1964 Rum Sürgünü ve Azınlık Hukuku

1964 Rum Sürgünü ve Azınlık Hukuku

“1964'te Türkiye’de sürgün cezasına çarptırılanların suçları neydi?”. Pek çok açıdan bu ceza hukuka uygun değildi fakat Türkiye’de azınlıkların yaşadığı hemen her haksızlıkta olduğu gibi siyaset gereği bir hukuk uygulanmıştı.

RİTA ENDER

Sürgün hukuk için bir ceza çeşidi. Türkiye’de 1964’te yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK düzenlemesine göre ve kanunun 11. Maddesinde yer alan suçlar bakımından 18. Madde uyarınca uygulanacak bir cezadır.

Çağdaş hukuk sistemlerine göre cezanın insancıl olması, yasa tarafından belirlenmiş olması gibi kimi nitelikleri taşıyor olması gerekiyor.

Peki, “1964 yılında Türkiye’de sürgün cezasına çarptırılanların suçları neydi?”. Pek çok açıdan bu ceza hukuka uygun değildi fakat Türkiye’de azınlıkların yaşadığı hemen her haksızlıkta olduğu gibi siyaset gereği bir hukuk uygulanmıştı. Türkiye, Kıbrıs sorunu nedeniyle Türkiye-Yunanistan arasındaki 1930 tarihli iki ülke vatandaşlarının birbirinin ülkesinde ikamet etmeye izin veren İkamet, Ticaret ve Seyrüsefain anlaşmasını fesh etti. Bu fesih bundan sonra olacak olanlar bakımından hukuka uygunluk zemini olarak ortaya atıldı.

Mülkiyet haklarının ihlali

16 Mart 1964’de dönemin hükümeti anlaşmayı anlaşmanın imza edildiği tarihten bu yana uzun zaman geçmiş olması ve günün şartlarına uymadığı gerekçesiyle fesh ettiğini açıkladı. 17 Mart 1964’de tapu dairelerinde Yunan vatandaşlarına dair işlemler durduruldu. Tapu daireleri bir tedbir olarak satış işlemlerini askıya aldı. Bu suretle de mülkiyet hakları ihlal edilmeye başlandı.

Yürürlükte bulunan 1961 Anayasası’nın 31. maddesi herkesin mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğunu söylemekte ve bu hakların ancak kamu yararı aracıyla kanunla sınırlanabileceğini söylemekteydi. Ancak Mart ayında başlayan bu kısıtlamalar için olan hukuk metni ancak Kasım ayında ortaya kondu.

Anayasa'ya aykırı yasaklama

2 Kasım 1964’de hükümet 3801 no’lu kararname ile Yunan uyruklu kişilerin Türkiye’de bulunan taşınmazları üzerinde bir hak talep etmelerini yasakladı. Bu yasaklama da Anayasa’ya aykırıydı.

Anayasa’nın 11. Maddesi temel haklara ilişkin sınırlamaların ancak kanun ile kaldırılabileceğini söylemekteydi. Buna rağmen ve bununla beraber taşınmazlar üzerinden el konan her türlü mala da el konulmuştu.

Evlerinden veya işyerlerinden alınan Yunan uyruklu insanlar Türkiye’yi terk etmeden önce 4. Şube’de imzaladıkları belge ile gönüllü bir sürgün yaşayacaklarını beyan etmeye zorlanmışlardı. Söz konusu belge ile insanlar yasaları ihlal ettiklerini, Türkiye aleyhine politik faaliyetlerde bulunan ENOSİS üyesi olduklarını ve Kıbrıs’taki Yunanlı teröristlere para göndermiş olduklarını söylemişlerdi. Bununla beraber Türkiye’yi kendi özgür iradeleri ile terk edeceklerini beyan ederek altını imzalamışlardı. Önceden hazırlanmış bu ifade metinlerine imza vermek istemeyenler ise hücrelere gönderildi.

Gizli bir kararname

Aralık 1962’de gizli bir kararname ile Ocak 2004’de yine başka bir gizli kararname ile kaldırılmış olan Azınlık Tali Komisyonu kurulmuştu. Azınlıklar açısından görmenin, duymanın ve iletişime geçmenin pek mümkün olmadığı bu komisyonun varlığı yıllar boyunca hep bir şekilde hissedilmişti. Hrant Dink bu durumu şöyle anlatmıştı: “Azınlık Tali Komisyonu denen kurumun varlığı adını tam koyamasak da biz azınlıklar tarafından hep seziliyordu. Vakıf yöneticileri de devletin herhangi bir makamıyla herhangi bir sorun nedeniyle temas kurduğunda hep şu prosedür yaşanır. Sayın bakan nazik bir şekilde raporunuzu alır ve kısa zamanda yerine getireceğini bildirir. Ama biliriz ve hissederiz ki o dosya bizim bilmediğimiz daha derinlerde bir kuruma gönderilecek. Ve onların kararına göre hareket edilecek. Bu da çoğunlukla çözümsüzlüktür”.

Baskın Oran’a göre bu kuruluşun yarattığı çözümsüzlükler özellikle eğitim alanında yaşanmıştır ve 64 sürgünleri açısından da ciddi etkileri olmuştur. Azınlık okullarında ilk defa Şubat 1937-Ağustos 1949 arasında yaşanan Türk Müdür Yardımcıları uygulaması 62’de yeniden uygulamaya konmuştur. Haziran 65’de çıkarılan kanunda bu görev için atanan kriterin Türk asıllı ve T.C. uyruklu olduğu belirtilmiştir. Temmuz 64’de çıkarılan 502 sayılı kanun ile Gökçeada ve Bozcaada’daki eğitim sistemi değiştirilmiş ve Rumca öğretilmesi durdurulmuştur. Kasım 1964’de çıkartılan genelge ile Rum okullarında sabah duası yasaklanmıştır. 1762’den beri faaliyette olan Fener Patrikhanesinin Basımevi yalnızca özel ve tüzel kişiler basımevi kurabilir gerekçesiyle kapatılmıştır. Medyada da “Patrikhane gitsin biraz da Yunanistan’ın başına bela olsun” gibi başlıklar kullanılmaktaydı.

Vatandaş Türkçe konuş

Bu ortamda geçmişte denenmiş “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası tekrar gündeme gelmişti. Bu arada 64’de Bozcaada ve Gökçeada’da Rum köyleri boşaltılarak askeri alan ilan edilmişti. 65’de Gökçeada’da açık cezaevi kurulmuştu. İstimlak edilen topraklar ve kamulaştırılan zeytinlikler adalıların geçim kaynağını elinden aldı. Bütün bu olanlar Rumları göçe zorladı ve kendi topraklarından sürgün etti.

Bütün bu olanlar en çok Rum azınlığın canını yakmış olsa da yalnız Rumları etkilemedi. 64’de sınırdışı edilenlerin arasında az sayıda da olsa Türkiye’de yerleşik Yunan uyruklu Yahudiler de vardı. Yunan uyruklu Yahudilerin sürgünü bakımından bir çifte standardın olduğundan bahsedilebilir. Sözlü tarih aktarımından öğrenilenlere göre Yunan uyruklu kimi Yahudilerin burada kalmasına göz yumulmuştur.

Türkiye’de bu tip olayları yaşamaya ve böyle hak ihlallerine maruz kalmaya alışık olan azınlıklar bu durumu sık sık ifade etmiştir. Örneğin Sarkiz Sarafyan Ermenilerin bir inancı olduğunu söyler: “Türkiye’de yaşıyorsan 10 senede bir sopayı yiyeceksin kafana”...

Bu sopa karşısında birtakım savunma mekanizmaları da üretilmiştir. Mesela 64 sürgünü sırasında kimi insanlar din hanesinde değişiklik yapmış kendilerini Türk Ortodoks olarak tanıtmaya başlamış. Örneğin Batman’da bir Ermeni köyü o tarihte topluca din değiştirmiş ve Müslüman olmuşlardı.

Kıbrıs sorunu yüzünden sorumlu tutularak yargısız infaz sonucu sürgün edilen 12 bin Yunan uyruklu kişi ve onlarla beraber sürgün yaşamış binlerce kişinin ve Türkiye’deki gayrimüslim azınlıkların acı dolu hatıraları üzerine bugün adaletten söz edebilirmiyiz?

Sınırdışı faaliyetleri ve bu faaliyetlerin hazırlık aşamaları için yaratılan hukuk metinlerinin yaşattığı mağduriyet bugün hukuken nasıl değerlendirilebilir?

Lozan'ın ihlali

Uluslararası ceza hukukçuları adaletin geçmişe taşınması tartışmalarını öncelikle mağduriyete tanınması gerektiğini belirtirler. Bu anlamda 64’te yaşanan mağduriyetin Türkiyenin hukuk sisteminin de mağduriyeti olduğunu kabul etmek gerekecek. Çünkü bu dönemde siyasi hamlelere kılıf olarak yaratılan hukuk metinleri ve bir gecede çıkan kararnameler hukuk sistemi açısından çıkmazlar yarattı. Bu genelgelerin örneğin Rumca öğretilmesi yasaklanması suretiyle kişilerin ve gurupların haklarının ihlal edilmesiyle Türkiye öncelikle Anayasasını ve Lozan Barış Anlaşması’nı ihlal etti.

Lozan Barış Anlaşması Türk hukuk sistemi açısından benzersiz bir öneme sahip. Türkiye Cumhuriyetinin kurucu anlaşması olarak kabul edilmiştir. Bu durum uluslararası alanlarda Türkiye tarafından çeşitli şekillerde ifade edilmiştir. Örneğin Türkiye taraf olduğu uluslararası sözleşmelere kayıt koyarken Anayasasının hükümlerine ve Lozan Anlaşmasının hükümlerine atıf yapmış, ikisini birlikte almış ve Türkiye’nin sözleşme hükümlerini Anayasası ve Lozan Anlaşması hükümlerine ve ruhuna uygun olarak yorumlama hakkını saklı tuttuğunu ifade etmiştir.

Varlıkları ve hakları sınırlandı

Lozan’ın hükümleri ve ruhu Türkiye’deki gayrimüslim azınlıklar açısından hayati önem taşır. Bilindiği üzere Lozan Anlaşmasının “azınlıkların korunması” başlığı taşıyan bir bölüm vardır. Türkiye’nin uygulamakla yükümlü olduğu bu anlaşmada ve bu bölümde azınlık kavramı tanımlanmamış, azınlığın kim olduğu belirtilmemiştir. Koruma hükümlerinin nesnesi gayrimüslim azınlıklardır ve Lozan’da gayrimüslim azınlıklar teriminin yer alması Türkiye’de azınlıklar olduğunun ve azınlık kimliğinin tanınması olarak değerlendirilmektedir.

İç hukuk metinlerine bakıldığında azınlıklar yıllar boyunca yasal ve idari çeşitli metinlerin konusunu oluşturmuş olsalar da anayasal ve yasal düzende kesin bir tanımlamadan yararlanmamışlardır. Uluslararası düzlemde ise kimi sözleşmeler ve bu sözleşmelere devlet tarafında koyulan çekinceler ile azınlıkların varlığı ve hakları sınırlandırılmamıştır. Lozan’da açıkça tanımlanan azınlık hakları geçerli kişisel insan hakları çerçevesinde değerlendirilmektedir. Var olma hakkı, eşit olma hakkı, ayrımcılık yapılmaması, din, ifade ve kültür özgürlüğü kişisel ve azınlık haklarının bir parçasıdır.

Eşitlik ve ayrımcılık yasağı

Azınlık haklarının politik boyutu da vardır. Kollektif hak ve bireysel hak ayrımı temel hak ve hürriyetlerin kullanış biçimine göre olan bir tasvirdir. Birden çok kişinin ancak birlikte kullanabildiği, bireylerin yalnız başlarına gerçekleştiremediği amaçlara yönelik olan kollektif özgürlüklerde gurup haklarının yanında bireysel hakların korunması da önemlidir. Bu anlamda kollektif boyutu göz önüne alınarak topluca kullanılabilen özel insan hakları olarak tanımlanan azınlık hakları hukuku Milletlerarası Daimi Adalet Divanına göre öncelikle eşitlik ve ayrımcılık yasağı hukukudur.

1964 sürgünü ile ilgili diğer bir önemli hususda gayrimenkullerdir.  Bugünkü hukuk metinlerinde gayrimenkul taşınmaz mal olarak iafe edilmektedir. 64 sürgünlerinde sürgün edilenler 20 kilo hakları olmasına rağmen çok daha ağır bir yük taşımışlardı. O güne kadar yaşadıklarını mekanlar ve insanlarla birlikte hatıra olarak yüklendiler. Kimisi Atina’daki Büyükada belgeselinde anlatıldığı gibi “her gece rüyasında bu hatıralara yenisini ekledi”. Kimisi ise hepsini ve İstanbul’u unutmaya yemin etti. İstanbul ise unutmamaya ve dinlemeye mahkum oldu... (ÖK/HK)

* Rita Ender'in “Azınlık Hukuku Bağlamında Sürgünler” başlıklı sunumunu 30-31 Ekim 2014 tarihlerinde Bilgi Üniversitesi’nde yapılan “1964 Sürgünü: Türk toplumunun homojenleşmesinde dönüm noktası” konferansında verdi. Sunumu Özgür kaymak aktardı.

* Özgür Kaymak'ın "1964 Sürgünü: Türk toplumunun homojenleşmesinde dönüm noktası" konferansından aktardığı diğer sunum: 1964 Sürgünü: Meslekleri Yasaklanan Rumlar

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.