İbrahim Genç

İbrahim Genç

Haziranda ölmek zor

Haziranda ölmek zor

Hayat olanca hızıyla akarken zaman demleniyor belirtisinde bakışlarımızın. Karşı koyamadığımız gidişler ardından kendini imha etmeye çalışan yüreklerin sükutunda ağlıyoruz. Oysa bu zaman kırıntısında demlenen bakışlarımızı ve yürek sükutunda gözbebeklerimizden akan gözyaşlarımızı kimseler görmüyor. Çünkü bu suskun bir bakıştır, bu gözyaşlarını göremez sözcüklerin sihrini ve usta ellerin yapılarını idrak edemeyenler.

Türkiye olarak kendi aydınını sevmeyen bir ülkeyiz. Biliyorum, itiraz edeceksiniz; ama birçok şairimizin sürgün edilmesine ve öldürülmesine engel olamıyorsa sevgimiz bu ne işe yarayabilir ki? Oysa bu toprakların bereket kokan havasını solumuş ve memleket sevdasıyla yüreği hınçla dolmuş birçok aydın yetişti bu topraklarda. Anadolu’nun rengarenk coğrafyasının kardeş ikliminde yetişen bu insanlar, memleketin sorunlarına kayıtsız kalamazlardı. Kayıtsız kalan vardı ya da varsa onlar, üzerine batının bohem rüzgarı esmiş olanlardır.

Her ne kadar aydınını seven ve kollayan büyük bir kitle olamasak da yine de aydınını seven kitlenin sevgisinin samimi olduğuna inanıyorum. Böyle olmadığı sürece aydını kovmak isteyen anlayışın devasalığına yoksa nasıl siper olunabilirdi ki?

Birçok aydın insan bu toprakların bereketiyle Tanrı’nın verdiği yeteneği kullanmak isterken bir gece ya evlerine bir daha geri dönmeyecek şekilde uzaklaştırıldılar ya da öldürüldüler. Oysa Hrant Dink başta olmak üzere birçok aydınımız bu topraklarda yaşamak istiyordu. Ne var ki gerçek çok farklı. Hatırlıyorum da üniversitedeyken çok değerli bir hocama bilim adamı olmak istediğimi söylediğimde, “Yurtdışına çıkmaya çalış!” cevabını almıştım. Bu topraklarda neden mümkün olmuyor istediklerimiz ve hayallerimiz neden rengini kendi özü üzerinde yaratamıyor?

Bütün edebî dünyamı şekillendiren şairler hakkında yüreğimin yangın sonrası küllerini satırlara serpiştirmek isterken kendimi bir an ülkemin sorunları içinde bulmak hastalığımı sevmiyorum. Ama hüzünbaz kelimeler, bir filmin akan şeritleri gibi bir panoramadan bana okutuyor olan ve olmakta olanı. Ah hele bu haziran, bu kadar hüznü, her haziran biraz daha derinden duyumsuyorum. Çünkü edebiyatımızda önemli bir yere sahip olan Nazım Hikmet, Ahmet Arif ve Orhan Kemal bu ayda ayrıldılar aramızdan bir bir. Haziran, acaba sözcüklerin yaprak dökümü mü? Üç defa üç defanın ağırlığında yüreğimize bir keder damlıyor.

Hasan Hüseyin de bu ustaların ölümlerine şahit olduğunda yüreğinden sökülen sözcüklerle bunu şöyle anlatır: “1963’leri anımsıyorum. Gazeteciyim. Haftanın kimi günleri sabaha değin çalışıyorum basımevinde. Sokağa çıkma yasağı var. Görevli kartı verilmiş bana. Gecenin herhangi bir saatinde işten çıkıyor, yorgun-argın evime dönüyorum. ‘Hava leylâk / ve tomurcuk kokuyor’. 3 Haziran 1963. Duyuyorum ki Nazım Hikmet ölmüş. Bir sanatçı için, böyle bir haberi soğukkanlılıkla karşılamak olanaksız! ‘Hava leylâk/ ve tomurcuk kokuyor/ uy anam anam / haziranda ölmek zor’ dizeleri dökülüyor dudaklarımdan. 2 Haziran 1970…Duyuyorum ki Orhan Kemal ölmüş. Yine aynı dizeler, yine kendiliğinden…”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
İbrahim Genç Arşivi