürülen, cenazesi 41 yıldır “kayıp” olan Cemil Kırbayır ile ilgili başvuruda Yargıtay, dosyanın “zamanaşımından düşmesine” hükmetti.

Berkin Elvan’ın ölümüyle ilgili davada tek bir polisin sorumlu tutulmasına karşı AİHM’e yapılan başvuru reddedildi; AYM de süren davanın sonucunun beklenmesini istemişti.

Vartinis katliamıyla ilgili Yargıtay 1. Ceza Dairesi, üç askerle ilgili beraat verirken Hasköy İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Bülent Karaoğlu’nun yeniden yargılanmasına hükmetti.

Adil yargılanma hakkı için başladığı ölüm orucunda, zorla müdahale sonrası durumu kötüleşen 28 yaşındaki Mustafa Koçak, ölüm orucunun 296. Gününde, 23 Nisan 2020’de hayatını kaybetti. Ailesi, başka bir işlem için gittiği vergi dairesinde yapılan sorgulama sonucunda Koçak’ın hapishaneye yemek borcu olduğunu öğrendi.

Haziran

Sedat Peker “fırtınası” bu ay da hız kesmeden devam etti.

İnsan hakları gündeminde ise yine haksız, hukuksuz uygulamalar, haklara uymayan kanun değişiklikleri, cezasızlık vardı.

Yepyeni “yargı paketi”nden ne çıktı?

Ve tabii ki her yıl olduğu gibi yine bir “yargı paketiyle” karşı karşıya kaldı. 4. yargı paketinde çok sayıda vergi düzenlemesinin yanı sıra, soruşturma diğer yargı süreçlerine dair de değişiklikler öngörüldü. Bu düzenlemelerden öne çıkanları, katalog suçtan tutuklamaya “somut delil” koşulu, suç iddiası dışındaki delillerin iddianameye konulmaması, avukat görüşüne kısıtlama, sulh ceza hakimliği kararlarının denetime açılması ve ev hapsinin cezaya mahsup edilmesi.

Hasta mahpus yürüyemiyor

İşlemediği bir suç nedeniyle 25 yıldır hapishanede olduğu mahkeme kayıtlarında da sabit olan 83 yaşındaki Mehmet Emin Özkan’ın infazının ertelenmesi için tekrar başvuru yapıldı.

Özkan’ın yürümekte zorlandığı videosunun sosyal medyaya yansımasıyla toplumda da tepki yükseldi ancak yıl bitiyor ve Özkan hala hapishanede…

Kadrolaşma için bir adım daha

Nepotizmin konuşulduğu günlerde yine buna dair bir uygulama gündeme geldi: AYM’nin daha önce iptal ettiği “güvenlik soruşturması” yasası yeniden kabul edildi ve yine AYM önüne gönderildi.

Konunun başından beri takip edip gündeme taşıdığımız Van, Çatak’taki toplu mezar davasında da bir gelişme oldu: Çatak’taki toplu mezardaki kemiklerini almak isteyen ailelerin 10 yıldır verdiği hukuk mücadelesi sonucu açtığı dava reddedildi. 40 bin liralık “delil avansı” ödenmediğinden kemikler Kaymakamlığa verilmesine karar verildi.

HDP’ye saldırı: Deniz Poyraz vuruldu…

17 Haziran’da Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir İl Örgütü’ne saldırı düzenleyen Onur Gencer içeride kahvaltı eden Deniz Poyraz’ı silahla vurarak öldürdü. 9 çocuklu Mardinli bir ailenin en büyük çocuğuydu Deniz Poyraz. Parti çalışanı ve üyesi olan annesi elinden ameliyat geçirdiği için o gün annesinin yerine o gitmişti parti binasına.

1983 yılında İzmir'de doğmuştu, Kürt bir ailenin çocuğuydu. Deniz doğduktan bir süre sonra ailesi Mardin'e dönmüştü. Henüz çocuk yaşlarında askerler çok kez evlerini basmış, anne babası günlerce gözaltında kalmış, işkence görmüşlerdi. Babası bu sürede tutuklanmış, uzunca süre cezaevinde kalmıştı.

Baskınlar, tutuklamalar, gözaltılar derken 1990'ların ortasında yeniden İzmir'e göç ettiler. Deniz, o zamanlar 12 yaşında. İzmir'e yerleştikten sonra yoksulluk nedeniyle okula devam edemedi. Evin en büyüğüydü, okulu bırakıp tekstilde çalışmaya başladı. Uzun yıllar tekstilde çalıştı.

Üç kardeşi cezaevindeydi. Babası, inşaatlarda boya badana işleri yapıyor, iş olmadığı zamanlar da simit satıyordu. Uzunca bir süredir babası da işsizdi Deniz gibi... Evin tüm geçimini ise annesi sağlıyordu.

Tezgahtarlık, sekreterlik birçok işte çalışmıştı, son bir yıldır işsizdi. Evlilik hazırlığı içindeydi, yüzükleri alınmıştı. Olmadı. 

Saldırganın yargılanması sırasında da bilindik durum devam etti: Duruşma salonunda da ailelere saldırmak istedi, "güvenlik önlemleri" Gencer'i sıkı sıkı korurken Pervin Buldan hakkında "katil" dedi diye soruşturma açıldı.. 

Temmuz

“Hayata Dönüş Operasyonu” davasında önemli gelişmeler oldu:

Dönemin Jandarma Genel Komutanlığı Asayiş Daire Başkanı Ali Aydın şunları anlattı: “O tarihte Kurmay Albay olarak Jandarma Genel Komutanlığında Asayiş Daire Başkanı olarak görev yapıyordum, cezaevi şube müdürlüğü de benim bünyemde faaliyet göstermekteydi. Milli Güvenlik Kurulu’nda konu geç görüşüldü, nihayet Türkiye’deki bazı cezaevlerine inceleme yapılması kararı verildi, incelemeyi yapacak keşif heyetinde ben de bulunmaktaydım. Heyet olarak düzenlediğimiz raporu, Başbakan Bülent Ecevit’e de sunduk, toplantıda bizzat ben de hazırdım. Başbakan bizim bilgilendirmemizi dikkate aldı ve operasyonunu devletin bekası için zorunlu olduğunu söyledi, hatta operasyonun zor olduğunu, çağın operasyonu olduğunu belirtip kılıcınız keskin olsun, temennisinde bulundu.”

Ayrıca, Bayrampaşa Cezaevi’nde uygulanan “Tufan” planının yargılandığı davada mahkeme, jandarmanın, operasyon tutanağına sahte sicil numarası yazması ve ardından “bizde bu isimde personel yok” cevabı vermesiyle ilgili suç duyurusu yapılmasına karar verdi.

Hapishanelerde “pandemi” muamelesi devam etti

Hasta mahpusların şartlarının giderek kötüleşmesinin yanı sıra hasta olmayan mahpuslara yönelik uygulamalar da insan hakları aykırı şekilde devam etti.

Hak örgütlerinin tüm çağrılarına rağmen su, yemek ve temizlik gibi temel konularda bile zorluklar yaşandı.

Ağustos

Siyasetin baş konusu, Cumhur İttifakı’nın seçim barajının yüzde 7’ye düşürülmesine dair açıklamaları oldu. Muhalefet ise bu hamlenin de Ak Parti-MHP iktidarını kurtarmayacağı görüşündeydi.

Aysel Tuğluk hastalandı

Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) önceki dönem Eş Başkanı Aysel Tuğluk’un tutuklu bulunduğu cezaevinde hastalandığını öğrendik.

Annesinin cenazesine yapılan saldırının ardından hafızasında problemler yaşayan Tuğluk’la ilgili rapor yazan Adli Tıp Kurumu ise şaşırtmadı, “Cezaevinde kalabilir” dedi.

Eylül

ÇHD davası: “Tuhaflıklara” yenileri eklendi

ÇHD davasında Selçuk Kozağaçlı’nın başvurusuyla yapılan bilirkişi incelemesinde, davanın dayandığı dijital delillerin “hukuki delil olarak kabul edilemeyeceği ve hükme esas alınamayacağı” ifade edildi.

Dosyada bulunmayan “dijital delillerle” ilgili polisin verdiği bilgiye göre, delil incelemesi el konulduktan 167 gün sonra başladı. Bilirkişi raporunda, bu geçen sürede ekleme-çıkarma yapılıp yapılmadığının bilinemeyeceği belirtildi.

Mahkeme ise alanında uzman ve yargının bilirkişi olarak kabul ettiği uzmanların hazırladığı iki raporu da görmezden geldi.

Ekim

Sedat Peker’in başlattığı “mafya” gündeminin yerini ekonomi gündemi aldı. ABD Dolar kurunun hızlı yükselişi başlarken market etiketleri de değişiyordu.

Selahattin Demirtaş ise onca karara rağmen halen hapishanede tutuluyordu.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Selahattin Demirtaş ile ilgili uygulanmayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararıyla ilgili eylem planını sunması için Hükümet’e 30 Eylül’e dek süre vermişti. Eylem planı, Komite’nin resmi internet sitesinde Ekim ayı başında yayınlandı.

Hükümet de yanıtında Demirtaş'ın hükümlü olarak 3 Kasım 2021 tarihinde mahkeme kararıyla şartlı tahliye edilebileceğini, bu gerçekleşmez ise cezasını 3 Ocak 2023 tarihine kadar tamamlayacağını yazdı.

Avukatlarından Benan Molu, bu gelişmeyi, “Amaç Demirtaş’ı hapishanede tutup önümüzdeki seçimde aday olmasını engellemek” diye değerlendirdi.

Gezi’ye “rekor” ceza 

Erzincan’da Gezi direnişi dönemindeki eylemlere katılmaktan yargılananlara kişi başı 6 yıl 8 aya kadar hapis cezaları verildi. 8 yılda sonuçlanan davada mahkûmiyet gerekçeleri, polise direnmek ve 2911 sayılı yasaya muhalefet.

3 duruşmada sonuçlanan davada hükmedilen cezaların çoğunda ertelemeye gidilmedi.

Kasım

Kobanî davasında sanıklar ve avukatları, mahkemenin adil yargılama yapmamasını protesto ederek duruşmalara katılmayacaklarını açıkladı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu üyesi, avukat Züleyha Gülüm yaptığı açıklamada, bu davada usul açısından avukatsız yargılama yapılamayacağını söyledi.

Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel ve HDP MYK üyelerinin de aralarında bulunduğu 21’i tutuklu 108 kişi yargılanıyor.

Mahkeme ise tüm itiraz ve protestoları dikkate almaksızın yargılamayı halen sıralı duruşmalar halinde sürdürmeye devam ediyor.

90’lı yılların cezasızlık karnesi 

Türkiye’de 1990’lı yıllarda olağanüstü hal (OHAL) bölgesinde işlenen hukuk dışı infaz ve zorla kaybetme suçlarının belgelenmesi, yargısal süreçlerin analizi ve yaşananların toplumsal hafızada yer bulabilmesi için yaklaşık 10 yıldır çalışan Hafıza Merkezi, bu çalışmalarının bir ürünü olan “1990’lı Yıllardaki Ağır İnsan Hakkı İhlallerinde Cezasızlık Raporu: Kovuşturma Süreci” raporunu Kasım ayında yayınlandı.

Emel Ataktürk, Esra Kılıç, Gülistan Zeren, Melis Gebeş ve Özlem Zıngıl imzalı çalışmada, ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili toplam 12 ceza davası incelenerek, davaların cezasızlığa sürüklenmesine yol açan mevzuat, uygulamalar ve tutumlara yer verildi.

Hafıza Merkezi’nden Emel Ataktürk, cezasızlıkla mücadelenin bir süreç olduğunu, devlete sorumluluklarını hatırlatmaktan vazgeçmemenin mücadelesini olduğunu, davaları da bu amaçla takip ettiklerini söyledi.

Aralık

Ekonomik kriz ilk gündem maddesiydi.

İnsan hakları gündeminde ise Z raporu alınırken ilk bakılan yerlerden biri olan AİHM raporları da istikrarını koruyordu: AİHM Türkiye hakkında en çok "adil yargılanma hakkını ihlal" kararı verdi. "İfade özgürlüğü" maddesinin ihlali sebebiyle verilen 387 kararla ise bu kategoride Avrupa ülkeleri arasında birinci sırada.

Osman Kavala da yılı hapishanede bitiriyor

Tahliye edilmesine dair AİHM’in “tutukluluğu siyasidir, derhal serbest bırakılsın” kararına rağmen yılı hapiste bitiren diğer isim Osman Kavala’ydı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 23 Aralık’ta bir kez daha Osman Kavala'nın tutukluluk halinin devamına karar verdi.

Karara muhalefet şerhi koyan üye hakim, Kavala’nın savunmasının alınmış olması, delillerin toplanmış olması, dosyanın geldiği aşama ve bu aşamadan sonra Kavala’nın delil karartma ihtimalinin olmadığını söyledi. Ama dikkate alınmadı…

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) iş insanı Osman Kavala kararını yerine getirmediği için 2 Aralık’ta Türkiye'ye karşı ihlal sürecini başlatma kararı verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cevabı şaşırtmadı: “Biz, Avrupa Birliği'nin Kavala'yla, Demirtaş'la, şununla, bununla ilgili aldığı kararları tanımıyoruz. Olay bu kadar basit. 'Yok' farz ediyoruz.”

Yargıda 19 Aralık katliamı

Davaya ilişkin belki de 21 yılın en önemli gelişmeleri vuku buldu:

“Hayata Dönüş Operasyonu” sırasında Jandarma Genel Komutanlığı Asayiş Daire Başkanı olan Ali Aydın, dava kapsamında verdiği ikinci ifadesinde, operasyonun sorumlularını sıraladı: “Her birimin ayrı komutanı vardı ama illa bir numara diye sorulacaksa merhum Bülent Ecevit, iki numara İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, üç numara Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, dört numara da Aytaç Yalman'dır. Operasyon sorumluları bunlardır. O dönem Jandarma Genel Komutanımız Aytaç Yalman'dı.”

Avukatlardan Güçlü Sevimli yaptığı açıklamada, operasyonla ilgili erler ve bazı rütbelilerin yargılandığını ama üst düzey askerler ve dönemin bakanları ile bürokratlarının yargılama süreçlerinin dışında tutulduğunu ifade etti: “Ali Aydın’ın ifadelerinden, hukuki sorumluluğu çok daha fazla olan kişilerin üst düzey askerler, generaller, dönemin bakanları ve ceza ve tekvifevleri müdürü olduğu çok net ortaya çıkıyor. Yıllardır da bunun altını çizmeye çalışıyoruz. Bazı rütbelilere dava açıldı ancak üst düzey generaller, bakanlar, bürokratların da yargılama süreçlerine dahil olması gerekir, sanık olmaları gerekir.”

Soruşturmayı akamete uğrattığı, delilleri görmezden geldiği, rütbelileri koruduğu iddiasıyla görevi ihmalden yargılanan "Hayata Dönüş" savcısı Ali İhsan Demirel ise beraat etti. Başkan ve bir üye, “Suçu sabittir” diyerek şerh düştü.

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.