İrfan Sarı

İrfan Sarı

Uçan balon

Uçan balon

Ders bitiş zili çalar çalmaz siyah önlüklerimiz ve biz çantalarımızı kaptığımız gibi depar yarışçıları gibi toz bulutu yaratarak arkamızda koşardık “evlere, evlere” diyerek.

 

Bizim ev tepeye sırtını dayamış, yüzünü ise güneşe tutardı hep; hala da öyle. Ama evin önündeki kavak ağaçları uzadıkça güneşle pencerelerimiz arasında kopukluklar olmaya başladı.

Şu uzun salonumuzun penceresine uzun kış gecelerinin dondurucu soğuğu yüzünden buz dadanırdı, sabaha bir parmak buzdan ötürü dışarıyı görmek mümkün olmazdı. Fakat güneş açar açmaz direnmesine gerek kalmadan çözülüverirdi bu sürgit geceler boyu, kış boyu devam ederdi.

Evin en unutulmaz anı ise güneş çıkar çıkmaz; nenemin dizine kafamı koyup uyumaktı. Güneşin kollarındaki nene-torun uyuması saatlerin ilerleyişinde sürerdi…

Kıştan çıkma bir gündü yine; o büyümek için can attığımız günlerden biri.

Okuldan “evlere” ziliyle fırladığım gibi siyah önlüğümün beyaz düğmelerini iliklerinden kopardım ve eve nefesimi bıraktım. İlk solukla orta yerdeki sofraya giriştim. Biraz sonraki haylazlıklara enerji depolamam lazımdı. Yemeği hatırlamıyorum, ama daha yenicek tandırdan çıkmış lavaş lokmalarıyla sofrayı silip süpürmüştüm.

Çatalın ve kaşığın kıymeti bizim sofrada çoktu, soframızda eksilmezdi ama biz onu hep yüzükoyun tutardık; ne zaman “şorav” yani sulu yemek yapılsa o zaman kıymeti bir daha artardı. Ne yalan söyleyeyim o zaman işimize çok yarardı.

Adına, ağabeylerimizin “aşk tepesi” dedikleri yerde oyun oynama ve alelacele büyüme provalarımız tutardı. Aklımızın sınırlarını orda zorlardık. Koşmaca kovalamaca oyunlardan kara lastiklimizin içi ter tutardı. Akşama dayak atılacak yerlerimiz uyuşmuş olmalıydı ki his etmeyelim.

O kadar oynardık, bir öğün gittiğimiz okulu bile takıp oyun zamanlarımıza eklemek gelirdi aklımıza, bazen de bunu yapardık. Aslanlar gibi de dayağımızı yer uslu uslu yarını iple çekerdik.

Yarın, haylazlığın yenisini icat etmekle başlardı hep:

İtiraf etmeliyim ki, mevsim ne olursa olsun kar-kış, bahar-bahçe o tepe çocukluğumuzu ve gençliğimizi en iyi anlayan ve ona kucak açan tek yerdi. Küserken orada küslüğümüzü düşündük, hata yaparken orda hesaplaştık kendimizle, arkadaş olmayı ve hayata devrimci olarak girmeyi oradan öğrendik. Sokağa çıkma yasaklarını oradan izledik mesela…

Dedim ya, kıştan çıkma bir gündü yine; büyümek için can attığımız.

Dediler ki “uçan balon” gelmiş çarşıya. Kim tutar gayri bizi!

Bakkalın, çocukların dikkatini çeksin diye şişirerek cama (vitrin) taktığı balonlara göz diken ağabeylerimiz, şöyle yaparmış. Uzaktan mercekle ışık yönlendirir ve patlatırlarmış, durup dururken patlayan balonlara anlam veremeyen bakkal amca dışarı çıkar kırılmayan camlara rağmen patlayan balonlara bir türlü anlam veremezmiş. Ve söylenirmiş: “cameleri kırılmadı, hayret! Bu pıldankleri kim pıtledi”

Biz ki balonların hikâyelerini rüyalarımızda beslemişiz uçan balona nasıl koşmayız. Halen hizmet veren köprünün kenarında bir harabenin içine mutfak tüpünün ağzına geçirdikleri balonları şişirip satıyorlardı. İpini elinizden kaçırır kaçırmaz havalanırlardı. Bu ne acayip şeydi böyle…

Daha elimize ipini almadan uçan balon efsaneleri dolaşmaya başladı kulaktan kulağa. Kimi Irak"a mesaj yazmıştı, kimi sevdiğine mektup. Bu balonlar ki uçup gidermiş evvel zaman güvercinleri, şahinleri gibi tarif edilen adreslere.

Bir hafta boyunca elime geçen bütün paralarla almış olduğum rengârenk balonlarla kurduğum hayallerin gerçekleşmesi için kendimi, kendi dünyama kapadım. Ben balonları aldıkça rüzgâr hep tersine esti ve bütün kurnazlığımla anlattığım adrese bir türlü uçmadılar. Rüzgar ihanetin ilkini yapmıştı bana…

Bir hafta sonra balon tüccarı alıp pılı pırtısını gitmişti başka şehre…

Benim hayallerim ise uçan balonların ipine taktığım mesajlarda kim bilir kaç zaman ötede bir yerlerde güneşin altında kuruyup gitmişti.

Öğrendiğimizde uçan balon marifetini artık kendi işimizi kendimiz görme yaşındaydık. Her şeye rağmen, hayallerimizi alıp götüren bu balonlar her ne kadar elimizden kaçtılarsa da ya da kendiliğinden bıraktıysak ta; onlar bize bu yaşımıza kadar aslında hep yakın oldular. Uçtukları yerde sırlarımızı sakladılar.

Yaşamayı, uçan balonların süzülüşünde özledim…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum
İrfan Sarı Arşivi